Kimlik siyasetinden inşa siyasetine

Doç. Dr. Talha Köse / İstanbul Şehir Üniversitesi-SETA
14.11.2015

Sonuç olarak Türk siyasetinde ilk kez bu kadar geniş bir toplumsal tabana dayanan bir siyasi hareket Türk siyasetinin yapısal problemleri ve krizlerini çözme noktasında adres gösterilmiştir. Ak Parti’nin sorumluluğu muhalefetin makul kısmını da ikna ederek Türkiye için yeni bir anayasa yapıp toplumsal mutabakatı sağlamaktır.


Kimlik siyasetinden  inşa siyasetine

Siyaset geriye dönük geniş dönemler ve süreçler olarak okunduğunda önemli gibi görülen bazı tarih ve aktörler silikleşirken bazıları da daha fazla ön plana çıkmaktadır. Türkiye’nin iç siyaseti açısından bakıldığında 1 Kasım 2015 millet vekilliği genel seçimleri, sonuçları itibari ile tarihi bir dönüm noktası olarak kayda geçmeye adaydır, tıpkı 3 Kasım 2002 ve 12 Eylül 2010 anayasa referandumu gibi. 1 Kasım Türkiye siyaseti açısından sivil vesayet odakları ve onlarla bağlantılı aktörlerle hesaplaşmanın önemli bir aşamasıdır ve gerilimli bir dönemin sona erdiğinin habercisi olacaktır. Türk siyaseti açısından bundan sonrası için daha yapıcı ve inşa edici bir dönemin önü açıldığı söylenebilir. Bu dönem sivil, demokratik ve değerleri ile barışık “Yeni Türkiye’nin” kurumsallaşması açısından önemli bir fırsattır. Ancak Türkiye’nin 1 Kasım’a yaklaşık beş yıl süren bir korku tünelinden geçerek ve birçok badireler atlatarak geldiğini vurgulamak gerek. 1 Kasım seçimleri Türkiye’de sivil siyasetin inşa edici alanının ilk kez bu kadar genişlediğine işaret etmektedir. Bu durum AK Parti elitine de yeni sorumluluklar yüklemektedir.

Türkiye Cumhuriyeti tarihi göz önünde bulundurulduğunda Türkiye’deki siyasi krizler daha çok rejim krizi veya irtica tartışmaları üzerinden yapılageldiği görülmektedir. Bu tartışmalarda Türk Silahlı Kuvvetleri ve devlet bürokrasisi içerisindeki derin yapılar hep belirleyici aktörler olmuşlar ve müdahaleleri ile Türk siyasetinin ana hatlarını belirlemişlerdir. Siyasetin doğrudan aktörü olmaktan çekildiklerinde ise etkilerini kalıcı kılacak vesayet yapılarını ve odakları bir şekilde siyasete eklemlemişlerdir. Sivil aktörlerin kendi aralarında uzlaşıp anayasa yapamamaları da bu etkiyi kalıcı kılmıştır. Türkiye’de rejim krizi söz konusu olduğunda ve Türkiye yönetilemez hale geldiğinde, Türk toplumu bu yapıların müdahalesini ve düzen kurma faaliyetlerini çoğu zaman meşru olarak görmüştür. Ancak bu düzen kurma faaliyetleri her seferinde Türk toplumunun çıkarlarının ve özgürlüğünün hilafına şekillenmişti.

Korku tünelindeki Türkiye

12 Eylül 2010 anayasa referandumu sonrası girilen türbülanslı dönem Türkiye açısından son derece sancılı geçti. Bu süreçte Türk toplumunun bütün fay hatları harekete geçti ve Türkiye adeta iç savaşın eşiğine geldi. Siyasi ve ekonomik istikrarsızlık Türkiye’yi sarsmasına, cari siyasi kurumlar ve yargı önemli ölçüde yara almasına ve itibarsızlaşmasına karşın bu kriz Türkiye’yi yönetilemez bir noktaya götürmemiştir. Türk toplumu böylesi derin bir krizde ilk kez uluslararası aktörler ve sivil ve askeri bürokrasinin önüne geçerek düzen kurma sorumluluğunda hakemlik rolünü oynamıştır. Türk halkı mevcut yönetim krizini çözme yetkisini ve sorumluluğu sivil bir siyasi aktör olan AK Parti’ye teslim etmiştir. Bu aynı zamanda Türk demokrasisinin olgunluk düzeyinde sınıf atladığının da önemli bir göstergesidir.

Türbülansın sonundaki ışık

AK Parti’nin ilk dönemi devlet içerisindeki bürokratik vesayet odakları ile hesaplaşma ile geçti. Türk ekonomisinin bu dönemdeki performansı ve demokratikleşme konusunda atılan adımlar, AK Parti’nin bu odaklarla hesaplaşmada işini kolaylaştırdı. Türkiye zaman zaman Batı ile çelişse bile bu dönemde uyguladığı yapıcı dış politika ile de belirli bir uluslararası meşruiyet kazandı. AK Parti bu dönemde ciddi bir toplumsal koalisyonun da desteği ile Türk siyasetine damgasını vurdu. 367 kararı ile cumhurbaşkanının meclis tarafından seçilmesi imkansızlaşınca, bu sorun halkın hakemliği ile çözüldü. Ancak 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu sonrası bu koalisyonda çatlaklar hatta kırılmalar başladı.

12 Eylül sonrası girilen türbülans Türkiye açısından çok yıpratıcı oldu. Siyasi ve bürokratik krizleri, toplumsal desteği hareketlendirerek çözen AK Parti bu sefer kimlik merkezli bir toplumsal kutuplaşma ile muhatap oldu. Toplumun derin fay hatları harekete geçerek etnik, mezhepsel ve yaşam tarzı ile ilgili olan bütün toplumsal ayrımlar keskinleşti. Toplumsal gerilim siyaseti Türkiye’yi yönetilebilir olma noktasından uzaklaştırdı. Bu korku tünelinin belki de en karanlık dönemi 7 Haziran seçimleri ile 1 Kasım seçimleri arasındaki dönemdi. Aynı anda üç terör örgütü -PKK, DAEŞ ve DHKPC- Türkiye’ye savaş açtı. Türkiye’nin dost ve müttefik olarak bildiği devletler Türkiye’nin güvenliğinin hilafına hamleler yaparak Türkiye’nin istikrarsızlaşmasına katkı sağladılar. Suriye iç savaşı da Türkiye’nin uluslararası aktörlerce istikrarsızlaştırılmasını kolaylaştıran önemli bir etken oldu. Uluslararası medya da çok açık ve doğrudan taraf olarak AK Parti ve Erdoğan’ın, Türkiye’nin geleceğini belirlemesinin önüne geçmeye çalıştılar.

Türkiye bu iniş çıkışlı dönemde bir yandan kendi içindeki kimlik merkezli sorunlarla boğuşurken diğer yandan bölgesel sorunların etkileri ile muhatap oldu. Gezi olayları, 17-25 Aralık soruşturmaları, Paralel Yapı ile mücadele, Arap Baharı’nın bastırılması, Suriye iç savaşının ortaya çıkışı, mülteciler ve IŞİD tehdidi üzerinden Türkiye’nin iç siyasetinin etki altına alınmaya çalışıldığı bir dönem yaşadık. Türkiye bu zorlu süreçte Cumhuriyet tarihinin en önemli sorunlarından biri olan Kürt sorununun çözümüne yönelik önemli adımlar attı. Bütün bu siyasi gerilimler yaşanırken, Türkiye aynı zamanda 2008 Avrupa Borç krizi ve küresel ekonomik dalgalanmanın etkilerine muhatap oldu.

Şüphesiz 1 Kasım, bütün bu sorunların aniden nihayete erdiği bir tarih değil ama en azından sorunların meşru muhatapları ve bu muhatapların arkasındaki destek teyit olmuş oldu.

Yetki milletindir

1 Kasım 2015 seçimleri Türkiye tarihi açısından bir dönemin sonuna işaret etmektedir. Toplum yine Türkiye’nin yönetilemez hale geldiğini fark etmiştir ancak bu sefer düzen kurma ve toplumsal gerilimi yönetme görevini sivil aktörlere ve siyasete vermiştir. Türk toplumu sivil vesayet odaklarının da siyasetten temizlenmesi ve Türk demokrasisinin normalleşmesi için önemli bir kredi vermiştir. AK Parti de bu bağlamda tarihi bir misyonu omuzlamıştır.  AK Parti bu meşruiyeti son 13 yıldır Türk siyasetinde oynadığı yapıcı roller ve Türk ekonomisini küresel sarsıntılara karşın güçlü tutabilmesi ile kazanmıştır. Üstelik bunu toplumun değerleri ile uyumlu ve topluma tepeden bakmayan bir siyaset dilini benimseyerek yapmıştır. AK Parti açısından 1 Kasım zaferini mümkün kılan şey bu çok yönlü yaklaşımı olmuştur. Bu görevin toplum tarafından AK Parti’ye tevdi edilmesinde sivil siyasette AK Parti’ye alternatif bir oluşum olmamasının da rolü vardır. 7 Haziran seçimleri sonunda ortaya atılan yüzde 60’lık blok balonunun kısa sürede anlamsızlaşması da 1 Kasım’da Ak Parti’nin önünü açan faktörlerden biri olmuştur.

Sonuç olarak Türk siyasetinde ilk kez bu kadar geniş bir toplumsal tabana dayanan bir siyasi hareket Türk siyasetinin yapısal problemleri ve krizlerini çözme noktasında adres gösterilmiştir. Bu AK Parti siyaseti açısından yeni bir döneme “inşa siyaseti” dönemine işaret etmektedir ve AK Parti elitine de yeni sorumluluklar yüklemektedir. Bu sorumlulukların başında da muhalefetin makul kısmını da ikna ederek Türkiye için yeni bir anayasa yapıp toplumsal mutabakatı sağlamaktır. Şüphesiz AK Parti’ye verilen destek sınırsız değildir ve bu destek 2019 yılında yeniden sınanacaktır. Bundan sonrası dönem için AK Parti’nin kaderi, Türkiye’nin kaderi ile örtüşecektir.

[email protected]