Kim ölmeyi hak eder? Yaşam kimin hakkıdır?

Dr. Hülya Bulut/ Yazar
29.06.2023

Batı, istediği haberi ön plana çıkartır, bilinçaltı uyaranları ile nudge tekniğini öyle ustaca uygularlar ki… Zannedersiniz ki, izlediğiniz filmler sizden izler taşıyordur. Gitmek istediğiniz yerler, giymek istediğiniz kıyafetler, konuşmak istediğiniz diller, okumak istediğiniz kitaplar, olmak istediğiniz cinsiyetler…. daha neler neler! Bu kuşatma öylesine başını alıp gitmiş durumdadır ki. Hatta kimlerin ölmeyi hak edip, kimlerin yaşaması gerektiğine kadar her şeye sizin karar vermeniz gerektiğini tıpkı bir denizaltı yolculuğu edasıyla bilinçaltınıza fısıldarlar.


Kim ölmeyi hak eder? Yaşam kimin hakkıdır?

Terminator, Yaratık, Avatar gibi ödüllü Hollywood filmleri de bulunan ve Titanik filminin ortak yapımcılık, senaristilk, yönetmenlik gibi pek çok aşamasına katkı veren Kanadalı James Cameron, batık gemilere olan ilgisiyle de bilinen bir isim aynı zamanda. Öyle ki bu filmin yapımı Cameron'ın RMS Titanic'in kalıntılarını görüntülediği 1995 yılında başlamış. Bu bol ödüllü filmin maliyetleri kısmen Paramount Pictures ve 20th Century Fox tarafından karşılanmış ve 200 milyon dolarlık bütçesiyle o dönemin en pahalı filmi olarak da tarihe geçmiş.

2023 yılında ise yine gündemdeki konulardan biri Titanik. Hani o asla batmaz denilen gemiyi, o gemideki imkansız aşkı ve o aşkın temsilcisi olan başrol oyuncularını- Kate Winslet ile Leonardo DiCaprio- iki gözü iki çeşme izlediğimiz şu meşhur filme konu olan ve adını veren Titanik! İzlediyseniz ve hatırlarsanız, DiCaprio, filmdeki 'bizim esas oğlan'. Aman, nasıl da seviyoruz onu... Hem gariban, hem mahçup, hem aşık, hem fedakar. Bizim de şu çocuksuluğumuz yok mu canım? Hemen kendimiz gibi biliyoruz herkesi!

Esas oğlan ve esas kız

İşte, o 'bizim oğlan' bir gün, bir bilet kazanıyor. İmkansız bir şey oluveriyor yani. Beklenmedik birşey. 'Olasılıkların bilinçli seçicisi olarak Tanrı'yı gören bir anlayış için, olasılıkların düşük olması sorun olmaz' diyen Caner Taslaman geliyor aklımıza. 'Din Felsefesi Açısından Entropi Yasası!' yani. Artık, ilk anda bizi sevindiren şey DiCaprio'ya bu yolculuk biletini kazandıran talihi mi, yoksa imkansızları oldurana olan kendi inancımızın bir sureti mi bilemiyorum ama... Biz yine izleyiciler olarak hayırdaki şerri, şerdeki hayrı bilmeden kendimizi filme öylesine kaptırıveriyoruz ki!

Sonra filmin 'esas kızı' Winslet çıkıyor karşımıza. İzleyiciler olarak onu da bir çırpıda bağrımıza basıveriyoruz. Güzel, duyarlı, nazik, mütevazi, gerçek, duygusal bir kadın. Yolu, DiCaprio ile beklenmedik şekilde kesişince, 'tamam' diyoruz. 'Tamam oldu bu iş!' Yine çabucak bir sevinç kaplıyor içimizi. Hemen oldurana şükredip filmi izlemeye devam ediyoruz. 'Ne sınıf farkı, ne aileler....Hiçbiri sorun olmaz. Yeter ki aşk kazansın, sevgi kazansın. Ne olacak ya, iki gönül bir olunca samanlık seyran olur', atasözü daha dudaklarımızdan dökülmeden....aslında bir sonun başlangıcına tanıklık ettiğimizi bilmeden....'görücü' modundaki 'izleyici'liğimize kesintisiz devam ediyoruz.

Bu arada filmin sosyolojik analizi bakımından içimizdeki; gelin, damat, kaynana, elti, görümce, baldız, dünür...kavramlarına ilişkin tutum ve davranışlarımızın da etkili olduğunu düşünüyorum. Ancak, bu hususu Müge Anlı gibilerin uzmanlık alanına bırakarak haddimi aşmıyor ve yazıma devam ediyorum, müsaadenizle!

Herkesin ödülü kendine

Elin Amerikalısını bile, ne hikmetse Türk filmlerindeki bilinçaltımızla, algılarımızla izliyor ve duyumsuyoruz! (Şu bilinçaltına ileride değineceğim, ama şimdilik önemine vurgu yapmakla yetiniyorum.) Bu durum, yalnızca biz Türkler için de geçerli olmasa gerek tabii. Öyle ya; güzellik, yakışıklılık, umut, beklenti, güven, aşk, mucize, kahramanlık, kurtarıcılık...gibi pek çok şey insan fıtratına uzak olmayan şeyler. Durum böyle olunca da, Titanik filminin sadece duygularımıza tercüman olduğu için bunca ödülü 'hak etmiş' olduğunu düşünüyor olamayız, değil mi? Filmin aldığı ödüllere baksanıza Allah aşkına:

Akademi Ödülü (19 dalda), Amanda Ödülü, Amerikan Görüntü Yönetmenleri Derneği Ödülü, Amerikan Besteciler, Yazarlar ve Yayıncılar Derneği Ödülü (2 dalda), Annie Ödülü, Art Directors Guild Excellence in Production Design Award Ödülü, Artios Awards. Blockbuster Entertainment Awards (6 dalda), Blue Ribbon Ödülleri, Bogey Ödülleri, BRIT Ödülleri, British Film Academy Awards, British Society of Cinematographers, Broadcast Music Inc Film Music Award. Cesar Award, Chicago Film Eleştirmenleri Birliği, Cinema Audio Society Awards, Critics' Choice Movie Award, Czech Lion Awards...Buraya sadece baş harfleri A, B ve C harfleri ile başlayan ödülleri yazdım! A'dan Z'ye tüm ödülleri görmek isterseniz çok basit bir Google'lama ile tüm ödülleri görebilirsiniz elbette.

Titanik'ten Oceangate'e

Biz tüm masumiyetimizle filmi izledik izlemesine de.... Elin Amerikalısı için masumiyet çoğu zaman olduğu gibi yine bir kurgudan ibaretmiş meğer. Baksanıza, 200 milyon dolar bütçeye sahip olan filmin ilk vizyona girmesinden bu yana, çeyrek asrı aşkın bir süre geçmesine rağmen 1514 kişinin ölümüne neden olan Titanik'in batığını görmek için kişi başına 250 bin dolar ödeyen ve hepsinin öldüğü açıklanan yolcular arasında kimler kimler var(dı):

Havacılık sektöründe hizmet veren Action Aviation'ın sahibi İngiliz milyarder Hamish Harding, Pakistanlı iş insanı Şahzada Davud ve oğlu Süleyman Davud, denizaltının sahibi OceanGate şirketinin kurucusu ve Üst Yöneticisi (CEO) Stockton Rush ve Fransız denizaltı pilotu ve okyanus bilimci Paul Henry Nargeolet. Eee, her canlı bir gün ölümü tadıyormuş! Çok doğru.

Kaderden kaçılmaz

Denizaltıdaki Fransız Paul-Henri Nargeolet, Titanik'in enkazına gitmeden önce verdiği röportajda yolculuğun risklerini anlatmış, mahsur kalınırsa yolcuların nasıl öleceğinden bahsetmiş. Nargeolet, "Yiyecek su ve oksijenle 5 gün hayatta kalabilirsiniz. Ama soğuk yüzünden bundan çok daha kısa sürede öleceğimizi biliyoruz. Bu da çok kötü bir ölüm değil. Uykuya dalıyorsunuz. En azından acı çekmiyorsunuz" demiş.

Aaa, bunca ödül almış bir film kullanılmasa, yıllar sonra bile paraya tahvil edilmese hiç olur mu? Olmazdı elbet! Olmadı da. İşte, Fransız Nargeolet ölümü bile öyle güzel pazarladı ki, tıpış tıpış herkes ölüme adım atmaktan hiç çekinmedi! Üstelik, bu şekilde ölmek için adeta can attılar. Dipsiz sularda ölüm riski fikri için bile kişi başına 250.000 dolar ödeyerek bu iş modelini satın aldılar!

Titanik yine bize kazanç ve kayıp aynı anda nasıl mümkün olabilirin dersini vermiyor mu sizce? Bu itibarla, konuyu, 'Schrödinger'in Kedisi'ne kadar götürmek de bazı yönleriyle mümkün olabilir. Yani demem o ki komplo teorilerini bir tarafa bırakacak olursak, tartışma felsefi bakımdan da çok boyutlu ve derin aslında. 'Enkaza giden bir yolculukta, enkazın kendisi olmak', takdir-i ilahi işte! Kaderden kaçmak da kadermiş, demek ki.

Mültecilere ölüm

Diğer tarafta ise Yunan Sahil Güvenlik botunun 700 kişi olduğu iddia edilen Suriyeli mültecilerin teknesini batırmak için elinden geleni ardına koymayan Batı! Bu ilk değil elbet. Kendinden olmayana, 'düşük sınıf' temsilcilerine...kısacası 'ötekilere' yaptığı medeni davranışlarla! takdire şayan Batı. Batı'nın batısı da, doğusu da, kuzeyi de, güneyi de çoğunlukla hep aynı. İstediği haberi ön plana çıkartır, bilinçaltı uyaranları ile nudge tekniğini öyle ustaca uygularlar ki!

Zannedersiniz ki, izlediğiniz filmler sizden izler taşıyordur. Gitmek istediğiniz yerler, giymek istediğiniz kıyafetler, dinlemek istediğiniz müzikler, yemek yemek istediğiniz lokantalar, konuşmak istediğiniz diller, okumak istediğiniz kitaplar, seçmek istediğiniz meslekler, olmak istediğiniz cinsiyetler........daha neler neler! Bu kuşatma öylesine başını alıp gitmiş durumdadır ki. Hatta kimlerin ölmeyi hak edip, kimlerin yaşaması gerektiğine kadar her şeye sizin karar vermeniz gerektiğini tıpkı bir denizaltı yolculuğu edasıyla bilinçaltınıza fısıldarlar.

Binbir yüzlü şeytan

İki deniz kazası aşağı yukarı aynı zamanlara denk gelirse, 'OceanGate turistleri yaşasın, Suriyeliler ölsün' der size. Öyle mi? Ah vesvese, vah vesvese! Sonra döner dolaşır, kendi toprağınızda kimin iktidar olması gerektiğini de fısıldar size. Fısıldamakla da kalmaz. Yalan haberler üretmeye devam eder. Dezenformasyon yoluyla sizi aldatır. Bir zaman darbeyle, bir zaman ekonomik tetikçilikle, bir zaman seçimlerde desteklediği muhalefle, başka bir zaman da sahte haberlerle....ve tam da ne hikmetse teröristlere yönelik önemli kararların alınacağı NATO gibi uluslararası örgütlerin toplantıları öncesinde bir de bakmışsınız ki yine karşınızda. Şeytanın kaç yüzü var dersiniz?

Hakk'ı bilmek

Kurban Bayramı gelmişken, aklın da zekatına vurgu yapmadan geçmek istemedim. Büyüklerimiz der ki: 'Aklın zekatı hayra yormaktır. Zekatsız akla, zeka derler. Ona kıymet vermemeli. Zekanın en çoğu şeytanda. Öyle ki akıldan yoksun bilgiler de onda. İşte, adalet dediğin de bir akıl meselesi. Bilme meselesi. Hakk'ı bilme, varlığı bilme, kendini bilme. Bu bilinmez ise adalet nasıl tatbik edilir ki?

Hayırlı bayramlar vesselam...

[email protected]