Körfez'in İsrail ikilemi

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniversitesi
7.02.2020

BAE-Suudi ekseninin kendi güvenlik ve istikrarını sağlamak için ABD ve İsrail'e yaslanmak zorunda kalması, bu ülkelerdeki yönetici elitin kendi şahsi çıkarlarını ülkelerinin ve İslam dünyasının çıkarlarından daha önemli görmesi ile yakından alakalıdır. Bölgedeki iç savaş ve istikrarsızlıkların en önemli sebebi otoktarik rejimlerin yaptığı bu yanlış ulusal çıkar tanımlamalarında yatmaktadır.


Körfez'in İsrail ikilemi

Uzun yıllar ABD güvenlik şemsiyesi sayesinde rejimlerinin güvenlik ve istikrarını sağlayan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi Körfez’in statükocu monarşileri 2010’lu yıllardan itibaren yeni bir bölgesel güvenlik mimarisi ile karşı karşıya kaldı. Yeni dönemde Körfez güvenlik mimarisinde değişime yol açan en önemli olgu ABD’nin bölgeye dönük geçmiş yıllarda sağladığı kayıtsız şartsız “güvenlik garantörü” rolünden sıyrılma eğilimleri sergilemesidir. 2003 yılında Irak’ın işgalini takip eden süreçte Irak’ın İran nüfuzuna düşmesi, Mısır, Tunus ve Yemen gibi ülkelerde Suudi müttefiki rejimlerin sokak hareketleri ile yıkılmasına ABD’nin sessiz kalması ve Yemen iç savaşında BAE-Suudi eksenine sağladığı gönülsüz destek ABD’nin bölge güvenlik mimarisindeki rolünü azaltma girişimlerinin en önemlileri olarak değerlendirilebilir.

Bölge güvenlik mimarisinde yaşanan değişimi, bu durum ABD güvenlik şemsiyesinin yokluğu anlamına geldiği için, kendi rejimleri için ciddi bir tehdit olarak algılayan BAE-Suudi ekseni son on yıldır takip ettiği politika ile ABD’yi yeniden bölge güvenliğinin başat aktörü olması için ikna etmeye çalışmakta. Burada Filistin sorunu ya da diğer bir ifadeyle İsrail’in güvenliği ön plana çıkıyor. Çünkü tarihsel olarak ABD’nin bölgeye dönük ilgisinin iki temel kaynağı bulunmaktaydı; petrol ve İsrail’in güvenliği. 2010 sonrası kaya gazı devrimi ile ABD’nin enerji bağımsızlığını sağlamış olması hatta yakın gelecekte en büyük enerji ihracatçısı olabilecek olması, ABD’yi bölge enerji kaynaklarına bağımlılıktan kurtarmış, BAE-Suudi eksenini ABD açısından değersizleştirmiş ve İsrail’in güvenliğini ABD’nin bölgeye dönük ilgisinin yegane sebebi haline getirmiştir. ABD dışındaki hiçbir küresel gücün Körfez güvenliğini sağlama kapasite ve motivasyonuna sahip olmaması BAE-Suudi ekseni için ABD ile olan ilişkileri daha da önemli hale getirmiştir.

İsrail’in güvenliği

Son dönemde bölgede yaşanan birtakım gelişmeler İsrail ile Körfez’deki BAE-Suudi statükocu ekseni arasında ortak güvenlik kaygılarına yol açarak her iki aktörü işbirliğine zorlayan bir süreci başlattı. Bu gelişmelerin en önemlisi Irak’ın işgali ve Arap Baharı sürecinde Irak, Suriye ve Mısır gibi bölgenin önemli devletlerinin zayıflayarak bölgesel güç denkleminden çıkması ile Türkiye ve İran gibi BAE-Suudi ekseninin Arap olmayan iki rakibinin Orta Doğu siyasetindeki ağırlıklarının artmasıdır. Türkiye’nin Katar ile kurduğu yakın ilişki ile Körfez bölgesinde, askeri kapasitesi ile Suriye’de etkili olmaya başlaması, Orta Doğu’da artan ideolojik nüfuzu, İran’ın nükleer faaliyetleri, Suriye, Yemen ve Bahreyn gibi ülkelerde artan siyasi ve askeri nüfuzu İsrail ile BAE-Suudi eksenini yakınlaştıran en önemli gelişmelerdir. Bu süreçte BAE-Suudi ekseninin İsrail ile ilişkileri normalleştirme girişimleri bu işbirliğinin ilk aşamasını teşkil etmektedir. Aralarında diplomatik ilişki bulunmasa da bölgesel güvenliğe dair birçok ulusal ve uluslararası platformda BAE-Suudi ekseni ile İsrail’in ortak bir politikayı benimsemiş olması son dönemde şahit olduğumuz ilişkilerdeki normalleşmenin en önemli kanıtıdır.

Kamuoyu önünde red

BAE-Suudi ekseni ile İsrail arasındaki işbirliğinin ikinci aşaması İsrail’in güvenliğinin daha sağlam temellere oturtulacağı bölgesel bir statükonun kurulmasına yönelik girişimler olmuştur. Uzun süredir Trump yönetimi tarafından “Asrın Barış Planı” olarak tanımlanan ve İsrail işgalini meşrulaştıran, Filistinlilerin haklarını gasp eden bu plan İsrail’in güvenliğini sağlamaya dönük önemli bir aşamayı temsil etmektedir. Trump’ın sözde Asrın Barış Planını açıklandığı toplantıya BAE, Umman ve Bahreyn büyükelçilerinin de katılarak plana alkış tutması yakın gelecekte BAE-Suudi ekseninin İsrail’in güvenliğinin en önemli unsuru olacağını göstermektedir. Plan açıklanmadan aylar önce Suudi veliaht prensi Muhammed bin Selman’ın Filistin lideri Mahmut Abbas’a “Ya Trump’ın planını kabul et ya da istifa et” şeklindeki basına yansıyan telkinleri, BAE-Suudi ekseninin ABD tarafından Filistinlileri, İsrail’in işgal ve ilhak politikasını kabullenmeye ikna etmekle görevlendirildiği değerlendirmelerine yol açmaktadır.

Barış planının açıklanmasını müteakiben Mısır’ın başkenti Kahire’de olağanüstü toplanan Arap Birliği üyesi ülkelerin dışişleri bakanları, planın adil bir barış anlaşması imzalanmasını mümkün kılmadığı gerekçesiyle planı reddetmiş olsa da BAE-Suudi ekseninin bu planı şiddetle desteklediği bilinmekte. Trump’ın planını kamuoyu önünde reddedip kapalı kapılar arkasında planın uygulanabilmesi için ABD-İsrail yönetimleri ile ortak hareket etmesi BAE-Suudi ekseninin Filistin meselesinde ciddi bir ikilem içerisinde olduğunu göstermektedir. Peki BAE-Suudi ekseni Trump’ın barış planını şiddetle desteklerken kamuoyu önünde neden reddetmektedir?

BAE-Suudi ekseninin kamuoyu önünde Trump’ın barış planını açıktan reddetmesinin iki temel sebebi bulunmaktadır. İlk olarak“Müslümanların haklarını savunmak, Arap ve İslam davalarına bağlılık” geleneksel Suudi dış politikasında çok önemli bir unsurudur. Suudi Arabistan uzun yıllar bu politika sayesinde içeride zayıf olan siyasi meşruiyetini tahkim ederken dışarıda da İslam dünyasına liderlik iddiasında bulunabilmiştir. Filistin meselesi ise Arap ve İslam davalarının en önemlisidir. Yemen savaşı ve Kaşıkçı cinayeti ile son dönemde İslam dünyasındaki itibarı önemli bir yara almışken Filistin’e ihanet ederek İslam’ın kutsal addettiği Mescid-i Aksa’yı İsrail işgaline terk etmesi BAE-Suudi eksenine çok ağır bir maliyet yükleyecektir. İsrail işgalini tanıyarak Filistinlilerin haklarını yok sayan bu anlaşmayı yüksek sesle savunmak aynı zamanda BAE-Suudi ekseninin içerideki meşruiyetine de ciddi bir darbe vuracak, yönetici elitin meşruiyeti iç kamuoyunda tartışmalı hale gelecektir.

ARAMCO çıkmazı

İkinci olarak BAE-Suudi ekseninin Filistin davasına ihanet anlamına gelen bu anlaşmayı resmi olarak savunması İran ve Türkiye gibi BAE-Suudi ekseninin ideolojik ve askeri alandaki iki önemli bölgesel rakibinin elini güçlendirecektir. Çünkü İran ve Türkiye BAE-Suudi ekseninin İsrail yanlısı politikasını kullanarak Orta Doğu’daki halklar ile mevcut statüko yanlısı rejimler arasındaki uçurumu derinleştirebilir. Özellikle Mısır eski Cumhurbaşkanı Nasır’dan sonra Orta Doğu bölgesinin karizmatik bir liderden yoksun kalması ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Müslümanların haklarını en üst perdeden savunan söylemi Türkiye’nin bölgesel meselelerdeki ağırlığını artırmıştır. Başta Filistin meselesi olmak üzere bölgede ABD, İsrail ve BAE-Suudi ekseni tarafından tanımlanan statükoya Erdoğan’ın yüksek perdeden yaptığı itirazlar, kitle iletişim araçlarının son derece yaygınlaştığı günümüzde, Ortadoğu ülkelerindeki rejimler ile halklar arasındaki uçurumu derinleştirme potansiyeli taşımakta ve bölgedeki statükocu bloğa Nasır dönemindeki “Arap Soğuk Savaşı” günlerini hatırlatmaktadır Aynı zamanda Trump’ın barış planını açıktan reddeden Türkiye ve İran, Suudilerin İslam dünyasındaki liderlik iddiasını da sorgulayabilir. Bu durum, İslam’ı rejimin en önemli meşruiyet kaynağı olarak sunan Suudi Arabistan’da ciddi sorunlara yol açacaktır.

BAE-Suudi ekseninin kapalı kapılar arkasında Trump’ın barış planının gerçekleşerek İsrail’in güvenliğini daha sağlam temellere oturtma politikası takip etmesinin en önemli sebebi ise ABD’yi yeniden Körfez güvenliğinde sorumluluk almaya ikna etmektir. Yazının başında da ifade ettiğimiz gibi küresel enerji piyasasında son dönemde meydana gelen gelişmeler BAE-Suudi ekseninin ABD açısından değerini azaltmıştır. ARAMCO saldırılarını takip eden süreçte Trump’ın bölgeye dönük her açıklamasında “Bizim Körfez petrolüne ihtiyacımız yok” şeklindeki ifadeleri tekrarlaması ve Suudilerin ABD’den aldıkları yüz milyarlarca dolarlık silahın ARAMCO saldırılarını önle(ye)memiş olması ABD’nin körfez güvenliğine verdiği önemi gayet güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Sayılan gelişmeler güvenlik ve istikrarları ABD’nin enerji güvenliği vizyonuna bağlı olan BAE-Suudi eksenini ciddi bir güvensizliğe itmiştir. Mevcut koşullarda İsrail’in güvenliğinde kritik roller oynamak, ABD nezdindeki önemini artırarak ABD’yi yeniden Körfez güvenliğinde sorumluluk almaya ikna etmek için BAE-Suudi ekseninin önündeki en önemli seçenek olarak durmaktadır. Aslen İsrail’in güvenliğini sağlamak BAE-Suudi ekseninin güvenliği için tek alternatif değildir. BAE-Suudi ekseninin kendi güvenlik ve istikrarını sağlamak için ABD ve İsrail’e yaslanmak zorunda kalması, bu ülkelerdeki yönetici elitin kendi şahsi çıkarlarını ülkelerinin ve İslam dünyasının çıkarlarından daha önemli görmesi ile yakından alakalıdır. Körfez monarşilerinin güvenlik ve istikrarları için daha rasyonel bir tanımlama yapması tüm Orta Doğu ve İslam dünyası için büyük önem arzetmektedir. Çünkü bölgedeki iç savaş ve istikrarsızlıkların en önemli sebebi otoktarik rejimlerin yaptığı bu yanlış ulusal çıkar tanımlamalarında yatmaktadır.

@DrNecmettinAcar