Ezidîlik hiçbir dinin, hiçbir felsefenin kolu ya da devamı değildir. İçinde Mezopotamya’da bulunan bütün dinlerden, felsefelerden, inançlardan birer parça barındırır. Hıristiyanlıktan vaftiz ve İsa’nın yeniden doğacağı inancını, Zerdüştlükten düalizm ve ateşin kutsallığını, İslamiyet’ten hac, oruç, namaz, sünnet ve kurbanı, Alevilikten ahret kardeşliğini (birayê axretê), Şamanizm’den dans ve zikir törenlerini almıştır.
MUHSİN KIZILKAYA/Yazar
Bundan tam yüz seksen bir yıl önce Rewandızlı Kör Mehmet Paşa, öldürülen Müslüman bir Kürt ağasının kanı yerde kalmasın diye bir katliam için buyruk verdi: Êzidî yurdunda taş üstünde taş, gövde üstünde baş kalmayacak! Êzidîlere karşı girişilen katliam bir anda bütün Mezopotamya coğrafyasına yayıldı. Bir süre sonra Musul Paşası Mehmet Paşa, günde üç Êzidî’nin kellesini keserek Musul Kalesi’nin kapılarına çiviletti. Rewandızlı Kör Mehmet Paşa’nın katliamını Botan Beyi Bedirhan Bey durdurdu. Hatta bu kavimden bir de kız aldı ama bir süre sonra o da Êzidîlere yüz çevirdi. Ben efsanenin yalancısıyım, hatta Kurban Bayramında hayvan yerine bir Êzidî keserek kurban vazifesini yerine getirdiği bile rivayet edilir.
Tarih boyunca kıyımlara uğramış, bugüne çok az sayıda mensubu kalmış olan bu kavim, günümüzde tespih taneleri gibi dünyanın dört bir tarafına dağılmış bir halde yaşıyor. Kendi topraklarında yaşamasına öncelikle Müslüman Kürtlerin izin vermediği, önüne gelenin aşağılamaktan çekinmediği bu inanış konusunda Müslümanların bilgileri ne yazık ki çok sınırlıdır. Aslında kendileri bile günümüzde yaşanan bu en egzotik, en nevi şahsına münhasır inanış konusunda fazla bilgili sayılmazlar.
Bir melez inanç şekli
Müslümanlar arasındaki yaygın inanışa göre Êzidiler şeytana taparlar. Meşhur efsaneye göre, Êzidi inanışının kurucusu olan Hakkarili Şeyh Hadi tarihin birinde hacca gitmeye karar verir. O zamanlar hac yolculuğu aylar sürerdi. Gider, peygamberin mezarını tavaf eder, dönüş yolculuğu sırasında da vefat eder. Bunun üzerine şeytan, Şeyh Hadi’nin kılığına bürünür ve kavmin arasına döner. Kendisini Şeyh Hadi olarak tanıtır. Müslüman kavmi yoldan çıkarır, onlara yeni bir öğreti getirir, Müslümanları düşman belletir, hatta Müslüman etini yemeyi caiz kılar. Onun için ne yapıp edip, geceleri bir Êzidînin evine konuk olmamaya bakın. Müslüman olduğunuzu anladıkları andan itibaren önce sizi yedirir içirir, sonra da keser, kavurma yaparlar. Daha sonra evlerine konuk gelecek ilk Müslüman’a da kavurmanızdan yedirirler.
Yıllar yılı sıradan halk arasında Êzidîlikle ilgili bu saçma sapan hikayeden başka hiçbir bilgi dolaşmadı, herkes bu hikayeyle yetindi ve bu kavme karşı düşmanlık katmerleşerek bugüne kadar sürdü.
Êzidîlikte din adamları arasında bir silsile var, en üstte şêx (şeyh) bulunur, arkasından pîr gelir, onun arkasından qewal, onun altında da feqîr’ler dizilir.
Êzidîlik hiçbir dinin, hiçbir felsefenin kolu ya da devamı değildir. İçinde Mezopotamya’da bulunan bütün dinlerden, felsefelerden, inançlardan birer parça barındırır. Hıristiyanlıktan vaftiz ve İsa’nın yeniden doğacağı inancını, Zerdüştlükten düalizm ve ateşin kutsallığını, İslamiyet’ten hac, oruç, namaz, sünnet ve kurbanı, Alevilikten ahret kardeşliğini (birayê axretê), Şamanizm’den dans ve zikir törenlerini almış.
Êzidî inanışında Tanrı, dünyanın koruyucusu değil, sadece yaratıcısıdır. O faal değildir ve dünya ile ilgilenmemektedir. Tanrının faal ve yürütücü uzvu, Tanrının ikinci kişiliği olan “Melekê Tavus”tur. İnanışa göre Tanrı, Adem’i yarattıktan sonra bütün meleklerine Adem’e secde etmelerini emreder. Ancak Melekê Tavus, Tanrıdan başkasına secde etmeyeceğini, çünkü kendisinin ateşten, Adem’in topraktan yaratıldığını söyleyerek secde etmeyi reddeder. Bunun üzerine Tanrı, onu cennetinden kovar, Melekê Tavus da yedi bin sene ağlayıp gözyaşı döker, öyle ki döktüğü gözyaşlarıyla cehennemin ateşini söndürür. Tanrı ödül olarak, onu tekrar cennetine kabul eder.
Bu inanıştan Êzidîler şöyle bir sonuç çıkarmışlar. Melekê Tavus, Tanrının buyruğuna karşı gelerek “kötü” bir şey yapmış. Yaptığı “kötülükle” Tanrı bile baş etmediğine göre, kötülüğü “uyandırmamak” lazım. Onun için en iyisi, Tanrıyı bile dize getirebilen kötülüğün timsaline tapınmaktır. Melekê Tavus, döktüğü gözyaşlarıyla cehennemi yok ettiğine göre, kötülüğü de yok etmiş demektir. Yani cehennem yoksa kötülük de yoktur. İnsanın karşılaştığı her şey Tanrının isteğine göre olur ve iyidir. Bir şeyi kötü diye nitelendirmek, insanın bakış açısına bağlıdır. Kötülük ve cehennemin olmaması, kendisiyle birlikte cehennemin kapılarını açan varlığı da yok sayar. Böylece, hak dinlerde adı geçen “şeytanın”, Melekê Tavus’la ilişkisi reddedilir. Onun için, olmayan bir varlığın adıyla, bir kavme “şeytana tapanlar” demek yanlıştır.
Êzidî inanışına göre Melekê Tavus, Tanrı ile birdir. Çözülmez bir şekilde Tanrıya bağlı olduğu halde, Tanrı ile insan arasında araç görevini gören yarı ilahlar da vardır. Melekê Tavus, bir iyilik tanrısıdır. İnsan ölür, ancak ruhu ölmez, ruh başka gövdelere geçerek varlığını sürdürür. Güneş, ay ve yıldızlar ışık kaynaklarıdır, onun için hepsi de kutsaldır. Ateş, nur saçan bir kaynak olduğu için kutsanır ve ona asla tükürülmez. Tamamı Kürtçe olan ve 12 sayfadan oluşan kutsal kitapları “Mishefa Reş”te (Kara Kitap) bazı yasaklar şöyle sıralanır:
Peygamberin adını çağrıştırdığı için marul yemek yasaktır. Kuru fasulye haramdır. Koyu mavi boya kullanmak yasaktır. Onu karnında sakladığı için Yunus peygambere saygısızlık olmasın diye, balık yenmez. Peygamberlerinden birinin sürüsü olduğu için ceylanların etini yemek haramdır. Tavus kuşuna saygısızlık etmemek için ona benzeyen horozun eti de yenmez. Tavus kuşu yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.
Güneş kutsaldır, ışık saçar, ısıtır, hayat verir. Yılan güneş ışığını çok sevdiği için, yılan kutsal bir hayvandır, zinhar öldürülmez. Beyaz renk kutsaldır; beyaz, saflığın, temizliğin sembolüdür. Onun için Êzidîler, beyaz kıyafetler giymeye özen gösterir. Saç uzatmak, uzatılan saçları örgü yapmak gelenektir.
Êzidîler için farz olan dini vecibeler şahadet, namaz (ibadet), oruç, zekat ve haçtır. Onlara göre Tanrının birçok ismi vardır. Bunlardan en çok kullanılanı ve en güzeli “Xuda” (Hüda) dır. Şahadet, Tanrının sonsuz kudret sahibi olduğunu gösterir. Şeyh Hadi ile mürşitleri Sultan Yezit ise Tanrının meleği, yerin nuru ve insanlığın sevincidir. Melekê Tavus, Tanrının meleği ve elçisidir. Bu nedenle her Êzidî, akşam yatmadan önce ve sabah uyandığında bütün bunların adını tekrarlamakla mükelleftir.
Êzidîler günde iki defa sabah ve akşam olmak üzere yüzlerini güneşe döndürüp dua ederler. Dualarının adı kavildir. Kaviller, içten içe dua gibi mırıldandığı gibi, bendir eşliğinde yüksek sesle, şarkı formunda da söylenir.
Toplu ibadet yapılmaz bu inanış sahipleri arasında. Bir istisna hariç... O da yılda bir kez Musul yakınlarındaki kutsal Laleş Vadisi’ne, Şeyh Hadi’nin türbesine yapılan hac ziyareti esnasında gerçekleştirilen ibadettir. Namaz sabah ve akşam olmak üzere günde iki kez kılınır. Sabah namazında, güneş belirli bir sarılığa ulaştıktan sonra, güneşe karşı durup üç defa eğilmek (rükua varmak) suretiyle kaviller okunur. Akşam güneş batmaya yüz tuttuğunda da aynı hareket tekrarlanır.
Êzidî inanışına göre Allah, yılda sadece üç gün oruç tutmayı emretmiş. Bu günler, Eylül ayının 3 ile 5’inci günleri arasına rastlar. Bu oruç herkese farzdır ve genel oruç olarak kabul görür. Özel oruçları ise sadece din adamları tutar. Zekatlarını ise kendi din adamlarına verirler.
15-20 Eylül tarihleri arasında Laleş’te bulunan Şeyh Hadi’nin türbesine yapılan hac ziyareti, onlar için hem dini, hem de milli bir vazifedir. Bu tören sırasında, Şeyh’in sandukasına yüz sürüp üç kez tavaf eden her Êzidi hacı olmuş sayılır.
Mezopotamya’da bir avuç Ezidi
Şeyh Hadi’nin Laleş Vadisi’ndeki dağın eteğinde bulunan türbesine, Sırat Köprüsü denilen bir köprüden geçerek ulaşılır. Türbenin içinde bir su kaynağı vardır. Bu kaynaktan akan suya zemzem suyu adı verilir. Çocuklarını bu kaynağın suyuyla vaftiz ederler. Hac vazifesi, bir tören şeklinde yerine getirilir. Laleş Vadisi’nde akan ve hemen hemen hepsi kutsal kabul edilen sularda yıkanılır, sancaklar bu sularda yıkanarak vaftiz edilir. Qewal ve feqîrlerin çaldıkları bendirler ve okudukları kaviller eşliğinde danslar edilir. Kutsal mezarlarda kandiller yakılır, özel yapılmış yemekler, özellikle de özü darı ve tereyağı olan “xuse” yenir.
Sözü büyük usta Yaşar Kemal’in “Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana” romanında geçen Êzidi bahsiyle bitirelim en iyisi:
“Yüzyıllardır bu insanlar öldürüldüler, o kadar sürgün edildiler, o kadar işkence gördüler, o kadar aşağılandılar, gene de yılmadılar, tükenmediler. Şu insanoğlunda öylesine bir güç var ki tükenmiyor, çürümüyor, ölmüyor, toprak gibi, ışık gibi, su gibi. Yezidiler adam öldürmezler. Adam öldürenler Yezidilikten çıkarılırlar. Onlar savaşı bir toplu kırım sayarlar. Savaşa katılmamak için direnirler. Yüzyıllardır kan revan içindedirler, durmadan durmadan kanları seller gibi akmıştır. Ottan başka yiyecek bulamamışlar, ama yürekleri kararmamış, sevinçlerini yitirmemişler, hangi koşul içinde olurlarsa olsunlar, yüce dağların kovuklarında kartallar gibi yaşamışlar.”
Eskiden çoktular, şimdi Mezopotamya’da bir avuç kaldılar.