KKTC'nin geleceği Asya ve Afrika'da

Prof. Dr. İsmail Şahin / Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi
17.12.2022

KKTC, Afrika ülkeleriyle iş birliği alanlarına dayalı bütüncül bir strateji ortaya koymalıdır. Mesela bu doğrultuda KKTC'nin ekonomik ve sosyal imkânlarının Afrikalı bürokratlara ve iş adamlarına tanıtılmasını sağlayabilecek "KKTC-Afrika Ekonomi ve İş Forumu" düzenlenebilir.


KKTC'nin geleceği Asya ve Afrika'da

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) kurucu lideri Rauf Raif Denktaş (1925-2012) KKTC'nin ilanının hemen ardından Kasım 1983'te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşmasında şöyle diyordu: "Kıbrıs Türk otoritelerinin bağımsız devletimizi ilan etmesinden rahatsız olduğunuzu dile getirdiniz. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni geçersiz olarak kabul ediyorsunuz. Ben de diyorum ki dün Çin'i 30 yıl boyunca yok saydınız. Doğu Almanya'yı 25 yıl boyunca yok saydınız. Ama bir önemi yok. Çünkü şimdi burada bizimle oturuyorlar ve onları saygıyla selamlıyorum..."

Blöf olarak gördüler

KKTC 15 Kasım 1983'te ilan edildiğinde başta Rum tarafı olmak üzere çoğu devlet, bağımsızlığını ilan eden bu devletin çok uzun süreli olmayacağını tahmin ediyorlardı. Onlara göre, bağımsızlık ilanı Rumları masada ikna etmek için başvurulmuş bir blöftü. Türkiye'de de KKTC konusunda kafa karışıklığı söz konusuydu. Belki ilginç ve bir o kadar trajikomik olan ise Kıbrıslı Türkler arasında da KKTC'nin varlığına ve geleceğine şüpheyle bakanların sayısı az değildi. KKTC'nin en zayıf yanı da buydu. Devlet doğmuştu ama akıbeti meçhuldü; bir mefkûresi yoktu. Bu belirsizlik hem halkı hem de resmi otoriteleri ziyadesiyle olumsuz etkiliyordu. Dahası Rum tarafının elini güçlendiriyordu.

Annan Planı (2004) ve Crans-Montana'da (2017) gibi çözüme yaklaşılan tüm görüşmelerde KKTC'nin varlığını sona erdiren iki toplumlu, iki bölgeli federasyon modeli kabul ediliyordu. Bu türden müzakereler 2000'li yıllara mahsus değildi. 1970'li yıllardan beri Kıbrıs görüşmelerinde masada federasyon formülü vardı ve KKTC'nin ilanı bile müzakere masasından federasyon tezinin kalkmasını sağlayamamıştı.

Eşit statü talebi

KKTC adına dönüm noktası 27 Nisan 2021'deki Cenevre Konferansı oldu. 5+1 formatındaki gayriresmi Kıbrıs Konferansı, Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde Kıbrıslı tarafların ve garantör ülkelerin (Türkiye, Yunanistan ve İngiltere) katılımıyla gerçekleşmişti. Türk tarafı ilk kez, geçmişteki görüşmelerden farklı olarak masaya BM parametreleri dışında yeni bir planla oturdu. Türk heyeti, yarım asırdır "iki kesimli, iki toplumlu federasyon" için yapılan müzakerelerin bir sonuç getirmediğini ileri sürerek artık federasyon tezini müzakere etmeyeceğini resmen ilan etti. KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, António Guterres'e 6 maddelik bir yol haritası sunarak bundan sonraki müzakerelerin ancak "iki devletli çözüm" önerisi üzerinden yapılabileceğini açıkladı. Tatar getirdiği önerilerde, Kıbrıs Türk halkının özünde var olan egemen eşitlik ve eşit uluslararası statünün tanınması istiyordu. Nitekim Kıbrıs Türk tarafı devlet olmanın tüm niteliklerine Kıbrıs Rum tarafı kadar sahipti. Türk tarafı adadaki gerçeklikten hareketle, "iki devletli çözüm" modelini geliştirmişti. Bu bağlamda Kıbrıs'ta iki ayrı devletin varlığının kabul edilmesini ve bu iki devletin iyi komşuluk ve iyi niyet kuralları çerçevesinde yan yana yaşamasını öneriyordu. Böylece uluslararası müzakerelerde ilk kez KKTC'nin varlığının sonlandırılması yönünde değil de devam ettirilmesi gerektiğine ilişkin somut bir adım atılmıştı.

Tarihi bir eşik

Çoğu kimse Cenevre'de resmiyete kavuşturulan "iki devletli çözüm" önerisine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın BM Genel Kurulu'ndaki konuşmasına kadar şüpheyle yaklaşmıştı. Zira o vakte kadar birçok uzman, bu önerinin gelip geçici olduğunu ve bir devlet politikası hüviyeti taşımaktan uzak olduğunu ifade etmekten kaçınmıyordu. Fakat Erdoğan'ın konuşması bu havanın kısa zamanda dağılmasına yol açtı. Erdoğan BM kürsüsünden şöyle sesleniyordu: "Uluslararası toplumu, Birleşmiş Milletler prensipleriyle çelişir şekilde, ambargolarla dünyadan koparılmaya çalışılan Kıbrıs Türklerine yönelik zulme son vermeye ve bir an önce Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni resmen tanımaya davet ediyoruz." Aslında Erdoğan BM Genel Kurulu kürsüsünden bütün dünyaya yaptığı bu çağrıyla, "iki devletli çözüm" önerisinin artık bir devlet politikasına dönüştüğünü ilan ediyordu. Bu, KKTC'nin varlığı ve geleceği konusunda bulanıklaşan zihinlerin berraklaşması anlamına geliyordu. Böylece tarihi bir eşik geride bırakıldığı gibi KKTC'nin varlığı da ilk kez psikolojik eziklikten kurtularak moral bir dengeye kavuşuyordu. Daha açık bir ifadeyle KKTC ilk defa, Rumlar karşısında psikolojik yönden savunma pozisyonunu terk ediyordu.

11 Kasım'da Özbekistan'ın tarihi Semerkant kentinde "Türk Medeniyeti için Yeni Dönem: Ortak Kalkınma ve Refaha Doğru" temasıyla düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanları 9'uncu Zirvesi'nde KKTC'nin Türk Devletleri Teşkilatı'na gözlemci üye yapılması, önemli bir siyasi gelişme olarak kayıtlara geçti. Tüm bu olaylar, KKTC'nin psikolojik zayıflıklarını iyileştiren ve onu psikolojik bir sorun olmaktan çıkartan hadiselerdi. Bu doğrultuda geçtiğimiz günlerde Gambiya Devlet Başkan Yardımcısı Badara Joof'un KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar'ı ziyaret etmesi tarihi bir kırılmanın işaret fişeği olarak nitelendirilebilir. Batı Afrika'da yer alan Gambiya Cumhuriyeti küçük bir ülke olabilir. Ancak hiç kimse Gambiya'nın surda nasıl bir delik açabileceğini şimdiden tahmin edemez. Halihazırda BM'deki en büyük bölgesel gruplaşmayı Afrika kıtasından 54 devletin oluşturduğu dikkatlerden kaçmamalıdır.

Konjonktür şimdi Türkiye'den yana

Bu nedenle Türkiye'nin Afrika'da güçlendiği bir dönemde yapılacak en stratejik hamlelerden birisi de KKTC ile Afrika ülkeleri arasındaki ilişkileri geliştirmek olmalıdır. KKTC'nin diplomatik yönden Batılı ülkelerden destek alması oldukça zordur. Nitekim bu ülkelerin neredeyse tamamı, KKTC ve Türkiye'nin savunduğu iki devletli çözüme karşı çıkıyor. Bu yüzden KKTC'nin Asya ve Afrika ülkelerine yönelmesi, buralarda diplomatik, kültürel ve ticari ilişkiler tesis etmeye çalışması, ileriye dönük gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Bu bağlamda KKTC Cumhurbaşkanlığı ile Dışişleri Bakanlığının yeniden örgütlenmesi, dış politika vizyonunu Asya ve Afrika ülkelerini kapsayacak şekilde düzenlemesi, KKTC'de yaşayan Asya ve Afrika kökenli insanlar üzerinden stratejik bir misyon benimsemesi ziyadesiyle önemlidir. Bugüne kadar Asya ve Afrika ülkelerinde Kıbrıs Türklerine nazaran Rumlar daha aktif bir rol sergilemiştir. Açıkçası bu ülkeler KKTC tarafından pek önemsenmemiştir. Bu, ciddi bir hataydı. Halbuki BM'nin ana omurgasını bu ülkeler oluşturmaktadır. Günümüzde Asya ve Afrika'da konjonktür Türkiye'den yanadır. Dolayısıyla mevcut konjonktürde, KKTC'nin yeni psikolojik durumunu, stratejik sonuca çevirmekte çok hızlı davranmak gerekiyor. Son yıllarda cereyan eden olaylar karşısında gösterilen duygusal tepkiler, Rum Yönetimi ile Yunanistan'ın psikolojik ve politik moral çöküntüsüne işaret ediyor. Elbette Rum ve Yunan tarafı Asya ve Afrika'da tetikte davranıp buralarda KKTC'nin görünürlüğünü engellemeye çalışacaktır. Ancak tüm bu girişimlerin Türkiye'nin güçlü siyasi liderliğine takılma olasılığı bir hayli fazladır. Nihayetinde Soğuk Savaş Dönemi'ndeki şekliyle Asya ve Afrika'da Rum tarafının etkili bir gücü kalmamıştır. Artık Rumlar, olaylara ve ülkelere yön vermekten aciz bir konumdadır.

Bilindiği üzere Afrika Birliği Örgütü, Afrika devletlerinin bağımsızlıklarını ve egemenliklerini kazanmaları ve Afrika'da sömürgeciliğe son verilmesi prensipleri doğrultusunda 1963 yılında kurulmuştu. Örgüt, Soğuk Savaş Dönemi'nde Bağlantısızlar Hareketi içerisinde yer almıştı. Dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, anti-sömürgeci söylemiyle Bağlantısızlar Grubu'nda etkin bir role sahipti. Ancak bu dönem geride kaldı. Rum Yönetimi artık "sömürgeci Batı'nın" ayrılmaz bir parçası. Bu doğrultuda KKTC, 2002 yılında Afrika Birliği (AfB) adını alan Afrika Birliği Örgütü ile diplomatik temaslar geliştirebilir, örgüte "gözlemci üye" olmak için çaba harcayabilir. Tüm bunları yaparken de diğer taraftan Afrika ülkeleriyle politik, sosyal ve ekonomik iş birliklerinin geliştirilmesi, barış ve istikrarın korunması, salgın hastalıklarla mücadele gibi konularda karşılıklı adımların atılması için ciddi bir inisiyatif başlatabilir. Kısacası KKTC, Afrika ülkeleriyle iş birliği alanlarına dayalı bütüncül bir strateji ortaya koymalıdır. Mesela bu doğrultuda KKTC'nin ekonomik ve sosyal imkânlarını Afrikalı bürokratlara ve iş adamlarına tanıtılmasını sağlayabilecek "KKTC-Afrika Ekonomi ve İş Forumu" düzenlenebilir.

[email protected]