Kızıl elma: Roma

S. Koray Er / Hartford Seminary
27.08.2021

Fatih'in asıl hedefi Roma idi ve İstanbul'un fethi sadece bu hedefe ulaşmada bir durak noktasıydı. Ünlü Yunanlı alim Kardinal Bessarion, 'tehlike'nin farkına varmış olacak ki İtalyan dindaşlarını uyarmak için şu ifadeleri kullanmıştır: "Siz Türk'ün (Fatih), arzusunun ufak Bulgar devleti, çorak Sırp dağları veya Dalmaçyalıların fakirliği olduğunu mu sanıyorsunuz? Türk'ün hedefi İtalya'nın zenginlikleridir ve orada yaşamak istemektedir."


Kızıl elma: Roma

29 Mayıs 1453 tarihinde Sultan Mehmed`in haşmetli ordusu, Konstantinopolis`in antik surlarında 53 günlük bir kuşatmadan sonra gedik açmış, şehrin müdafaasını yapan Hristiyan askerlerin umutsuz direnişleri ise bir sonuç vermemişti. Gerçekleşmesi muhakkak olan son, Hristiyanlığın Doğu'daki temsilcilerinin üzerine bir kâbus gibi düşmüş, Türk orduları Doğu Roma`nın başkentini ele geçirmişti.

Fatih genç yaşlarından itibaren fethedilemeyeni fethetmeyi ve Konstantinopolis'e kendi mührünü vurmayı arzulamaktaydı. Dönemin Yunanlı diplomat ve tarihçisi George Sphrantzes`in ifadeleri genç Fatih`in idealistliğini anlamamızda önemlidir: "Henüz Sultan olan bu adam (Fatih), çocukluğundan beri Hristiyanlığın düşmanıdır. Hristiyanlara karşı planlarını uygulayacağını gururla ifade etmektedir. Eğer Tanrı rıza gösterir ve şeytani fıtratının neticesinde şehrimize (Konstantinopolis) taarruz ederse, neler olacağını tahmin bile etmek istemiyorum."

Muhakkak ki Sphrantzes`in sözleri Fatih`in arzusunu yansıtmaktaydı ancak onun (Fatih) idealleri Konstantinopolis`in çok daha ilerisindeydi. Büyük İskender ve Sezar gibi tarihe yön vermiş insanlığın gelmiş geçmiş en büyük imparatoru olmak istiyordu. Bunu başarabilmesi için de "kızıl elma" ya ulaşabilmesi lazımdı. "Kızıl elma" Roma idi.

Fatih`in ana hedefinde ulaşmada Konstantinopolis sadece stratejik bir hamleydi. Biyografisini yazan Kritovoulos`un Fatih'in sözlerini aktardığı şu ifadeleri bu görüşümüzü destekler niteliktedir: "Eğer şehri almaya muvaffak olamazsak, onlar (Bizanslılar) şehri kendilerinden daha kuvvetli olanlara teslim edecekler (Latinler) ve onların daha donanımlı askerleri, paraları, gemileri ve silahları olduğundan planlarımız sekteye uğrayacaktır."

Sırp dağlarını neden istesin?

Evet, Fatih`in asıl hedefi Roma idi ve İstanbul'un fethi sadece bu hedefe ulaşmada bir durak noktasıydı. Ünlü Yunanlı alim Kardinal Bessarion tehlikenin farkına varmış olacak ki İtalyan dindaşlarını uyarmak için su ifadeleri kullanmıştır: "Siz Türk`ün (Fatih), arzusunun ufak Bulgar devleti, çorak Sırp dağları veya Dalmaçyalıların fakirliği olduğunu mu sanıyorsunuz? Türk`ün hedefi İtalya`nın zenginlikleridir ve orada yaşamak istemektedir."

Bessarion`un sözleri Latin dünyasına ihtar niteliğindeydi ve onlar tehlikenin büyüklüğünü ancak İstanbul`un fethi ile başlayan Batı'ya yönelik Türk ilerlemesi ile anlayabilecekti. Türk ordularının Hristiyan topraklarına gerçekleştirdiği her bir akın, ele geçirilen her bir Hristiyan toprağı, yaklaşan Türk tehlikesine işaret etmekteydi. Artan oranda Türk askeri başarıları beraberinde aynı oranda Türk korkusunun da artmasına yol açmış ve Türk, Batı Hristiyan dünyasının en büyük problemi olmuştur.

Languschi-Dolfin olarak bilinen kaynak da Bessarion`un görüşlerine tasdik mahiyetindedir: "Büyük Türk, Lord Mehmed, yirmi altı yaşında genç bir adamdır... Hedefine ulaşmada ısrarcı/inatçıdır... Makedonyalı İskender gibi şanlı olmak istemektedir. Her gün Anconali Cyriacus ve başka bir İtalyan'dan Roma tarihini dinler (okutturur). Onlar (Fatih`e)[Diogenes]Laertius, Herodotus, Livy, Quintus Curtius, Papalık kronikleri, imparatorların kronikleri, Fransız ve Lombard krallarını okurlar."

Davetiye gibi harita

Languschi-Dolfin`de geçen ifadeler bir anlamda Fatih`in hedeflerinin büyüklüğünü de göstermekteydi. Yaşı gençti ancak idealleri sınır tanımıyordu. Her şeyden önemlisi genç yaşının toyluğunu taşımamakta, ancak muzaffer bir komutanda bulunabilecek olgunlukla hedefine ulaştıracak planları nakşetmekteydi. Hedef kızıl elma, kızıl elma ise Romaydı.

İstanbul'un fethi Fatih`in ününe ün katmış, henüz 50 küsur sene önce dağılma tehlikesi geçiren Osmanlı devleti artık dönemin en haşmetli gücü olmuştu. Fatih`in şahsında Türk devleti düşmana korku salan ancak mazluma da kanat geren bir cazibe merkezi haline gelmişti. Türk bir anlamda müracaat edilen, yardım istenilen olmuştu. Yardım isteyen ve Fatih Sultan Mehmed`in saltanatına başvuranlardan birisi de Papalık vasalı Rimini Lord`u Sigismondo Pondolfo Malastesta`dır. Sigismondo 1455 yılında sarayında himayesi altında bulunan hümanist Roberto Valturio`ya De re militarı başlıklı askeri bir el kitabı hazırlatır. Kitap askeri teknikler, ateşli silahların etkisi (surlar üzerinde vs) üzerinedir. Aynı kitaba bir başka hümanist Matteo de` Pasti de görsel çizimler ilave eder. Sigismondo, papalığa karşı savaşında Fatih`in desteğini almak gayesi ile 1461 yılında Matteo de` Pasti`yi bahsi geçen kitap ile birlikte İstanbul`a gönderir. Gemi Venedik kontrolündeki Girit adasına demir attığında ise Matteo de`Pasti alıkonulur, sorgulanır ve eşyaları aranır. Matteo de`Pasti`nin eşyaları arasında adanın Venedik valisini şaşırtan çok önemli bir eser daha vardır. O eser Adriyatik`in haritasıdır. Matteo de`Pasti tutuklanır ve Venedik`e gönderilir. Şehirde büyük bir panik ve şok havası hakimdir ve hadise Sigismondo`nun Fatih Sultan Mehmed`i İtalya`yı feth için davet etmesi şeklinde yorumlanır. Zaten başka türlü belgeler nasıl yorumlanabilirdi ki? Sigismondo Papalık ile olan savaşında Fatih`ten yardım istemekteydi, üstelik detaylı bir harita göndererek de yardım ve yataklık yapmaktaydı.

Neticesinde Papa II. Pius, Sigismondo`yu Türklerle iş birliği yaptığı gerekçesi ile aforoz eder ve kuklasını Roma`da bulunan Aziz Peter kilisesinin avlusunda yaktırır. Misilleme olarak Sigismondo da Papa'nın kuklasını Rimini Katedralinde yaktırır.

Fatih'in korkusundan...

Anlaşılacağı üzere Fatih Sultan Mehmed Roma`nın fethi için askeri hazırlık ve manevraları yaparken bir taraftan da fethin siyasi alt yapısını hazırlamaktaydı. Bir işgalciden ziyade davetli olarak gitme arzusundaydı. O işgal eden değil davet edilendi. Haşmeti zirve noktasındaydı. Öyle ki Batı Avrupa`nın zayıf idarecileri yardım için ona müracaat etmekte, güçlü idarecileri ise onun (Fatih) hiddetlenmemesi/rencide olmaması için azami dikkat göstermekteydi. Mesela Otranto`nun Napoli kralı tarafından Hristiyanlarca tekrar ele geçirilmesinden sonra Venedik senatosu Napoli Kralı`nı tebrik etmek için Apulia`daki elçisini gönderir. Lakin tebrik sözlü yapılır, mektup ise Türklerin haberi olur korkusuyla yakılıp imha edilir. Evet, Venedik bir Hristiyan toprağının kurtarılma tebliğini bile Fatih`in korkusundan sözlü yapmak zorunda kalmış, Fatih`in düşmanlığından çekinmişti. Türk, Fatih`in özelinde hem yardım için müracaat edilen ancak bir o kadar da çekinilen ve korku duyulan olmuştu. Bir anlamda Akdeniz ve Avrupa`nın kalbi İstanbul`dan atmakta, Türk Sarayı nazara alınmaksızın hiçbir karar alınmamaktaydı. Batı Hristiyanları, yardım isterken de düşmanlık yaparken de gözlerini hep İstanbul`a Türk Sarayına çevirmekte ve oradan gelecek tepkileri hesaplamaktaydı.

Gücünün zirvesinde olan ve bunu da son derece net bir şekilde tüm dünyaya hissettiren Fatih Sultan Mehmed, 1480 yılında en büyük ideali olan Roma'yı fethetmek için ilk hamlesini yapmış ve Güney İtalya'da bulunan Otranto`nun fethi emrini vermişti. Arnavutluk'tan gelen Türk ordusu Güney İtalya'da bulunan Otranto`daki Apulia`da karaya ayak bastı ve şehri ele geçirdi. İdealine giden yolda ilk hamle- Otranto`nun fethi- muhakkak ki ana hedef olan Roma'nın fethinin habercisiydi. Lakin büyük Sultanın vakitsiz vefatı, onun en büyük idealini gerçekleştirmesine imkân vermemiş, Batılıların "büyük Türk" olarak tanımladığı Fatih Sultan Mehmed 'kızıl elma'sına ulaşamamıştı.

[email protected]