Kitap yakmak öz mü gürleştirir?

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / Akademisyen, Yazar
28.01.2023

Kitap yakmak, bireyin "öz"ünü gürleştiren bir eylem değildir. Aksine kadim hikmeti yok etmektir. Evrensel olan kadim hikmettir, kutsal olandır. Binlerce yıldan beri var olan hikmete küfredilmesini hoşgörüyle karşılamanın bir erdem olduğu söylenebilir mi?


Kitap yakmak öz mü gürleştirir?

Andolsun hikmetli Kur'an'a, (Yasin, 2)

Hayır; o (Kitap), 'şerefli-üstün' olan bir Kur'an'dır; (Buruc, 21)

İnsanoğlunun ilahi olanla arasındaki en somut bağ kutsal metinlerdir. Ezeli ve ebedi olan, görünmez ve fiziki mahiyeti tahayyül dahi edilemez olan Allah ile insan bu metinler üzerinden diyalog kurabilir. Peygamberlerin ilahi olanla vahiy melekleri üzerinden kurduğu iletişimi biz, onlara indirilen metinler üzerinden kurarız. Bundan dolayı da vahye dayalı kutsal metinler bütün insanlığa hitap ederler zira en son ilahi kelam olan Kuran-ı Kerim, kendinden önce ve kendisinden sonra tüm hakikatleri/doğruları tasdik ederek hakikat adına var olanların tamamını içerir. Dünyada yaşayan dinleri genel olarak iki ana kategoride ele almak mümkündür: Vahiy kaynaklı tevhide dayanan Semavi-İbrahimi dinler ve beşeri kaynaklı dinler.

Sosyolojik dağılım

Bugün dünyadaki genel geçer paradigmanın sahibi, aydınlanma fikrinin kurucusu ve modernizmin timsali olan ülkeler/toplumlar Hristiyan inancına mensuptur. Dünyadaki sermayenin, sanatın, sinema sektörünün, lobiciliğin ve dahi siyasi entrikaların sahibi de Yahudilerdir. Çatışmaların, açlığın, sefaletin ve daha nice olumsuz koşulların yaşandığı coğrafyalar da Müslüman olanlardır.

Ancak İslam ve Müslümanlar adına (oluşturulan) bu olumsuz koşullara rağmen İslam bir gelecek zaman mesajı olarak insanları cezbetmeye devam etmektedir. Zira bu dinlerin en yenisi İslam'dır. En eskisi Yahudilik, en çok inananları olanı da Hristiyanlık ama en çok yaygınlaşma potansiyeli olan İslam'dır. Son derece kategorik bir ifade olarak "Batı'da etik var" kara propagandasına rağmen insanlar Hristiyan değil Müslüman olmaya daha eğilimlidirler.

İslam dini nazil olduktan sonra, dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir döneminde herhangi bir kavmin veya sosyolojik bir grubun kitlesel olarak sahip oldukları dinlerinden vazgeçip Hristiyanlığı kabul ettiği veya Yahudi inancına geçtiği vaki değildir. Ama bunun aksi milyonlarca örnek verilebilir. Dünyanın en kalabalık Müslüman ülkesi olan Endonezya, orayla ticaret yapan Müslümanlardan etkilenerek din değiştirmiştir. Kanada, Toronto Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde misafir olarak bulunduğum dönemde Rusya'dan İsrail'e oradan da Kanada'ya göç etmiş son derece dini bütün Yahudi bir meslektaşım vardı. Sovyet döneminde Rusya'daki Müslümanlarla aynı bölgede yaşamış olduğu için bizim adetlerimize de yabancı değildi. Zaman zaman İslam Şeriatı ile Yahudi Şeriatının benzeşen örneklerinden konuşurduk ve aramızdaki sohbetlerin asıl teması hep din ve dinler tarihiydi. Bir seferinde sorularını art arda sıralayınca, ben de esprili bir şekilde ona yoksa sen Müslüman olmak için mi bu soruların cevabını arıyorsun dedim? Esasında oralarda kişilere tercihini değiştireceğini ima dahi etmek son derece nezaketsiz bir durumdur ama aramızdaki diyaloğa binaen sormuştum. O da bir Müslüman olarak beni utandıracak bir cevap vermişti; hayır ama ben İslam'ı bilmek istiyorum. Her detayını, zira bana göre her yeni semavi din bir önceki diğer tüm dinleri kuşatır, ihata eder. En son din her zaman en güncel ve evrensel olandır. Semavi dinlerin, ancak vahiyle güncellendiğine inanan birisiyim demişti. Bu bağlamda sanat, spor, siyaset ve akademi camiasından dünya kamuoyunun yakından takip ettiği ve bildiği pek çok ismin din değiştirip Müslüman olmasını anlayabiliyoruz. Bunların neredeyse tamamının ortak gerekçesi İslam ile hem dünyalık hem de ahiretlik bir şeref ve izzet kazandıklarını ve çok büyük bir içsel huzura kavuştuklarını söylemeleridir.

Kara propagandaya rağmen...

Bugün Avrupa genelinde Müslüman nüfus yüzde 5 civarında ve göçler olmasa dahi önümüzdeki 5-10 yıl içinde bu oranın yüzde 10'u geçmesi bekleniyor. Her gün ve her saat aleyhinde büyük bir kara propaganda yapılıyor olmasına rağmen insanların hala İslam'ı seçiyor olması bile onun nasıl büyük bir mucize, nasıl büyük bir mucizeye sahip olduğunun en büyük kanıtıdır bana göre. Düşünün İslam'a karşı özel bir kindarlığın ve öfkenin birikmesi için istihbarat örgütleri tarafından kurgulanan katil sürüsü DEAŞ'ın vahşetine rağmen insanlar Müslüman olabiliyorlar. FETÖ gibi yapmacık gülücüklü badem bıyıklı satılmış CIA ajanlarının Müslüman maskesi ile darbe ve işgal girişiminde bulunmasına her türlü sahtekarlığı ve şerefsizliği yapmasına rağmen insanlar yine de bu dinden vazgeçmiyor. Din maskesi ile yapılan bütün alçaklıklara rağmen insanların İslam'dan vazgeçmemeleri yeteri kadar ikna edici bir delil değil mi? Her ne kadar kendisi için inşa ettiği "ötekiye" göre Batı bugün görece çok daha iyi bir sistem ve refaha sahipse de adalet ve merhamet konusunda çok büyük bir kriz yaşamaktadır. Söz gelimi bütün dünyaya, kendileri için en kıymetli değerin ve siyasi projenin demokrasi olduğunu söylüyorlar ama kurum ve kurallarıyla işleyen hiçbir üçüncü dünya ülkesi demokrasisine onay vermediler. Hatta onların demokratikleşmesini engellediler. Mesela iki yüzyıldır Türkiye'nin Batılılaşma serüveninin asıl konusu demokrasi kültürünün gelişmesidir. Her diplomatik temasta bu ilk gündem maddesidir. Peki Batı ülkeleri ve dahi AB, Türkiye'de halkın demokrasi mücadelesinin yanındalar mı yoksa kanlı terör örgütlerinin yanındalar mı? 15 Temmuz FETÖ terör örgütünün sivil siyasete ve demokrasiye karşı giriştiği kalkışmada Batı ülkeleri, halkın demokrasiye sahip çıkma mücadelesinin yanında değil bahse konu terör örgütünün yanında yer aldı. Bu çifte standart ve ikiyüzlülük Batı medeniyeti için ölümcül bir hastalıktır.

Kadim çözüm

Keza toplumsal alanda var olan insana ait temel kurumların ve değerlerin "muhayyel" bir özgürlük aşkına kurban edilmesinin de bu krizi derinleştirdiğinin etkisini çok yakında daha fazla görmeye başlayacağız. Bu açmazlardan kurtulmanın yolu ise daha güncel olan bir değerler manzumesine referansta bulunarak inşa edilecek olan bir sistem ile mümkündür. Her ne kadar bugün bu görüntüyü vermekten bir hayli uzak ise de insanlığın bu krizden kurtulmasındaki en güçlü hazine İslam'dır, Kuran-ı Kerim'dir. İslam'ın, insanlığın karşılaştığı sorunlara teorik olarak kadim çözümler üretecek bir imkana sahip olması ona karşı olan kindarlığı derinleştirmektedir. Bu kindarlığı, islamın çağa uymayan gerici bir din olması yalanı ile maskelemelerine aldırmayın siz, bu iddiayı dile getirenlerin referansı binlerce yıl öncesinden kalma mitolojik hurafelerdir.

Medreselerden sonra...

Dünyada iki milyara yakın Müslüman var, bunların en az yarısının evinde Kuran-ı Kerim vardır. Başta Türkiye olmak üzere pek çok Müslüman ülkede hafızlık, toplumdaki en muteber statülerden birisidir. Sadece Türkiye'de 170 bin civarında hafız var. Braille alfabesi de dahil olmak üzere, yer yüzündeki hemen hemen her dile çevrilmiştir. İnternet ortamındaki pdf formatında yayınlananları da dikkate aldığımızda bir milyara yakın Mushaf-ı Şerif vardır. Ona yönelik çirkin saldırılar onun varlığına ve içerdiği mesaja herhangi bir zarar veremezler ancak gidecekleri cehennemin ateşini çoğaltabilirler.

"Şüphesiz o zikri (Kuran-ı Kerim'i) biz indirdik. Onun koruyucusu da elbette biziz." Ayeti kerimesinde de buyurulduğu gibi onun koruyucusu var zaten. Yeter ki biz bu hükme bütün varlığımızla inanalım. Diğer taraftan bu menfur eyleme karşı siyasi diplomatik ve hukuki itirazların da yapılması gerektiğini ayrıca söylemeye gerek yok ama benim dikkat çekmek istediğim bu çirkin saldırıyı protesto etmek için Batman, Bingöl ve Şanlıurfa'da çok büyük kalabalıkların toplanmış olmasıdır. Bu olay üzerinden esasında bu coğrafyanın samimi dindar bir kavmi olan Kürtlerin nasıl değiştirildiklerini ve nasıl bir projenin nesnesi haline getirildiklerini yüreğimiz burkularak görüyoruz. Onların bu dindar yapısının hangi kurumsal yapılarla inşa edildiğini de biliyorum keza nasıl bozguna uğratıldığına bizzat şahidim. Bölgenin geleneksel ve dindar sosyolojisini inşa eden (medrese, aşiret, köy odaları gibi) bütün "mektepler" bir bir imha edildi. Söz gelimi benim çocukluğumda ailemizin efendisi sohbet ve ziyaret için bize teşrif ettiğinde, odada otururken dini konularda ki izahatlar ve tartışmalarda doğal olarak mevzuyu netleştirmek için Kelam-ı Kadim'e başvurulurdu. Ve Kuran'daki ayete bakalım denildiğinde itina ile hazırlanmış askılı kılıfında kıble tarafındaki duvarda asılı olan Kuran-ı Kerim'i birisi alıp geldiğinde bütün cemaat ona hürmeten kıyam ederdi. Ve elinde Kuran mushafı olan kişi oturmayana kadar da kimse oturmazdı. Tütün saranların kullandıkları sigara kağıtlarının ambalajında, Kuran da o harflerle yazılmış olmasına hürmeten, onu yere atmayıp yakan bir kültürel iklim vardı, bir gelenek vardı. Kim bu atmosferi yok etti? Ulusalcılar ve PKK. Bu bahsi diğerdir. İşte bu iklimde büyüyen insanların ona karşı yapılan edepsizliği en gür sesle dile getirmesi benim için şaşırtıcı değil ama çok büyük bir gurur kaynağıdır.

Batı medeniyeti dibe vurdu, kendisinin bir kutsalı olmadığı için bir başkasının da kutsalına saygı gösteremez. Bugün dünyada ötekinin kutsalını kendi kutsalı gibi görmek zorunda olan bir tek Müslümanlardır. Eğer bir mümin böyle görmüyorsa bu onun kalbinde imanî bir hastalığın var olduğu anlamına gelir. Bir Müslüman için Hz Muhammed (sa) kadar Hz Musa (as) da Hz İsa (as) da Hz Davut (as) da onun elçisi ve rehberidir.

"Allah'a ve peygamberlerine iman eden ve peygamberlerden hiçbiri arasında fark gözetmeyen kimselere gelince, işte bunların kıyamette Allah mükâfatlarını verecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir."

Sadece kendi kültürel değerlerini ve kutsalını doğru ve geçerli gören bir bilgi kaçınılmaz olarak epistemolojik bir faşizmi de beraberinde getirecektir. Bu tehlikenin karşısında ancak İslam dini bir direnme mevzisi oluşturabilir. Müslümanların sahip oldukları bu güçlü rekabet üstünlük alanlarının yok edilmesi için onlara karşı gayri nizami harpler hep var olacaktır zaten.

Son olarak, kendisine mikrofon uzatılan ya da mülaki olan her Batılı idareci ve politikacının "Kuran yakılmasına karşıyım ve eylemi provakatif buluyorum ama ifade özgürlüğü bizim için temel vazgeçilmedir" denilmesini son derece sahtekarca buluyorum. Çünkü Kitap yakmak, bireyin "öz"ünü gürleştiren bir eylem değildir. Aksine kadim hikmeti yok etmektir. Evrensel olan kadim hikmettir, kutsal olandır. Binlerce yıldan beri var olan hikmete küfredilmesini hoşgörüyle karşılamanın bir erdem olduğu söylenebilir mi? Dünyada kimin veya kimlerin buna itiraz ettiğine bakarak "mananın/anlamın" yok edilmesini istemeyenleri de görebiliyoruz. Çünkü buna itiraz edenler ezeli hikmetin yanında durarak Kuran'ın yakılmasına karşı çıkıyorlar aynı zamanda. Ne mutlu onlara...

[email protected]