Kimlik hapishanesi ya da duvarları yüksek yalıtım

Dilaver Demirağ / Yazar
30.06.2018

CHP seçmeninin Erdoğan’dan nefret etmesi, bastırılmışların geri dönüşünü temsil eden ‘ayakların baş olması’ durumu ile alakalı. Erdoğan onların gözünde bir taşralı ve bu nedenle geri bir figür. Üstelik hayat tarzlarının ülke geneli tarafından paylaşılmaması CHP gettosu sakinlerinin sinirini bozuyor. Türk Modernleşmesi asla Batı modernleşmesi gibi esas olarak ekonomik alanda başlayıp sonra kültürel alanla ardından da siyasal alanla şekillenen bir modernleşme olmadı. Türk modernleşmesinin alametifarikası balolardır. O balolar ile iki ayrı toplumsal yapı inşaa edilir.


Kimlik hapishanesi ya da duvarları yüksek yalıtım

Bir seçim daha yaşandı ve sonuçlar hiç de sürpriz olmadı. Çok umutlanmalarına “Bu kez olacak” şeklindeki sağlam inançlarına rağmen modern kentli orta sınıflar derin bir hayal kırıklığı yaşadı. Buz kez gideceğine inandıkları Erdoğan gitmek yerine, yerini daha da sağlamlaştırdı. Tam da bu yüzden bu kesim adeta depresyona girdi ve hayat küstü. Ama en ufak bir biçimde biz nerede hata yapıyoruz sorgulaması yapmadan sorumluluğu, Erdoğan’a oy veren ve aynı sosyal atmosferi bile solumak istemedikleri kitlelere yıkarak, nefret ayinlerini sürdürdüler.

Bu sosyal sınıfın belirleyici karakteristiği Batılı bir toplum olma özlemidir. Bu nedenle Kemalist elitler gibi onlar da taşralılardan nefret eder. Aslında taşra onlara aşmak için uğraşı verdikleri geçmişlerini anımsattığı için boğucudur. Doğal olarak Batılı bir eğitim aldıklarından, Batı’da üretilen bilgileri olduğu gibi buraya taşımak, kendi zevklerini biçimlendiren küresel tüketim kültürünün zevkperestliğini yapmak ve hazcı olmak temel belirleyenleri... Bunlar bir yerde kendilerini kent yoksulları karşısında elit gibi gören bir tutum içindedirler. Bu bakımdan taşra salt aşmak istedikleri sosyal geçmişi değil aynı zamanda kültürel geçmişi de hatırlatır. İslami Doğu’nun dünyası onlar için taşra ile özdeş olduğundan boğucudur. Taşra sıkıntısı aynı zamanda İslami Doğu sıkıntısıdır da.

Bu sınıfları anlamak yolunda Fransız Sosyolog Pierre Bourdieu önemli bir yer tutar. Bourdieu (bundan böyle Bordiyö olarak yazılacaktır) sınıf mücadelesinin kültür üzerinden yürüdüğünü belirtir. Kültür basbayağı bir iktidar alanıdır. Ona göre insanların sosyal davranışlarını belirleyen içinden çıkıp geldiği kültürel evrendir onun habitus yani biyolojide yuva/mekân olarak ifade edilen yerle söylemek istediği de budur.  Bordiyö bu noktada kültürel sermaye kavramını devreye sokar. Kültürel sermaye bir alanda gücü elinde bulunduranların eğitim yoluyla ailelere ve dolayısıyla bireylere aşıladığı yapıdır. Yani bir nevi “bilgi sermayesidir”.

İşte bugün Türkiye’de CHP ve AK Parti üzerinden süregelen temel çatışmanın ana kodlarını bu kavramsal alan içinde anlayabiliriz. Türk Modernleşmesi asla Batı modernleşmesi gibi esas olarak ekonomik alanda başlayıp sonra kültürel alanla ardından da siyasal alanla şekillenen bir modernleşme olmadı. Türk modernleşmesinin alametifarikası balolardır. O balolar ile iki ayrı toplumsal yapı inşaa edilir. Bir yanda şık, Batılı değerlere sahip modern insanlar diğer yanda ise en berbat yoksulluk içindeki insanlar. Bu iki kesim asla karşılaşmayacak güçlü bir sosyal mesafe ile ayrılır.

CHP seçmeni olarak tanımladığımız toplumsal gruplar başından beri Batılı kültürel-sosyal değerlere dayanan bir toplum inşaa etmeyi modernlik sandığı için, sağın somut kalkınmacı modernliği tarafından hep altedilmişlerdir. CHP için modern olmak Batılı gibi giyinmek, onun gibi düşünmek, onun ahlakı ile ahlaklanmak, onun kültürüne sahip olarak kendini ona kabul ettirmektir. Her ne kadar Mustafa Kemal bu benzeme çabasını eleştirmiş ise de kendisi de bu uygulamanın bizzat taşıyıcısı olmuştur. Onun döneminde Batılı gazetelerde yapılan övgüler basının gündeminde bir tür gurur vesilesi oldu. Batı kendimizi seyrettiğimiz bir ayna ve ayna aracılığı ile kendimizi inşaa ettiğimiz yer oldu. Bu anlamda AK Parti dönemine kadar bu ülkede Batı ile kurulan ilişki iki eşit öznenin karşılaşması değil bir tür efendi-köle ilişkisi olmuştur.

Simgesel anlamıyla Batı

İşte bugün CHP ve diğer modern kentsoyluların anlamadığı nokta da bu. AK Parti seçmeni ilk defa Batı’nın karşısında süklüm püklüm duran bir lider değil, Batı ile eşit iki güç arasında kurulan ilişki türü bir ilişki biçimini benimseyen birini gördü. Bu, onların yıllardır içlerinde taşıdığı tüm aşağılanmalar ve travmalar karşısında taşıdıklarının sembolü idi. Ondan yayılan gücü kendi gücü olarak görerek onu baş tacı ettiler. Kendi kitlesinin deyimi ile uzun adamın -ki bu bile önceki liderler karşısında övünülen bir şeydi. Daha önceki liderler kendilerinden uzun Batılı liderlerden aşağıda iken Erdoğan onlarla ya eşit boyda ya da kimilerinden daha uzundu-  “Eyy” diye başlayan tiradlarının kitlesinde yarattığı coşku, Batı ve Batılı seçkinler karşısında taşranın tekrar gücü ele geçirmesinden, bugüne dek dışlananların toplumda bir özne haline gelmesinden kaynaklanıyor. İki seçmenin birbirinden bu denli uzak kalmalarında tam da bu kültürel geçmişten gelen sınıfsal mevzilenmeler önemli bir yer tutuyor. CHP’lilerin, anlam veremedikleri Erdoğan tutkusunun temel nedeni de bu: Batı ve Batıcıların bastırdığı bir toplumun, onun nezdinde ezik değil başı dik hale gelmesi…

Buna ilişkin hiç kuşkusuz farklı sosyolojik tespitler, analizler ve bu çerçevede belki eleştiriler gelebilir ama seçmen davranışını belirleyen şey akli kararlar değil duygu dünyasında oluşan salınımlar. CHP seçmeninin Erdoğan’dan nefret etmesi de bastırılmışların geri dönüşünü temsil eden ‘ayakların baş olması’ durumu ile alakalı. Erdoğan onların gözünde bir taşralı ve tam da bu nedenle geri bir figür. Tam da bu nedenle CHP’lilerin ve kentli orta sınıfların nezdinde Erdoğan dünyanın en demokratik, en modern siyasetçisi de olsa, onun asla ve kata kabul göremeyecek olmasının ana nedeni ayaklar kesiminden gelip sonra da baş olması. Bu ister istemez bir hazımsızlık yaratıyor.

Yaşam tarzı siyaseti

Bu saptamalardan sonra şu analizi de yapabiliriz kavga kültür alanından çıktığı, kültürel sermayeler iktidar mücadelesi içinde sınıfsal bir mevzilenme içinde olduğundan, toplum ister istemez İstanbul vb. büyük kentlerde son 10 yıl içinde oluşan kapalı ve yalıtılmış sitelere benzer bir konumlanış içinde. Nasıl bu siteler kalın duvarların ardında kentin kalanından ayrışık bir mimari düzenlenişi temsil ediyorsa, kültürel alandan neşet eden kimlikler ve bu kimliklerin kapalı cemaatleri de sosyal anlamda kapalı site gibi sızdırmaz bir ayrışıklık içinde. Hal böyle olunca oy oranları da taş gibi sağlam bir konumda oluyor ve birinden diğerine en ufak bir kayma olmuyor. Bu anlamda CHP ile AKP ile HDP ile MHP arasındaki kutupsallık taş gibi kımıldamaz sağlam ve garanti bir oy kitlesi oluşturuyor. Son yıllara kadar bunun dışına çıkan her kesimden oy alabilen tek siyasi parti ise AK Parti oldu.

AK Parti’den muhafazakâr ve mütedeyyin kitlenin adresi olan Özal’ın ANAP’ı İle başlayan kimliksel ayrışma AK Parti ile özellikle modernist orta sınıflar için kapalı cemaatlere dönüştü. Bu cemaatler AK Parti kitlesi gibi geleneksel cemaatlerden farklı olarak, kendi kültürel kalıplarını mutlaklaştıran ve bunu bir kimliğe tevdii ederek bir modern hatta post modern cemaate dönüşmüş durumda.

Yukarıda sözünü ettiğim beyaz orta sınıfın partisi olan CHP bugün basbayağı sosyolojik anlamda bir cemaat. Çağımızın son dönem yaşamış en büyük sosyoloji ustası olan Zygmunt Bauman’ın bir güvenlik arayışı olarak ifade ettiği modern/akışkan modern toplumun cemaatleri kendi içlerinde birer kapalı siteler gibiler. Bauman’ın Tarifi ile “Cemaat şiddetli yağmurda altına sığındığımız bir saçak, dondurucu soğukta içinden çıkmak istemediğimiz şömineli bir oda gibidir, güvenlik sağlar. Güven duygusu yanında cemaatin özellikle bizim ülkemizde önemli bir işlevi daha var: Sosyal ilişki yoluyla işlerini görebilmek. Cemaatler iş bulmamızı, evlenmemizi, zorda kaldığımızda dayanışmayı sunuyor. AK Parti tabanı için cemaat bu.

Güvensiz güvenlik

Ancak CHP için cemaat esas olarak bir sosyal getto. Kendi hayat tarzının sürekliliğinden öte bu hayat tarzının Türkiye’nin geneli tarafından paylaşılmaması bu getto sakinlerinin sinirini çok bozuyor. İstiyor ki o rakısını rahatlıkla yudumlarken etrafta rakı yudumlamayı tercih etmeyen, bundan ısrarla kaçınanlar olmasın, o plaja bikini ile girerken etrafta haşemalı kadınlar olmasın. Onun o kutsal çocukları otobüslerde oynaşırken birileri bundan duyduğu rahatsızlığı dile getirmesin. Kısacası bu büyükşehirli modernist ahali sadece dokunulmazlık değil kendi gettosunun bir yağ gibi yayılabilmesini istiyor. Sonrada çıkıp demokratik çoğulcu bir toplum üzerine ahkâm kesiyor.

Sonuç olarak bu ayrışma ve herkesin kendi kapalı cemaati içinde bir diğeri ile ilgilenmediği bir yapı oluşması siyaseti de epeyi kolaylaştırıyor. Böylece CHP örneğinde olduğu gibi genelin taleplerini karşılayacak bir siyaset işlemiyor. Hal böyle olunca, anlık ekonomik koşullardan çok uzun dönemli sosyal algılama ve ilişkiler toplumun iktidar kararında başat olabilmektedir. Tam da bu nedenle AK Parti seçimler sonrası kendi içinde seçmenin verdiği mesajları değerlendirip kendi politikalarını gözden geçirip kendini değiştirebilirken CHP bunu yapma ihtiyacı duymuyor. Çünkü bu kristalize olmuş getto ona garanti oyu sağlamakta. CHP yöneticileri de koltuğa yapışarak en ufak bir değişme fırsat vermiyor. Tam da bu nedenle İnce’ye rağmen CHP gerçeği değişmiyor ve yakın vadede değişebilecek gibi de görünmüyor. Hal bu olunca da demokrasimizin şiddetle ihtiyaç duyduğu siyasi rekabet oluşamıyor. AK Parti kendi tercihi olmamasına rağmen bir siyasi tekel konumunda yer alıyor.

@dilaverdemirag