Körfez ülkelerinin Barış Pınarı rahatsızlığı

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi
24.11.2019

Suudilerin liderlik ettiği Körfez ekseninin Suriye politikası, İran ve Türkiye gibi rakip iki bölgesel aktörün Ortadoğu’da oluşan güç boşluklarını doldurmasını engellemek ve Suriye krizinin her iki aktör için de maliyetini artırarak bölgesel rekabette avantaj kazanmak üzerine bina edilmiştir.


Körfez ülkelerinin Barış Pınarı rahatsızlığı

Arap Baharı sürecine kadar Ortadoğu bölgesi revizyonist Şii eksen ve statükocu Sünni eksen olmak üzere kabaca iki eksene ayrılmıştı. Şii eksene İran liderlik ederken BAE, Bahreyn gibi ülkelerden oluşan Sünni eksene Suudi Arabistan liderlik ediyordu. Suudi liderliğindeki statükocu eksen için statüko; içeride yönetici ailelerin devleti yönetme imtiyazına, iktidar ve servet dağılımı üzerinde yönetici ailelerin tekeline, yönetilenlerin kısıtlı siyasi ve medeni haklarına dayanmaktadır. Dışarıda ise Batı ile ılımlı ilişkilere, ABD ve İsrail tarafından tanımlanan bölgesel statükonun İran gibi revizyonist güçlere karşı korunmasına dayanmaktadır.

2003’te başlayan süreç

2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali ve 2010 yılında başlayan Arap Baharı süreci Ortadoğu bölgesinin önemli güçleri olan Irak, Mısır, Suriye gibi ülkelerin zayıflayarak bölgesel güç denkleminden çekilmesi ile sonuçlandı. Bölgesel güç denkleminde kısa sürede yaşanan bu köklü değişimin birbiri ile bağlantılı iki önemli sonucu ortaya çıktı;

1-Ortadoğu’nun Irak, Mısır ve Suriye gibi başat güçlerinin zayıflaması, Ortadoğu bölgesindeki geleneksel güç dengesini Türkiye ve İran gibi Arap olmayan ülkeler lehine değiştiren bir süreci başlattı. Bu süreçte, özellikle bölgenin en büyük ekonomisine, en gelişmiş askeri/endüstriyel kapasitesine, tarihsel olarak bölgede liderlik rolü oynamış engin bir askeri tecrübeye sahip olan Türkiye’nin yönünü Ortadoğu’ya dönmesi Sünni dünyada statükocu Körfez eksenini zayıflatan bir etken oldu. 

Alternatif demokrasi

2-ABD’nin Irak işgali ve Arap Baharı sürecinde Ortadoğu bölgesinde oluşan güç boşluğundan da yararlanan Türkiye’nin, Katar ve bölgenin en geniş toplumsal tabanına sahip yapısı olan Müslüman Kardeşler hareketini de yanına alarak alternatif demokrasi yanlısı Sünni bir eksen oluşturmaya çalışması, Suudilerin liderlik ettiği Körfez eksenini zayıflatan başka bir etken olmuştur. Oluşturulmaya çalışılan bu yeni eksenin Sünni dünyayı ortadan ikiye bölmesine ve bölgesel statüko karşısında İran ile benzeşen taraflarının, gelecekte bu iki eksenin işbirliğine imkan hazırlayabilecek olması, Körfez eksenini bölge siyasetinde yalnızlaştıracak bir sonuç doğurabilirdi.

Suudi Arabistan’ın liderlik ettiği Körfez ekseni için Ortadoğu’da oluşan güç boşluklarının Türkiye ve İran gibi iki rakip güç tarafından doldurulması en önemli tehdit kaynağıdır. Körfezin Suriye politikasını anlamak için İran’dan ve Türkiye’den algıladığı tehdide yakından bakmak gerekmektedir. 

Öncelikle İran’ın Arap Baharı öncesi yaşanan gelişmelere de bağlı olarak bölgede profilini yükselttiğini söyleyebiliriz. Çünkü ABD’nin Irak’tan askerlerini çekmesini takip eden süreçte Irak İran nüfuzuna düştü, bu şekilde İran ile Suriye arasında bir kara bağlantısı kuruldu. Suriye İran için Bereketli Hilal bölgesine güç projeksiyonu açısından çok önemli bir müttefiktir. Genellikle İran, Lübnan ve Filistin’de kendine yakın örgütlere silah ve lojistiği büyük oranda Suriye üzerinden sağlamaktadır. 2006 yılındaki İsrail-Hizbullah ve 2009 yılındaki Gazze savaşını takip eden dönemde İran’ın, bölgedeki örgütler üzerindeki nüfuzu sayesinde savaş ve barış kararlarını etkileyebilecek bir kapasiteye ulaştığı görüldü. Bölgedeki müttefikleri üzerinden kavuştuğu bu güç üretebilme kapasitesi, İran’ı, bölgede “direniş ekseni” olarak tanımlanan yapının doğal lideri haline getirmiştir. Bu gelişmeler ışığında, Arap Baharı sürecine kadar, Körfez ülkelerinin Bereketli Hilal bölgesinde İran karşısındaki etkinliğinde ciddi bir gerileme olduğunu söyleyebiliriz. 

İdeolojik nüfuz 

Arap Baharı ile birlikte Tunus ve Mısır’daki laik, Batı yanlısı ve Suudi müttefiki rejimlerinin hızla düşmesi, İran’ın Arap Baharı’nın zayıflattığı Suriye ve Yemen’de etkili olmaya başlaması, Tahran’ın zafer anlayışına katkıda bulunmuştur. Irak işgali ve Arap Baharı sonrası bölgenin üç önemli devletinin (Mısır, Irak, Suriye) içine düştüğü istikrarsızlığın bölgede oluşturduğu güç boşluğunu İran’ın doldurma ihtimali, Suudilerin liderlik ettiği Körfez ülkelerinde Şii hilali diye adlandırılan çevrelenme hissini derinleştirmiştir.

Arap Baharı sürecinde, başta Körfez ülkeleri olmak üzere rejimlerin meşruiyetini sorgulayan ve bu rejimleri ABD’nin desteğine muhtaç zavallılar olarak niteleyen İran yönetimi, Körfez ülkelerindeki rejimler tarafından dışlanmış Şii nüfus üzerindeki ideolojik nüfuzunu ve Körfez bölgesi dışındaki alanlardaki politik etkisini kullanarak bölgedeki en büyük rakibi olan Suudi Arabistan ve müttefiklerini zayıflatmaya çalışmıştır. 

Yeni Ortadoğu düzeni

Körfez ülkelerinin Türkiye’den algıladıkları tehdide yakından baktığımızda özellikle Türkiye’nin Arap Baharı sürecinin başından itibaren Ortadoğu bölgesinde otoriter rejimlerden demokrasiye geçiş sürecini aktif bir biçimde desteklediğini görürüz. Yani bölgesel liderlik rolü üstlenmiş olması statükocu Körfez ekseni açısından ciddi bir tehdidi açığa çıkarmıştır. Böylece bölgede otoriter rejimlerin yerine demokratik yönetimler kurulmasına ilham kaynağı teşkil eden Türkiye, bölgede kurulacak yeni Ortadoğu düzeninin öncüsü olabilecekti.

Türkiye, bu politikanın bir gereği olarak Mısır, Filistin, Suriye, Libya ve Sudan gibi bölge ülkelerinde Körfez eksenine muhalif yapılara verdiği destekle bölge genelinde Körfez müttefiki rejimler ile halk arsındaki uçurumu derinleştirerek Körfez açısından bölgeyi istikrarsızlaştırmıştır. Özellikle Suudilerin kendi nüfuz alanları olarak gördükleri Körfez, Kızıldeniz gibi bölgelerde Türkiye’nin Katar ve Sudan gibi ülkeler ile yakınlaşması ve sayılan bölgelerde askeri üsler kurması Suudilerin liderlik ettiği Körfez ekseninde ciddi bir rahatsızlığa sebep olmuştur. Çünkü Irak işgali sonrası Irak’ın bölgesel güç denkleminden çekilmesi ve Arap Baharı sürecinde Mısır’ın zayıflaması Körfez ve Kızıldeniz bölgelerinde güç boşluklarına yol açmıştır. Türkiye’nin sayılan bölgelerde askeri olarak da varlık göstermesi bölgesel güç denkleminde değişikliğe yol açarak Körfez ülkelerinin nüfuzunun zayıflamasına sebep olabilir. 

Genel olarak Körfez ekseni, Arap Baharı’nın başlangıcından itibaren Yemen, Bahreyn ve Mısır’da rejim değişikliğine karşı tüm güçleri ile direnerek, takip ettikleri “devrim karşıtlığı” politikasının aksine Suriye’de “rejim değişikliği” politikasını takip etti. Bu politikanın asıl hedefi, Suriye’yi özgürleştirmek, Suriye’de insan hakları ve demokrasiye dayalı bir düzen kurmak değil, Arap Baharı ile birlikte Türkiye ve İran’ın artan bölgesel nüfuzunu sınırlamak ve İran’ın liderlik ettiği revizyonist ekseni yıkmaktı.

Diplomatik baskı

Türkiye ve İran’dan kaynaklı tüm bu tehditleri dengelemek için Suudi liderliğindeki Körfez ekseni, Arap Baharı’nın Suriye’ye sıçradığı ilk günden itibaren hem siyasi hem de silahlı muhalefete destek olarak Suriye’de İran yanlısı Esat rejimini devirmek için tüm imkanlarını seferber etti. Arap Baharı’nın başlangıcında Suriye rejimine yönelik uygulanan diplomatik baskı ilerleyen süreçte ülkedeki hem siyasi hem de silahlı muhalefete yönelik etkin bir desteğe doğru evirildi. Suriye’nin Arap Birliği’nden çıkarılması, ülkedeki büyükelçiliklerin kapatılarak diplomatik ilişkilerin askıya alınması, Suriye’de rejimi devirmeye matuf uluslararası müdahale çağrılarının yapılması, bu diplomatik baskının unsurlarıdır. 

Bu diplomatik baskıların Suudi liderliğindeki eksenin hedeflerini gerçekleştirme konusunda yetersiz kalması yeni arayışlara sebep oldu. Bu yüzden Suudi Arabistan, Suriye muhalefetini yeniden yapılandırarak Ahmet Carba liderliğinde Suriye’de kendisine yakın bir muhalefet bloğu oluşturmaya çalıştı. Bölgede uzun zamandır yürüttüğü vekalet savaşında zaman zaman Suriye’ye kendi birliklerini göndermek suretiyle Bahreyn ve Yemen’de olduğu gibi doğrudan müdahale etme niyetini de açıkça dile getirdi. Bu dönemde Suudi liderliğindeki eksenin ana hedefi Suriye’de kendisine yakın ılımlı bir Sünni hükümet kurulmasını temin ederek Suriye’yi İran’ın etki alanından uzaklaştırmaktı. Eğer Suriye’yi İran etkisinden uzaklaştırmayı başaramaz ise Suriye iç savaşının İran açısından maliyetini artırarak İran’ı yıpratmak ve İran’ı bir süre Körfez bölgesinden uzak tutmak Suudi liderliğindeki bloğun ikincil hedefiydi.

Son dönemde Körfez’in Suriye politikasında anlamlı bir değişime tanıklık ediyoruz. Önce 17 Aralık 2018’de dönemin Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir›in Şam ziyareti, bu ziyaretten kısa bir süre sonra BAE ve Bahreyn’in Şam’da büyükelçiliklerini, yedi yıl aradan sonra, yeniden açmaları bu değişimin ilk işaretleridir. 

Türkiye karşıtı blok

Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna yönelik düzenlediği Barış Pınarı Harekatı’ndan sonra Körfez ülkelerinin Suriye politikasındaki değişim daha da belirgin hale gelmiştir. Harekâtın başlamasını takiben bir kınama mesajı yayınlayan Suudi Arabistan’ın Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Adil el-Cubeyr’in “Washington’daki ortaklarımızla, ayrıca Suriye’de desteklediğimiz güçlerle yakın istişareler yürütüyoruz” şeklindeki ifadeleri ve BAE ve Bahreyn dışişleri bakanlarının da harekâtı “Dost Arap ülkesinin egemenliğinin açık ve kabul edilemez ihlali ve Arap işlerine müdahale” ifadeleriyle kınaması, bölgede yönetimlere yakın Körfez medyasının başlattığı Türkiye karşıtı propaganda, Körfez’in bu süreçte Türkiye’nin Suriye meselesinde aktif rol oynamasına yönelik bir tepkidir. Bu süreçte Arap Birliği’nin olağanüstü bir toplantı yaparak Körfez’in baskısıyla Türkiye’nin operasyonunu “Bir Arap devletinin topraklarının işgal edilip egemenliğine saldırı” olarak yorumlayan bir karar çıkarması da bölgede Türkiye karşıtı bir blok oluşturma girişimidir. 

Türkiye’nin Suriye’de aktif bir rol üstlenebilecek olması Körfez ekseninin bölgede korumaya çalıştığı statüko için büyük bir tehdit olarak yorumlanmaktadır. Türkiye’nin bu rolü İsrail’in güvenliğinin tesisi çalışmalarını sekteye uğratacak ve uzun zamandır hazırlıkları yapılan Asrın Barış Anlaşması olarak nitelendirilen Körfez’in de desteklediği planın uygulanma ihtimalini ortadan kaldıracaktır. Çünkü bilinmektedir ki “Mısır’sız savaş Suriye’siz barış olmaz”.

Genel olarak Suudilerin liderlik ettiği Körfez ekseninin Suriye politikasının, İran ve Türkiye gibi rakip iki bölgesel aktörün Ortadoğu bölgesinde oluşan güç boşluklarını doldurmalarını engellemek, Suriye krizinin her iki aktör için de maliyetini artırarak bölgesel rekabette avantaj kazanmak üzerine bina edilmiş olduğunu söyleyebiliriz. 

[email protected]