Kimliklerimiz radikalleştiğinde hapishanelerimize dönüşür

Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa Uludağ Üniversitesi
24.09.2021

Türkiye'deki "kutuplaşma" Türk modernleşmesi gibi tepeden inme ve jakobendir. Toplum aşağıdan yukarıya doğru değil, yukarıdan aşağıya doğru kutuplaşır ya da kutuplaştırılır. Kutuplaşmanın konusu olarak en başta aydın-halk ikilemini, "ilerici","gerici" kalıplarını görürüz.


Kimliklerimiz radikalleştiğinde hapishanelerimize dönüşür

"Kaç çeşit mutluluk varsa güzelliğin de o kadar çeşidi var" demiş Fransız yazar Stendhal. Çeşitlilikten ve mutluluk türlerinden söz eden, onun teorisini çok iyi yapan Stendhal'in pratiği ise son derece zayıftır ve hayatı boyunca iki kutup arasında gidip gelmiştir: Asker mi olayım? Yoksa yazar mı olayım? Gerçekten de çeşitlilik hayatın en önemli özelliklerinden birisi ama zaman zaman bir tarafta saf tutmaya, taraftar hatta fanatik olmaya veya bir tarafta saf tutarken tam aksi kutba savrulmaya zorlanır, bazen isteğimizle bazen de mecburen birbirimizle kutuplaşır ya da kutuplaştırılırız.

Siyah ve beyaz

Okuduğunuz bu yazının konusu hayatın renkleri olabilirdi veya yazarı bir konuyu birçok yönüyle ele alıp evire çevire hayatın renkleriyle ilişkilendirebilirdi. Ancak konumuz hayatın renkleri değil, siyah beyazı, yani "kutuplaşma". Üstelik bu sık sık karşılaştığım ama benim hiç sevmediğim ve mizacıma hiç de uygun bulmadığım hatta kimi zaman nefret ettiğim bir mesele. Çünkü ben siyah ya da beyazı değil, çeşitliliği, hayatın bütün renklerini severim. Toplumun kamplara bölünüp birbiriyle mücadele eder hale gelmesi kutuplaşma olarak değerlendirilebilir mi? Kutuplaşma kendiliğinden olan doğal bir süreç mi yoksa yapay olarak yaratılan bir süreç mi? Kutuplaşmanın panzehiri nedir? Bunlar cevaplandırması zor sorular ve cevaplandırmak için pek fazla yerimiz yok. Burada yalnızca bazı tespitler yapabiliriz. Bu tespitler böylesine zor bir toplumsal fenomeni tarif etmek için her zaman noksan kalacaktır.

Sosyal barışı tehdit

Kutuplaşma literatürde kişilerin tercihlerinin aşırı derecede farklılaşması, radikalleşmesi ve tercihlerin uçlara doğru gitmesi olarak tarif edilir. Toplumsal veya siyasi kutuplaşma etnik, dinsel, mezhepsel hatta cinsiyete bağlı olarak ortaya çıkabilir. Kimi zaman bir toplumda kutuplaşma öyle artar ki kutuplaşma düzeni, sosyal barışı ve güvenliği tehdit eder hale gelebilir. Çatışmaya, iç savaşa neden olabilir. Kutuplaşmanın karşımıza en çok çıkan boyutu ise "kimlik" meselesiyle alakalıdır.

"Kimlik", yalnızca Nüfus cüzdanında yazanlar değildir. Kimlik, beni diğerinden farklı kılan şey, özelliğim. Kimliğim benim kim olduğumu, dünyadaki yerimi, hayatın akışındaki niteliğimi, sosyal statümü gösteriyor. Kimliğim yoksa ben bir hiçim. Kim olduğumu sorduklarında verdiğim cevap kimliğimi işaret ediyor. Kimlik önemli çünkü beni ben yapan şeyler onda gizli. O benim geçmişim, aidiyetim, sırtımdaki bagajım. Kimliksiz insan düşünülemez, kimliksizlik de bir kimliktir. Siyasi kimliğim, etnik kimliğim, dini kimliğim, kültürel kimliğim, cinsel kimliğim veya kimliklerim olabilir. Ancak kimliğime çok fazla sarıldığımda ya da kendimi ona tamamen kapadığımda kimlik benim hapishaneme de dönüşebilir.

"Bu dünya bir köprüden başka bir şey değildir. Geç üzerinden ama evini orada inşa etme" demiş Henn. Genelde Henn gibilerini dinlemeyiz. Kimliğimize sarılır, karşıt olduğunu düşündüğümüz kimliklerle şiddetli bir mücadeleye gireriz. Söz gelimi siyasi kutuplaşma, özellikle siyasi kimliklerin aşırı vurgulanmasıyla ortaya çıkar. Siyasi olarak bizden farklı düşünen arkadaşımızla, akrabamızla, amirimiz ya da astımızla, sokaktaki herhangi bir adamla ona fikrimizi kabul ettirmek için kavgaya tutuşuruz. Aslında kavgaya tutuşan genellikle biz değilizdir. Siyasi konumlarımız ve aidiyetlerimizdir. Kendimizi onların temsilcileri gibi görür, siyasi eleştiriye tahammül edemez ve hakarete uğramış hissederiz. Kadınsam kadına karşı şiddeti sebep göstererek karşı cinsle kutuplaşabilir ve amansız bir mücadeleye girebilirim. Bulduğum her fırsatta "kadın cinayetleri politiktir" sloganını atabilirim. Ama bu kutuplaşmamın, karşı çıkışımın ya da eleştirimin kendisi de politiktir.

Jakoben kutuplaşma

Bana göre Türkiye'deki "kutuplaşma" Türk modernleşmesi gibi tepeden inme ve jakobendir. Toplum aşağıdan yukarıya doğru değil, yukarıdan aşağıya doğru kutuplaşır ya da kutuplaştırılır. Kutuplaşmanın konusu olarak en başta aydın-halk ikilemini, "ilerici", "gerici" kalıplarını görürüz. Siyasi, askeri ya da bürokratik elitler kendi siyasi bagajlarını medya ve başka kanallar aracılığıyla yukarıdan aşağıya doğru yayarlar ve bu kavgadan beslenirler. Sokakta, mahallede, dost meclislerinde, aile içinde sakin sakin oturup birlikte güzel vakit geçiren, komşuluk yapıp birlikte yiyip içen insanlar seçimler yaklaştığında ya da siyasi bir hadise cereyan ettiğinde birbirleriyle kanlı bıçaklı hale gelebilirler. Ya da sosyal medyadaki kışkırtmalardan etkilenerek güzel bir ortamın ve birlikte olmanın tadını çıkarmak yerine birbirlerine sözlü ya da fiziki olarak saldırabilirler. Kutuplaşma ile ilgili bir diğer tespit şu olabilir: Türkiye'deki kutuplaşma sürekli kutuplaşıyoruz ya da kutuplaştırılıyoruz diyenler tarafından daha fazla yaratılmaktadır. Kutuplaşma ya da kutuplaştırılma yalnızca siyasi meselelerde ortaya çıkmaz. Aşı karşıtlarıyla aşı taraftarları, çevrecilerle sanayiciler, gençlerle yaşlılar, birbirinden farklı kimlikler... çatışabilir veya birbiriyle kutuplaşabilir.

Kimlik ölümcül olabilir

Kimlikler yuvamızdır ancak bu yuva zaman zaman koşullara bağlı olarak cehenneme de dönüşebilir. Harika bir kitap olan Ölümcül Kimlikler'in yazarı Amin Maalouf'un dediği gibi, kimlikler veya kimliklerimiz ölümcül olabilir. Eğer fanatik bir şekilde siyasi kimliğimize sarılıyorsak ve diğer kimliklerimizi unutuyorsak bu ölümcüllüğe davetiye çıkarırız. Aynı durum diğer kimlikler için de geçerlidir. Halbuki insan gün içinde çoklu kimlikleriyle yaşayabilir ve yaşıyordur da. Fikirler konusunda liberalken, yemekler ya da ilişkiler konusunda muhafazakar hatta tutucu olabilir, damak tadıma uygun olmayan şeyleri yemeyi reddedebilir, milli maçı izlerken milliyetçi kesilebilirim. Evde küçük çocuğuma karşı kendine zarar vermemesi için daha otoriterken okulda öğrencilerime ve meslektaşlarıma demokratik davranabilirim. Gün içinde çoklu kimliklerle dolaşırız ve bu kimliklerden bir tanesini aşırı derecede vurgulamaya başladığımızda sorunlar başlar. Dostluğu, sevgiyi, arkadaşlığı, empatiyi, yardımlaşmayı, diğerkamlığı, otoriteye saygıyı unuturuz. (Siyasi, etnik, dinsel, cinsel) Ben ve öteki, biz ve onlar, ben ve diğerleri dünyayı kamplara bölmenin adresleri olurlar. Maalouf, Ölümcül Kimlikler eserinde kimliğin verili olmadığını, zamanın ruhu ile yaşam boyunca değişebildiğini ifade eder. Bu yüzden insanın tek bir aidiyete radikal bir şekilde bağlanması kendisini bir hapishaneye sokması anlamına gelir. Kimlik hapishanesi diğerlerine kendimizi kapatır. Yaşamımızı dondurur. Karşımızdaki insanların çoklu aidiyetlerinin olduğunu kabul etmek "biz" ve "öteki" kalıplarının yıkılmasını sağlar. Dünya sürekli değişmekte ve gelişmektedir. Dünyaya ilişkin fikirlerimiz, bakış açılarımız da buna paralel değişir. Fanatizm ise donmuş kalıplarla iş görür. Maalouf, kimliği pantere benzetir. Metninde pantere eziyet edildiğinde ve serbest bırakıldığında göstereceği saldırgan davranışla, panter evcilleştirildiğinde göstereceği davranışı birbiriyle mukayese eder ve aynı durumun kimlik için de geçerli olabileceğini ifade eder. (Maalouf Amin, Ölümcül Kimlikler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008)

Eşit derecede önemsiz

Siyasi koşullar değiştikçe, siyasi fikirler de değişebilir. Kadim tecrübeye sahip sağduyu elçileri "akrabanla ya da dostunla ye, iç ama alış veriş yapma" demişler. Akrabandan ya da dostundan "patron" olamayacağı gibi "işçi" de olmaz. Simmel'in dediği gibi paranın "kalbi" yoktur. Dostunuzla ya da akrabanızla aranıza "kaça?" sorusu girdiğinde ilişkiniz aynı kalamaz. Aynısı siyaset için de geçerli. Akrabanla, dostunla ye iç ama siyaset konuşma. (Bu benim düsturum isterseniz uymak zorunda değilsiniz ama sonuçlarına katlanırsınız.) Bana göre hiçbir politik inanç dostluğun, arkadaşlığın, akrabalığın ve insaniyetin yerini tutamaz. Karşımızdaki kişinin bizden farklılığını kabul etmek ve görüşlerine saygı duymak bizi özgürleştirir. Gündelik, küçük hapishanelerimizden çıkarız. Bu yüzden siz gelin yine de Alain de Botton'a kulak verin. Şöyle diyor üstat: " İnsanlar arasındaki farklar ne kadar fazla olursa olsun, büyük çöllerin, yüksek dağların, buzulların ve okyanusların oranlarıyla karşılaştırıldığında çok küçük kalır. Yeryüzünde, iki insan arasındaki çeşitliliğin alay edercesine küçük görünmesine yol açan doğal güzellikler vardır. Bu muhteşem görüntülerin önünde vakit geçirmek sosyal hiyerarşideki önemsiz konumumuzla ilgili endişelerden sıyrılmamıza yardımcı olur; bütün bir kozmosla karşılaştırıldığında insanların ne denli küçük oldukları düşüncesi yüreğimizi avutur. Önemsizlik hissini yenebilmek için kendimizi daha önemli bir konuma getirmeye uğraşmak yerine herkesin eşit derecede önemsiz olduğunu kavramak gerekir." (Botton Alain de, Statü Endişesi, Sel Yayınları, İstanbul, 2020, s.277)

Bir yakınınızla tartışmaya girdiğinizde lütfen bir balkona ya da açık bir alana çıkıp dağlara, denizlere, gökyüzüne bakın ve düşünün: Peki ya ne için kavga ediyorsunuz? Cahit Zarifoğlu'nun dediği gibi: "Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız." Şiirin geri kalanını okumayı size bırakıyorum.

[email protected]