Kobanileştirme siyaseti ve taktiksel insani kriz

Serdar Bülent Yılmaz / Avukat / Diyarbakır
2.01.2016

Herkesin bilmesi gereken çıplak gerçek şudur: Hendek-barikat stratejisi AK Parti politikalarına bir tepki olarak kendiliğinden gelişen bir durum değil, planlı bir örgüt stratejisidir. Çatışanlar ise YDGH’ın da içinde yer aldığı ama ciddi bölümünü dağ kadrolarının oluşturduğu PKK’dır. Dolayısıyla mahallenin çocuklarıyla devlet arasında asimetrik bir çatışmadan bahsetmiyoruz. Dağdaki çatışmaların kentlere taşınmasından, dağ kadrolarının şehirlere inmesinden ve YDGH’ı da içeren yeni bir örgüt stratejisinden bahsediyoruz.


Kobanileştirme siyaseti ve taktiksel insani kriz

7 Haziran seçimlerinden sonra PKK’nın başlattığı şiddet eylemleri, örgütün daha önceden planladığı ve hazırlandığı üzere Kobani usulü şehir çatışmalarına dönüştü. Genellikle hendek siyaseti olarak ifade edilen bu yeni yöntem, örgütün bu güne kadar Türkiye’de denemediği bir eylem biçimi. Hendek siyaseti uyguladığı her yer birer birer Kobanileşirken, örgüt bunu bütün bölge sathına yaymanın çabasında.

Örgüt, ilk defa Kobani’de uyguladığı bu yöntemin Türkiye’de tutacağından emin bir şekilde başladı. Muhtemelen daha çok yığınak ve daha fazla silahlı unsurla, çok daha fazla noktada aynı anda bir silahlı kalkışma olarak düşündü bu eylemi. Ama çeşitli sebeplerle, hazırlıklarını tamamla(ya)madan erken başladı ya da başlamak zorunda kaldı.

Daha önce Türkiye içinde denemediği, Kobani’de ise arkasında Türkiye dâhil uluslararası güçlerin desteği ile tamamen boşaltılmış boş bir kentte yürüttüğü bu yeni yöntemin Türkiye’deki sonuçlarının kestirilemediği görülüyor. Kobani’den hareketle halkın büyük bir destek vereceği beklentisi bu yüzden boşa çıkmış durumda.

PKK/HDP, yaşanan trajedi ve mağduriyeti devlete fatura etmede halkı ikna edemiyor. Bu nedenle halk, örgütün ve HDP, DTK, DBP, HDK gibi yapılanmaların eylem çağrılarına kulak asmıyor. 150 - 200 kişiyle yapılan eylemler bazen 30- 40 kişiye kadar düşüyor. Bu güne kadar eylemlere en büyük katılım 2-3 bin kişiyi geçmedi. Halk tencere tava, ışık söndürme eylemlerine bile itibar etmiyor. Öyle ki lastik yakıp yol kapama eylemlerinde yeterli eleman bulamadıklarından belediye araçları ile sokak başlarına birer lastik bırakılıp yakılıp gidiliyor ve böylece her yerde eylem yapılıyor havası oluşturuluyor.

Ancak şimdiye dek kendi örgütsel hedeflerini Kürtlerin iradesi ve talebiymiş gibi yansıtan ve dayatan örgütün, Kürtlerin acılarını, mağduriyetlerini umutlarını, hassasiyetlerini, inançlarını önemsemesini beklemek saflık olacaktır.

Öte yandan örgütün insani krizleri bir taktik olarak derinleştirmeyi tercih ettiğini de görmek gerekiyor. Komitacı anlayışta halk mücadelenin dirisiyle olduğu kadar ölüsüyle de nesnesidir. Dolayısıyla insani krizi derinleştirmek örgüt açısından ahlaki bir sorun olarak görülmemekte. Böyle olunca Kürtlerin mağduriyet ve ölümü kolaylıkla araçsallaştırılabiliyor. Metodik Kemalist olan PKK, halka rağmen halk için siyaseti güdüyor ve ideolojik amaçlarının üzerini ölümlerle örtüyor.

PKK, topyekûn savaş konsepti uygulayarak büyük bir kaotik ortam oluşturmayı, hayatın normal akışını bozmayı hedefliyor. Bundan dolayı okulları yakıyor, hastanelere roket atıyor ve işleyemez hale getiriyor. Yaralıları almaya gelen ambulanslara saldırıyor. Ölen kişilerin cenazelerinin alınmasına ve defnedilmesine izin vermiyor. Mağduriyetlerin her alana yayılmasını hedefliyor. Bu anlayışla PKK, krizi ne kadar büyütürse, devlete o nispette fatura çıkarma imkanına sahip olacağını, geniş bir propaganda vasatı yaratacağını, geniş halk kitlelerini yanına çekebileceğini düşünüyor.

Denilebilir ki bizzat çatışmanın mağdurları olanlar örgütten soğuyor. Doğrudur. Lakin çatışmayı uzaktan izleyenler, yaşananları örgütün tercüme ettiği biçimiyle yorumluyor. Örgüt yaşananları kitlesine devlet katliamı olduğu ve halkın da buna direndiği, direnen halka sahip çıkmak gerektiği şeklinde anlatıyor. Vaka ile yorumu arasındaki tutarsızlıklar ancak krizi büyütmek ve mağduriyetleri artırmakla mümkün. Dolayısıyla PKK, bir kısmını mağdur ettiği sosyoloji üzerinden, daha büyük bir kesimi motive ediyor. Plan tutar mı, ters mi teper zaman gösterecek.

Çatışmaların uzamasının hükümete getirebileceği böyle bir maliyet olduğu da öngörülmeli. Bu yönüyle, halkın şimdilik örgütü de suçluyor olması hükümet açısından son derece aldatıcı bir tablo sunuyor olabilir.

Halk mı savaşıyor, PKK mı?

Uzun zamandır planları yapılan, bu planlar dâhilinde şehir savaşı eğitimi alan ve Kobani’de bunun pratiğini öğrenen gruplar ismi geçen ilçelerde hemen hemen aynı zamanda hendek-barikat hamlesi yaptı. Eş zamanlı olarak da buralarda öz yönetim ilan edildi. Uzun erimli bir planlama ve yığınakla, aylarca yetecek miktarda mühimmatın yığıldığı, mühimmat sevkiyatını sağlayacak yollar, tüneller ve bağlantıların hazırlandığı görülüyor.

Ehli bilir -ki bunları bilmek için ehil olmaya da gerek yok- YDGH, PKK hiyerarşisi içerisinde faaliyet gösteren silahlı illegal bir yapı. HDP siyasetçilerinin üzerlerinde hiçbir etkisinin olmaması, bu gençlerin anarşist huzursuz asabi gençler olmasından değil, hiyerarşik olarak emir komuta zinciri içinde disiplinli bir yapının parçası olmalarından kaynaklanıyor. Bu hiyerarşinin en dibinde yer alan HDP veya derin HDP olarak tanımlayabileceğimiz DBP, elbette doğrudan Kandil’den talimat alan YDGH’lılara söz geçiremez. Zaten bu hiyerarşiyi bozmaya yeltenemezler de.

YDGH bir gençlik örgütlenmesi. Örgütlenmenin çekirdeğinde deneyimli PKK’lı militanlar var. Onların örgütlediği ve silahlandırdığı, yer yer “asayiş”(!) görevi de verilen geniş bir silahlı unsurdan oluşuyor. Bunlar dışında milis görevi gören silahsız ama ihtiyaç duyulduğunda silahlandırılan daha geniş bir çember de var. İddia edildiği şekliyle sadece 18 yaşından küçük “çocuklar”dan oluşmuyor. Bilakis adı üzerinde gençlik yapılanması ve içinde genç tanımına giren her yaştan kişi var. Sosyolojik olarak işsiz gençlerden üniversite öğrencilerine, uyuşturucu ve hırsızlık şebekesi içinde yer alanlardan mazbut ailelerin çocuklarına, ortaokul öğrencilerinden çalışan gençlere kadar geniş bir sosyal ve kültürel kesimden insanlardan oluşuyor.

Büyük ve kapsamlı bir planlama, eğitim ve hazırlık devresinin geçirildiği ve iç savaş çıkarmak gibi daha büyük bir planın parçası olarak devreye sokulan bu kent çatışmalarının sıradan gençlerin bir tepki olarak başlattığı söylemi toplumun aklıyla oynamaktan başka bir şey değil. Örgütün büyük planını perdelemek adına ve bir algı operasyonu olarak dillendirdiği bu söyleme Türk sol ve liberal aydınları da dört elle sarılmış görünüyor.

Bölgede barikat - hendek stratejisini pratize eden kesimleri masumlaştırmak, itibarlılaştırmak ve cicileştirmek adına, bölgeyi cehenneme çevirenlere, devletin baskılarına itiraz eden “mahallenin çocukları” yakıştırması, bilinçli ya da bilinçsiz, örgütün büyük stratejisini perdelemek anlamı taşımakta.

Herkesin bilmesi gereken çıplak gerçek şudur: Hendek-barikat stratejisi AK Parti politikalarına bir tepki olarak kendiliğinden gelişen bir durum değil, planlı bir örgüt stratejisidir. Çatışanlar ise YDGH değil, onun da içinde yer aldığı ama ciddi bir bölümünü dağ kadrolarının oluşturduğu PKK’dır. Dolayısıyla mahallenin çocuklarıyla devlet arasında asimetrik bir çatışmadan bahsetmiyoruz. Dağdaki çatışmaların kentlere taşınmasından, dağ kadrolarının şehirlere inmesinden ve YDGH’ı da içeren yeni bir örgüt stratejisinden bahsediyoruz.

Çatışma alanları ne durumda?

Çatışmaların yoğunlaştığı her yer birbirine benziyor. Yani Sur’u anlatırken aslında Silopi’yi, Cizre’yi, Nusaybini; Yüksekova’yı anlatırken Dargeçit’i, Silvan’ı anlatmış oluyoruz. Bütün bu yerlerde uygulanan örgütsel taktik aynı olduğundan, birbirinin kopyası durumlar ortaya çıkıyor.

Çatışmaların yoğunlaştığı, örgütün hendek politikası güttüğü yerler genellikle şehrin fakir kesiminin yaşadığı plansız kentleşmenin hüküm sürdüğü varoşlar. Anılan ortamlarda yaşayan halkın maddi durumu zaten oldukça kötü. Çatışmalarla bu durum daha da kötüleşti.

PKK, evlerini terk etmesine izin vermediği sivilleri canlı kalkan olarak kullanıyor. Böylece operasyonların etkisini minimize etmiş oluyor. Evlerini terk etmek isteyen kişiler tehdit hatta infaz ediliyor. Bütün evlerin kapılarının her zaman açık bırakılması isteniyor. Buna uymadığı için öldürülen insanlar var. Evleri hem mevzi olarak hem de bütün ihtiyaçları için kullanıyorlar. Evlerde mahremiyet ortadan kalkmış durumda.

Örgüt, sivillerin yaşadığı meskun mahaller içerisinde kurduğu barikatları ve açtığı hendekleri el yapımı patlayıcı ve mayınlarlar döşeyerek mevzilenmiş durumda. Sivil halkın her geçmek zorunda olduğu sokaklar birer mayın tarlası adeta. Tuzaklanmış bombalar bölgede yaşamak zorunda kalan sivillerin hayatını tehdit ediyor. Söz konusu bombaların siviller geçerken patlaması sonucu çok sayıda kişi hayatını kaybetti, kaybediyor.

Evlerin örgüt mensupları tarafından mevzi olarak kullanılması, bu evlerin çatışmalarda harabeye dönmesine neden oldu. Mayınlı hendekler, tuzaklı barikatlar arasında ölüm kol geziyor. Kadın - erkek, bebek- çocuk, genç - yaşlı, bütün bir Kürt halkı kimi doktora gidemediği, kimi gelen ambulans PKK tarafından kurşunlandığı, kimi canlı kalkan olarak kullanıldığı, kimi evini YDGH’lılara açmadığından infaz edildiği için ölüyor. PKK, çeşitli sebeplerle yaptığı infazları devletin üzerine yıkıyor. Eski devletin zihinlerdeki canlılığı buna uygun bir zemin hazırladığından kitlesini inandırmakta çok fazla zorlanmıyor.

Çatışma alanlarında kalan halk, çatışmaların ve sokağa çıkma yasağının sürdüğü ortamda elektriksiz, susuz, ekmeksiz ve çaresiz hayatta kalmaya çalışıyor. İşlerini, aşlarını, yakınlarını, evlerini ve hasıl her şeylerini kaybetmiş durumdalar.

Yaraları biz saracağız

Çatışma alanlarda ve mücavirinde yaşayan yüz binden fazla öğrenci okula gidemiyor. Zaten okulların neredeyse tamamı yakılmış veya mevziye dönüştürülmüş halde.

Örgüt mağduriyeti büyütmek için yardımları da engelliyor. Yardım götüren kurum ve kişiler tehdit ediliyor. Çatışma alanlarına ise zaten yardımın girmesine kesinlikle müsaade edilmiyor. Çatışma alanlarından çıkamayan ailelerde büyük bir psikolojik çöküntü yaşanıyor. Bu travmatik sürecin altından kalkmak ve çöküntüyü atlatabilmek için çok ciddi toplumsal ve profesyonel destek görmeleri lazım.

Çatışma bölgelerinden 200 binden fazla kişi göç etmek zorunda kaldı. Bu kişiler devletin 90’lardaki zorunlu göçünden farklı olarak örgütün zulmünden kaçıyor. İşlerini ve evlerini kaybetmiş olarak, yanlarına hiçbir şey alamadan yakınlarının yanına sığınmış haldeler. Bir kısmı sığınacak bir yakın da bulabilmiş değil.

Sadece kamu binaları, evler, iş yerleri, araçlar değil aynı zamanda tarihi mekânlar da çok büyük zarar görüyor çatışmalardan.

Örgütün amacı açık; çatışmalardan devleti sorumlu tutarak Kürtlerin desteğini kazanmaya ve onları mümkünse devrimci halk savaşına (kitlesel silahlı kalkışma) katmak.

Bu korkunç tablo karşısında en gaddar kalpler bile vicdana gelirken, HDP’liler tiksindirici, kusturucu kapkara bir mizahla yaklaşıyor meseleye. HDP siyasetinin Kürtlerin acısına zerre kadar ortak olmadığını, Kürtlerin ölümüne zerre kadar üzülmediğini, kendi kayıplarını da sivil kayıpları da adeta sevinçle karşılayıp mizah duygusuna çerez yaptığını gördükçe yıllardır gelsin diye çırpınıp durduğumuz barışın kimlerin elinde iğrenç bir araçsallaştırmanın zavallı bir nesnesi haline nasıl da getirildiğini düşünüyor, hal bu iken barış diye kimlerle ne konuşup neyi söylüyoruz diye ah u vah ediyorum.

Bu utanmazlığa karşın büyük insanlık krizinin yaşandığı bölge halkı, Türkiye toplumunun maddi ve manevi yardımlarını bekliyor. Bu amaçla İHH, Memursen, Hak-İş, Özgür-Der, Islah-Der, İyilik-Der ve daha birçok dernek yardım çalışmaları başlattılar. Bu kampanyalar Türkiye halkının teveccühünü bekliyor. Böylece derin inanç köklerine sahip kardeşlik çınarı daha da büyüyerek mümbit ve korugan gölgesine hepimizi alabilir ve böylece belki ümmet olmanın somut güzelliğini yaşarız. 

[email protected]