Komplocu siyasetin yeni matruşkaları

Adnan Boynukara / AK Parti Adıyaman Milletvekili
8.07.2017

Darbe kışkırtmalarına yönelik süreci FETÖ’nün bizatihi kendisi ve FETÖ’yle mücadelede rol kapıp AK Parti’yi de mahkum etmek isteyen istismarcı ulusalcı unsurlar yönlendirmektedir. Bu nedenle; farklı örgütlerin, yeni bir formatta devletin kılcal damarlarına nüfuz etme olasılığını akılda tutmakta yarar vardır. 


Komplocu siyasetin yeni matruşkaları

AK Parti’nin; küresel sistemin, geri kalmış ülkelere ve halklara yönelik sürdürdüğü kirli ve kanlı işleyişe ayna tutuğu açık. Bu nedenle, AK Parti ve lideri, BM’de İran’a yönelik ambargo uygulanmasına ilişkin oylamanın yapıldığı 9 Haziran 2010’dan sonra küresel sistemin efendilerince hedefe konuldu. Bu tarihten sonra, iktidarı devirmek için her türlü kirli ve kanlı oyun sahneye sürüldü. 7 Şubat MİT operasyonu, masum taleplerle maskelenen kitlesel kalkışma girişimi, yargı aracılığıyla iktidarı devirme operasyonu, kanlı terör saldırıları üzerinde kamuoyunu etkileme ve nihayetinde TSK içine çöreklenmiş unsurlar aracılığıyla darbe girişimi peş peşe geldi. Ancak tüm bunlar, demokratik siyaset kurumunun basiretli tutumu ve milletin feraseti ile atlatıldı.

Geçmişi hatırlayalım

Bu kirli oyun için aracı olarak kullanılan FETÖ’ye verilen rol, siyaset kurumunun mahremine girmek suretiyle kurgusal istismar alanları oluşturmak, bunun üzerinden sistemi ve siyasi işleyişi bloke etmekti. Bunun için ihtiyaç duydukları güven atmosferini oluşturmak için ise sıklıkla gerçek dışı istihbarat raporlarını kullandılar. “Size suikast yapılacak”, içerikli istihbarat raporlarının hangi düzeyde servis edildiğini, süreci izleyen herkes iyi bilir. İş, o kadar ileri bir düzeye ulaşmış ve çığırından çıkmıştı ki, bu konuda her gün bir rapor yayınlanıyor, inandırıcılığı artırmak için de göstermelik operasyonlar, gözaltılar yapılıyordu. FETÖ terör örgütünün bu eylemlerinin amacı; siyaseti etkilemek ve her noktasını kontrol ettikleri güvenlik bürokrasisinin tahakkümünü artırmaktı. Bu konuda, dönemsel bir etki oluşturduklarını izledik. Bunun en somut sonucunu; üst düzey aktörlerin özel kalem müdürleri, koruma müdürleri, yaverleri gibi pozisyonların FETÖ örgütü tarafından doldurulmasıyla gördük. Terör örgütünün bu sinsi politikasının o dönemde, örgütün art niyetine vakıf olanlarca gündeme getirildiğini biliyoruz. Ancak örgütün, özellikle medya organlarında kurduğu hakimiyet ve siyaset kurumu etrafında oluşturduğu kuşatma bu konunun anlaşılmasını önledi. Amaç: istihbarat ve operasyonlarla sistemi belirledikleri yöne kanalize etmek ve ülkeyi hizmetkarı oldukları küresel güçlerin egemenliği altına sokmaktı. Aslında bu, formatı farklı da olsa tamamen bir işgal ve teslim etme projesiydi.

Tüm örtmelere rağmen, terör örgütünün bu projesi, 2011 yılında kısmen fark edildi. 7 Şubat  MİT operasyonunda ise net olarak ortaya çıkmış oldu. Buna rağmen, siyaset kurumunun tüm aktörleri tarafından aynı etkide anlaşıldığını söylemek güç. Kısmen anlaşılmış olmalı ki, 2012 yılında, FETÖ tarafından toplumun kılcal damarlarına sızma aracı olarak kullanılan dershanelerin kapatılmasına ilişkin süreçte farklı pozisyonların içerisine girenleri izledik. Çünkü konuyu anlamak için örgütün geçmişini, küreselci güçlerle kurduğu ilişkiyi ve devleti ele geçirme çabalarımı bilmek gerekiyordu. Bu ise derin bir okuma, düşünme, konuşma ve tartışma gerektiren zor bir işti! Gelenekselci siyaset anlayışından bunu beklememek saflıktı. Nitekim; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ının FETÖ ile mücadelesine karşı içeriden ve dışarıdan sergilenen kimi tutumlar başka türlü açıklanamaz. Neyse ki, öngörü ve kararlılık bu mücadelede muhtemel zafiyetleri önledi.

Tüm bu süreç sonunda kirli planlarının tutmadığını anlayan küresel güçler FETÖ eliyle 15 Temmuz kanlı kalkışmasına başvurdular. Ancak bu kalkışma tüm siyasi partilerin ortak basiretli duruşunun yanı sıra, milletin demokrasiye, hukuka ve sivil siyasete olan inancı ile bertaraf edildi. Diğer bir ifadeyle; millet demokrasisine, hatta devletine sahip çıkarak darbeci zihniyeti tarihin çöplüğüne attı. Bu çok önemli bir tutumdu. Millet hem devletine ve demokrasisine sahip çıkmış, hem de devlet ile millet arasındaki bağı yeniden tahkim etmişti. Bu tahkim, devlet ile millet arasındaki zımni güven sorununu da ortadan kaldıran bir gelişmeydi. Bu ittifakın küresel sistemin ana taşıyıcılarını rahatsız etmesi de kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu.

Darbe olabilir algısını yayma

15 Temmuz sonrası oluşan bu tahkim sürecini bozmak için farklı projelerin hayata geçirilmek istendiğine şahit oluyoruz. Bu projelerden en önemlisi, siyaset kurumunun altını yeniden oymak ve işlevsiz kılmaya yönelik olandır. Proje özü itibariyle; FETÖ’nün 2008 sonrası kullandığı gerçek dışı istihbarat raporlarının devreye sokulmasının tekrarıdır. Bu kez kullanılan argüman ise “yeni darbe geliyor” değerlendirmeleridir. Suikasttan darbeye evrilen, siyaseti bloke etme, hatta teslim alma girişiminde iki ayrı formatın kullanıldığına şahit oluyoruz. İlki; TSK bünyesinde emir komuta içerisinde yeni bir darbenin gerçekleştirileceği, ikincisi ise TSK içerisinde halen mevcut kripto FETÖ’cü unsurların yeni bir kalkışmaya girişeceklerine ilişkin iddialardır. Esasen; yaşadığımız tecrübeler, süren küresel sinsi planlar ile onların iç piyonlarının icraatları bizi bu konuda dinamik kılmaya yeter de artar. Bu noktada; devlet içine çöreklenmiş gayr-i milli unsurlara ve terör örgütlerine karşı duyarlı olmak kuşkusuz önemli! Ancak bu endişelerin korku ve vehme evirilip aklımızı teslim almasına, sürdürülmekte olan FETÖ’yle mücadele sürecinin kontrolden çıkarılmasına ve farklı örgütlenmelerin amaçlarına hizmet edecek alanlara yönelmesine müsaade edilmemelidir.

Konuyu soğukkanlı bir şekilde ele alalım. Öncelikle; 15 Temmuz’da ordunun tepe yönetimi dahil, kahır ekseriyetinin FETÖ’cü darbe karşısındaki tutumu ve darbe kırıcı etkisi açıktır. Demokrasiye, hukuka, devletin temel işleyiş stratejisine bağlılık ve sadakat içerisinde kalındığı görülmüştür. Bunun yanı sıra; FETÖ’nün, yakalanan örgüt üyelerine moral aşılamak suretiyle çözülmelerini önlemek ve zaman kazanmak, deşifre olmamış örgüt üyelerini ise saklayabilmek üzerine bir taktik izlediği de açıktır. Tüm bunları dikkate alarak, darbe çığırtkanlığı yapanlar aşağıdaki hususların gerçekleştirilmesini hedefliyor olabilir. (1) Devletin işleyişini ve siyaset kurumunu bloke etmek, (2) kurumları arasındaki güven duygusunu yok etmek ve zayıflatmak, (3) 15 Temmuz sonrası millet ile devlet arasındaki güven sorununu gideren tahkim sürecini sabote etmek, (4) olağanüstü atmosferi derinleştirip ülkeyi kaosa sürüklemek, (5) sürdürülen hukuki mücadelenin daha adil bir çizgiye çekilmesini önlemek, (6) mağdur kitle oluşturmak ve artırmak, (7) iktidara yönelik tepkiyi yükseltmek, (8) parti tabanında erozyon oluşturmak gibi amaçlar sayılabilir.

Böyle baktığımızda, darbe kışkırtmalarına yönelik sürecin kimler tarafından yönlendirildiğini anlamamız da kolaylaşmaktadır. Cevap çok açık! FETÖ’nün bizatihi kendisi ve FETÖ’yle mücadelede rol kapıp AK Parti’yi de mahkum etmek isteyen istismarcı ulusalcı unsurlar. Türkiye, darbe ve terör konusunda duyarlılık ile devletin rutin işleyişini birlikte sağlıklı bir şekilde sürdürmeyi başarabilecek birikime sahiptir. Bu nedenle; farklı örgütlerin, yeni bir formatta devletin kılcal damarlarına nüfuz etme olasılığını akılda tutmakta yarar var. Hükümete düşen, bu tür oyunlara karşı var olan duyarlılığı muhafaza etmek ve planları deşifre etmektir. Net bir ifadeyle; süreci kritik etmemizin ve bazı düğüm noktalarının altını ısrarla çizmemizin amacı, bugünün reflekslerine ışık tutarak hayata geçirilmek istenen FETÖ’cü ve milleti, milletin değerlerini tehdit olarak gören ulusalcı tuzaklara düşmemektir.