Köpekbalığı denizkızını nasıl yedi?

Dr. Hatice Çolak / Yazar
9.01.2021

BM raportlarına göre her yıl namus yüzünden dünyada 5 bin kadın öldürülüyor, her gün 137 kadın eşi ya da aile bireyleri tarafından öldürülüyor, insan kaçakçılığında kadınların oranı yüzde 71, kadınların 4’te biri hamileyken bile şiddete uğruyor, her sene dünyada 150 milyon kız tacize uğruyor. Ve unutulmaması gereken nokta, ihbar edilen vakalar gerçek rakamın en fazla yüzde 40’ı ve bu ihbarlardan sadece yüzde 10’u polise ulaşıyor.


Köpekbalığı denizkızını nasıl yedi?

Bir zamanlar, bir prenses yaşarmış denizlerde, saçları da yüreği gibi dalga dalga.

Bu prenses denizlerde sadece yaşamıyormuş, denizleri yaşatıyormuş da.

Öyle güzelmiş yüzü,öyle yumuşacıkmış huyu,öyle temizmiş kalbi, öyle tatlıymış ki dili, denizlerin tadı tuzu oymuş adeta.

Ve o kadar çok seviyormuş ki onu tüm deniz canlıları, bu sevgi o kadar büyükmüş ki, denizler o korkmasın diye korkuyormuş fırtınada dalgalanmaya. Balıklar o uyurken uyandırmamak için korkuyormuş yüzerken solungaçlarını sallamaya. Martılar yanlışlıkla ona çarpmamak için korkuyormuş denize dalıp balık avlamaya.

Ama hepsi bir tarafa, köpek balıkları korkuyormuş en çok da. Hepsinin en büyük kabusu olmuş denizler prensesi ile karşılaşmak, orda burda. Kendilerini tutamaz ve onu bir hamlede yiyiverirler korkusuyla, her gün denizler prensesini kendilerinden uzak tutmak için nöbetçiler tutar olmuşlar aralarında.

Ancak bu durum denizler prensesinin gitmiyormuş doğrusu pek de hoşuna.

Sevginin her türlü engeli aşabileceğinden, hiçkimsenin sevdiğine zarar veremeyeceğinden o kadar eminmiş ki...

Köpekbalıkları ondan kaçadursun, o köpekbalıklarının izini sürer olmuş sonunda.

Çok geçmeden onun gibi düşünen bir köpekbalığı bulması güç olmamış, dostluğu yeğleyen korkuya.

Her gece gizli saklı buluşur, sabaha kadar uzun uzun söyleşir olmuşlar, yeni, kocaman ve doğasına karşı durabilecek kadar cesur arkadaşıyla.

Artık günler geçmek bilmiyormuş köpekbalığı için de, denizler prensesi için de, bir an önce gece olsun ve herkes uyusun da gece kalsın istiyorlarmış onlara...

Ne ilginçtir ki, biri denizlerin en zarif, diğeri en kaba canlısı olmasına rağmen,

dünya kadar şey buluyorlarmış konuşmaya.

Ne var ki bir gün bu iki dost, hem de muhabbetin en derin anında, yakalanmışlar diğer köpek balıklarına.

Sadece köpekbalıkları değil, denizler prensesinin bu dostluğunu kıskanan tüm deniz canlıları bu işe çok kızmış ve hemen kurulan denizler meclisinde geceleri hapsedilme cezası verilmiş bizim köpekbalığına.

Tabii ki çok düşünmeden, aceleyle verilmiş bir cezaymış bu ceza ve ne köpekbalığımızı ne de denizler prensesini dostluklarından vazgeçirmeye yetmemiş asla.

Sevgi doğaya üstün

Artık geceleri değil gündüzleri, ama gerçekten uzak ve tehlikeli yerlerde başlamış bizimkiler kaçamak buluşmaya.

Bunun tadı da bir başkaymış doğrusu, her geçen gün daha da çok inanır olmuşlar sevginin doğaya üstün olduğuna.

Güzel ve güneşli bir gün, bizimkiler köpüklerden ve batıklardan o kadar çok söz etmişler, öyle keyifli vakit geçirmişler ki, çok şaşırmışlar farkına vardıklarında, havanın kararmasına.

Ve ne yapacaklarını bilememişler karanlık her yeri sardığında.

Gitse köpekbalığı, çıkacak foyaları ortaya.

Kimse denizler prensesine kıyamaz ama ya zavallı köpekbalığına?

Kalsa, bulunacaklar eninde sonunda.

İyisi mi devam edelim demişler saklanmaya.

Hiç bitmesin bu rüya

Bir ümit herkes dostluğun gücünü anlar diye de bol bol etmişler dua...

Gece birbirlerine sarılı uyurken, bissürü de düş görmüşler, kâh güzel kâh fena.

Denizler prensesi denizlerin en güzel şarkısını söylüyormuş, ertesi sabah uyandıklarında.

Köpekbalığı hiç bitmesin istemiş bu rüya.

Kahvaltı yapamadığı için öğlene doğru gözleri bulanık görmeye başlamış ama.

Öğlen denizler prensesi dünyanın en güzel masalını anlatmış köpek balığına.

Köpekbalığı hiç bitmesin istemiş bu masal.

Öğle yemeği de yiyemediği için kulakları da pek iyi duymaz olmuş ama.

Akşam yemeğinde denizler prensesi dünyanın en güzel dansını yapmış köpek balığına.

Burnunda et kokusu

Artık açlıktan kendini kaybetmek üzere olan ve yakalanmamak için dışarı çıkıp avlanmaya da korkan köpek balığının sadece koku alma duyusu çok iyi çalışır haldeymiş ama.

Ve aldığı koku, çok lezzetli bir et kokusuymuş esasında...

Ertesi sabah karnının artık aç olmadığını farketmiş köpekbalığı uyandığında.

Ve birşey daha farketmiş heryere baktıktan sonra, denizler prensesi yokmuş ortalıklarda.

Ve son birşey daha farketmiş nasılsa sonra...

Dünyanın en güzel sesiymiş bu farkettiği, denizlerin en güzel şarkısını söylüyormuş, taa derinlerde bir yerde, çok içerlerde, usulca...

O günden sonra hiç durmaksızın çalmış durmuş denizlerin en güzel şarkısı köpekbalığının karnında. Sadece onun için, onun duyabileceği kadar anca.

Ve köpekbalığının gözlerine dikkatlice bakanlar dışında, hiçkimse görmemiş denizler prensesini bir daha.

Çocuklar için hangisi faydalı?

Yazdığım onca masal içerisinde en sevdiğim masal bu. Ve fakat bu masalı basmaya hiçbir yayınevini ikna edemedim. Üstelik tüm editor arkadaşlarım tarafından şiddetle eleştirildim, çocuklara neden ve nasıl olup da böyle vahşet dolu şeyler anlatabiliyordum.

Pedagog değilim, ancak çocuklara anlatılan, prensesin öpücüğüyle kurbağaya dönüştüğü pembe masallardan çok daha faydalı bir masal olduğuna yemin edebilirim.

Haluk Levent’in üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’in öldürülmesinin ardından Twitter’dan yazdığı “Kızlar! Haluk abinizin tavsiyesi! İlişkinizin ilk günlerinde erkek arkadaşınız kıskançlık ile başka bir durum ile az da olsa size şiddet uygularsa hoş görmeyin. Hatta bazıları gibi bunu sosyal medyada gösterip ‘erkeğim benim’ demeyin. Şiddeti meşrulaştırmayın. Yoksa öldürülürsünüz” ifadesi tam olarak “Köpekbalığına güvenmeyin, o kadar güzel ve naifsiniz ki, ne kadar severse sevsin damarı tuttuğunda kurtulamayabilirsiniz elinden” demekti.

Kadınların bu doğru sözlere tepkileriyle editörlerin masalıma tepkilerinin benzer bir kategoride olduğunu düşünüyorum. Çocukken korkutmamak için anlatamadığımız masalı, genç kızken hıncımızdan anlatamıyoruz. Ve masaldan bihaber deniz kızları saf saf sevgisine inandıkları köpekbalıklarına yem oluyorlar.

Bir yığın çirkin yalan

Aylin Sözer cinayetiyle yine içimiz yandı.

Türkiye’nin muazzam akademisyenlerinden olan ve öğrencilerinin ona sevgisini yakinen bildiğim sevgili hocamızın sadece cinayete değil, ailesinin de iddia ettiği gibi, bir yığın çirkin yalana da kurban gittiği aşikar. Yani onu bu masala bağlamayacağım.

Ama şuna bağlayacağım: Katlanarak artan bu cinayetler üzerinden biraz kendimizi sorgulamamız ve artık karanlığa küfretmekten vazgeçip bazı mumlar yakmamızın zamanı geldi geçiyor.

Geçen sene konuk olduğu bir televizyon kanalında “Toplumda herkesin gözü önünde şiddet olayları var, çocuklar gördüğü zaman demek ki böyle yapılıyormuş diyor. Dünyanın her yerinde ciddi bir sorun bu, çözülür mü sanmıyorum, ama önlenir, azalır. Biz toplumda ne kadar şiddeti uyguluyorsak o kadar yaygınlaşıyor.” diyen Aylin hocamız, tüm bu şiddet ve sapkın eğilimlerin temelinin çocukken atıldığını ne kadar da güzel anlatmıştı.

Açlık ve sevgi

İster beğenin ister beğenmeyin Freud da saldırganlık eğilimi ile ilgili düşüncelerini içgüdü kuramı aracılığı ile şöyle paylaşır: İnsanın açlık ve sevgi güdüleri diğer tüm ilişkilerini belirler. Her iki içgüdünün gerekli doyuma ulaşmaması, bireyin sosyal yaşamında çatışmalara yol açar ve saldırgan eğilimler ile ortaya çıkar.

Diğer yandan dünyanın bir çok yerinde ataerkil kültür bağlamında belirlenen sosyo-kültürel düzen, kadını geri planda konumluyor. Ve ilk çağlardan günümüze kadar gerçekleşen öldürme eylemlerinde değişik biçimlerde boy gösteren erkeğin mevcut düzeni korumak için şiddet ve öldürme eylemlerine başvurması hali, günümüzde erkeğin kadın üzerindeki denetim özgürlüğünü elde tutmak için şiddete başvurması şeklinde tezahür ediyor. Bu yorumların, çocuklarımızı yetiştirme tarzlarımız ve toplumun erkeklerinin cinsel kimlik rollerindeki dönüşümler gibi değişik açılardan tekrar tekrar okunması ve derin araştırmalar yapılarak gerçek çözüm yolları aranması elzem.

Ama önce durumun bize has olmadığını belirtelim. BM raportlarına göre her yıl namus yüzünden dünyada 5 bin kadın öldürülüyor, her gün 137 kadın eşi ya da aile bireyleri tarafından öldürülüyor, insan kaçakçılığında kadınların oranı yüzde 71, kadınların 4’te biri hamileyken bile şiddete uğruyor, her sene dünyada 150 milyon kız tacize uğruyor. Ve unutulmaması gereken nokta, ihbar edilen vakalar gerçek rakamın en fazla yüzde 40’ı ve bu ihbarlardan sadece yüzde 10’u polise ulaşıyor.

En fazla kadın cinayetinin olduğu 25 ülkenin yarısı Latin Amerika’da, yedi tanesi Avrupa’da, üç tanesi Asya’da ve sadece biri Afrika’da, o da tabii ki Güney Afrika. Fakat bu durum bizi aklamıyor, zira istatistiksel olarak OECD ülkeleri arasında kadın cinayetlerinde ilk sırayı çekiyoruz.

Zorbalığa dur de

İstatistiksel olarak kadın cinayetleri Türkiye’de, 2000’li yıllarda geçmiş yıllara göre büyük artış gösterdi; 2008’de 80 olan rakam tedrici olarak her sene yükseldi ve 2019’da 474 oldu.

2008-2018 yılları arasında gerçekleşen kadın cinayetlerinden bin 260 cinayet vakasını inceleyen bir araştırmaya göre kadın cinayetlerinde failler listesinin en başında öldürülen kadının kocası (623), ikinci sırada sevgililer tarafından işlenen cinayetler (160), üçüncü sırada eski koca cinayetleri (94) yer alıyor. Ardından da sırasıyla tanıdık biri tarafından işlenen cinayetler (88), akraba cinayetleri (49), kardeşi tarafından öldürülme (48), oğlu tarafından öldürülme (48), babası tarafından öldürülme (38), yabancı biri tarafından öldürülme (18) geliyor.

Hapishanedeki suçluların işledikleri suçu normalleştirmek adına öne sürdükleri başlıca gerekçeler arasında; kadının ayrılık talebi, namus, aldatma-aldatılma, kıskançlık ön plana çıkıyor. Bence buraya medyayı da eklemek lazım.

İçinizi kararttığımın farkındayım.

Ancak bu masalları dinlemek zorundasınız.

O ki bunların sonu gelecek gibi değil,

O ki sadece sanatçıların ve devletin değil, tüm bireylerin, annelerin, babaların, akademisyenlerin, her seviyeden her vatandaşın bir sorumluluk yüklenmesi gereken bir alan bu alan…

Artık pembe masallardan ve boş ümitlerden vazgeçelim, sıvayalım kolları ve şu zorbalığa beraberce bir dur diyelim.

[email protected]