Koltuk bende, suç sizde

Burak Örkün/ Yazar
11.06.2023

Erdoğan İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerini 2019 seçimlerinde kazanamamış ama şu açıklamayı yapmıştı: “Halkımızın takdirine saygılıyız, olanda hayır vardır.” Kılıçdaroğlu'nun diktatör dediği, tek adam rejimini kurmakla suçladığı Erdoğan, bu demokratik olgunluğu gösterdi. Peki Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Kılıçdaroğlu oturuyor ve Erdoğan rakibi olarak seçimi kazanmış olsaydı makamını terk eder miydi? Bu haliyle hayır!


Koltuk bende, suç sizde

28 Mayıs'ta Recep Tayyip Erdoğan'ın kesin zaferiyle hükümdar ikinci tur seçimlerinin ardından tam 12 gün geçmişti.

Geçmiş bilgilerine ama herkesin merak ettiği iki soru vardı.

İlk soru: "Kemal Kılıçdaroğlu nerede?"

İkinci soru: "Neden bir açıklama yapmıyoruz?"

Öyle ya, Galatasaray'ın ve Pendikspor'un sportif başarılarını, altın madalya kazanan diğer sporcuları tebrik eden mağlup olan Cumhurbaşkanı adayı, belki seçimlerle ilgili bir iki kelam da ederdi.

Hikmetten sual etmemek adına düşünmek için sabırla bekleniyor.

Nihayetinde CHP'nin medya bürosu diyebileceğimiz bir televizyon kanalında Kılıçdaroğlu canlı yayındaydı.

Sözlerine şöyle başlıyordu: "Halkımız merak etmesin, odaklanmasın, bütün gördüğün açık yüreklilikle ve samimiyetle cevap versin."

Mülakat öğrendiklerinde ki Kılıçdaroğlu, iletişim yüz bakımına bir yenisini ekliyordu.

Aforizmalarımızdan mısınız?

Programın hemen başında reji tarafından duayen gazeteci olarak bize takdim edilen beyefendi girizgahı yaptı.

"Boyut seçim kampanyanız boyunca gönülden destek verdik."

Taraflı bir medyanın daha ne kadar taraf olabilirim çabasının mümtaz bir örneğinin şaşkınlığını atlatamamıştık ki duayen gazeteci, heybesinden aforizmayı zihinlerimize hediye etti.

"Yenilgilerin anlamı olmaz..."

Duayen zatın Sezai Karakoç'un "yenilgi yenilgi büyüyen bir zaferi vardır" mısraına vurgu yaparak siyasi salvo yaptığını düşünsem bile içindekilerden çıkamadım.

Zira siyasetin sert ve çetin yolları, bir yenilginin şiirleşmesine bile kat'i bir zaferden sonra olanak verir.

Kılıçdaroğlu gergindi.

Büyük harfle vurgulayarak "arkadaşlar anlatamıyorum galiba!" gibi öfke dolu çıkışlar yaptı.

Bazı kontrataklar "evet, güzel, yani..." gibi cevap vermekten çok ünlemlerle mukabele etti.

Stres yönetimini yaşlı bırakmıştı ki duygu durum geçişlerinin hızını izleyenleri izliyordu.

Duayen bir gazetecinin açtığı kolay yola saptı.

Başladı aforizma incilerini zihnimizin gerdanına dizmeye!

O kaybetmemişti, demokrasi kazanmıştı.

25 milyon insan tek adam sistemine oy vermemişti. Ona oy vermen 27 milyon insan ise bu aforizmanın ortaya çıkması söylenmeden dahil edilmedi.

Türk modernleşmesinin seküler – muhafazakâr dairesinden sekerek yeni bir aforizmayla siyasi bir pencere açtı.

Okumuş aydın kentliler demokrasi ister, köylüler 500 TL...

Müsaadenizle bir aforizma da benden: "Şaka yapan mağlup komutanlar ağlatmazlar ama güldürmezler de asla..."

Koltuk bende, suç sizde

Kılıçdaroğlu'na çok sayıda soru soruldu ama o az sayıda cevap verdi.

Çok sayıda utangaç eleştiri yapıldı ama az sayıda üstüne alındı.

Özeleştiri konusuna gelindi gelinmesine ama o mümkünse ben gelmeyeyim diyerek başka konulara değinmeyi seçti.

İnanılır gibi değildi.

Her şeyi doğru yaptık diyordu.

Bir ya da iki sandık olan kırsal bölgelerdeki oyumuzu yükseltmek için oralara daha çok temas etseydik farklı olabilirdi diye ekliyordu.

Demek ki doğru yapılamamıştı her şey ama Kılıçdaroğlu kabul etmiyordu.

İstifa sorularına gülümsedi.

12 gündür istifa etmeyip üstüne örgütleri kendine bağlayan bir Genel Başkana hala istifa sorusu sormanın masumluğuna ben de gülümsedim.

Okurken siz de gülümseyebilirsiniz.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı soruldu.

Kendisine bayrak açıldığından habersizmiş gibi, "Belediye Başkanı İstanbul halkına karşı sorumludur" dedi.

Kurultay yerel seçimlerden önce mi olacak sorusuna "ben öyle olmasını isterim" dedi.

Genel Başkan seçimli mi olacak sualine "Kurultayımız olacak, parti organlarımız seçilecek" diyerek cevap verdi.

Ancak aynı soru birkaç kez ısrarla yöneltilince gerildi ve net bir cevap verdi.

Aday olacak mısınız sorusuna "ben karar veremem" tarzında akıl zorlayan bir cevap verdi.

Velhasılıkelam ne sorulduysa ben bilmiyorum, görmedim, duymadım; varsa şayet bir hata, bende değil beni seçmeyen ve seçtiremeyenlerdedir dedi.

Siyasi hesap önüne gelince Kılıçdaroğlu ıslık çalarak bulutları izlemeyi tercih etti.

Üzerinde dolaşmaya başlayalı çok olan karabulutları.

Derin bir analiz

2008'te Zimbabve Cumhurbaşkanı Robert Mugabe, seçimleri kaybetmesine karşın sonuçları kabullenmemişti.

Güney Afrika arabulucu olmuş; geçici birlik hükümeti kurulmuş, Mugabe Cumhurbaşkanlığı koltuğunu terk etmemiş, rakibine ise Başbakanlık koltuğunu güç bela vermişti.

Kılıçdaroğlu'nu izlerken Robert Mugabe 2.0 versiyonu karşımızdaydı.

Yenildiğini kabul etmiyor, bu erdemi göstermiyor ve daha garibi Erdoğan kaybetti diyordu.

Oysa Erdoğan İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediyelerini 2019 seçimlerinde kazanamamış ama şu açıklamayı yapmıştı: "Halkımızın takdirine saygılıyız, olanda hayır vardır."

Kılıçdaroğlu'nun diktatör dediği, tek adam rejimini kurmakla suçladığı Erdoğan, bu demokratik olgunluğu gösterdi.

Peki tam tersi olsaydı?

Cumhurbaşkanlığı koltuğunda Kılıçdaroğlu oturuyor ve Erdoğan rakibi olarak seçimi kazanmış olsaydı makamını terk eder miydi?

Bu haliyle hayır!

CHP Genel Başkanı demokratik olgunluktan uzak bir şekilde mülakatını sürdürürken çarpıcı analizlerini Türkiye ile paylaştı.

Ona göre CHP kentlerde başarılı olmuştu.

Çünkü kentlerde okumuş, aydın, demokrat insanlar vardı.

Köylerde, kırsalda ise hükümetin dağıttığı 500 lirayla mankurtlaşan TRT izleyicisi cahil bir güruh vardı.

Kemal Bey'e göre köylerde TRT'den başka kanal izlenemez, internete erişilemez, farklı haber kaynaklarına ulaşılmazdı.

Aksi halde bunları dile getiremezdi değil mi?

Huylu huyundan vazgeçmemişti!

Kurucu parti kimliğini halkla, başarısızlıkla, eleştiriyle yüz yüze geldiğinde geçiş üstünlüğü için kullanan bu düşünce yapısı hiç değişmedi.

Köylerde yaşayan 500 TL bedelli mankurtlara nefret kusan bu iletişim dilinin kentli ama kendilerine oy vermeyen kitle için neler düşündüğünü ve iç seslerini hayal edebiliyor musunuz?

Hayal edin, ürpereceksiniz!

Bir canlı yayında, bir partinin genel başkanı, bir Cumhurbaşkanı adayı toplumla kurduğu iletişim köprülerini teker teker yıkıyordu.

Onca seçim yenilgisinin, nice hezimetin öfkesini kendine oy veren vermeyen, siyaseten yanında bulunan ya da bulunmayan kadrolardan çıkarıyordu.

Beden diliyle gazetecileri blokluyor, yer yer yükselen sesiyle kontrolsüz davranışlar sergiliyordu.

Değişim talep eden, değişmeyen tek şey değişimdir diyen bir siyasi aktörün, kameralar karşısında değişmeye, dönüşmeye direnmesi adeta ibret vesikasıydı.

Kılıçdaroğlu siyasi çöküşünün ilk ve en güçlü sinyalini bir canlı yayında iletişim köprülerini yıka yıka veriyordu.

Kılıçdaroğlu bir devrin sonu

Yenilmişti, yorgundu, kızgındı.

Dünya liderlerinin tebrik için sıraya girdiği, göreve başlama törenine etkin uluslararası siyaset aktör ve temsilcilerinin katıldığı rakibi karşısında elinde kalan sosyal medya fenomenlerinden devşirdiği dar bir sadık destekçi ekibi kalmıştı.

Birlikte seçmenini büyük bir yalana inandırdığı anket şirketlerine hala ve inatla toz kondurmadı.

Oysa bir şansı vardı.

Seçim gecesi ekranlara çıkıp onurlu bir şekilde yenilgiyi kabul edebilir, rakibini tebrik edebilir ve istifa edebilirdi.

İktidarının 21. yılında, tüm siyasal ve ekonomik dalgalanmalara rağmen hala güçlü ve etkili bir lidere karşı aldığı ciddi bir oy oranıyla hatırlanacak erdemli bir lider olarak hatırlanmak yerine kendisi dışında herkesi ve her şeyi suçlu ilan etmeyi uygun gördü.

Partisi tarafından fonlanan, açıkça destek gördüğü gazeteciler bile geri çekilmesi için çırpındılar ama geri adım atmadı.

Ben size anlattığım, sizin de bana inandığınız o kişi değilim dedi.

Söyledikleri ve tavırlarıyla kitlelere son "Yüzyılın İletişim Hezimetini" yaşattı.

Kendi küçük dünyasında, yeniden genel başkan seçileceği kurultay hazırlıklarına geri döndü.