Körfez'in satranca dahli... Akdeniz'de yeni kuşak

Doç. Dr. İsmail Şahin / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
23.04.2021

ABD, Akdeniz-Körfez entegrasyonunun Yunanistan-İsrail-BAE üzerinden tesis edilmesine yeşil ışık yakmaktadır. ABD ve AB'nin desteğiyle Arap Körfezi kıyılarından Akdeniz ve Avrupa'ya uzanan yeni bir askeri, siyasi ve ekonomik kuşak oluşumu söz konusudur. Bu yeni kuşaktaki gelişmeleri, Türk Konseyi çatısı altında yürütülmesi planlanan kapsamlı iş birliği projeleriyle birlikte ele almak anlamlı sonuçlar verebilir.


Körfez'in satranca dahli... Akdeniz'de yeni kuşak

Akdeniz, uzun bir tarihi aranın ardından yeniden uluslararası siyasetin merkezi olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. Akdeniz'in artan öneminde, sadece Doğu Akdeniz'de keşfedilen enerji kaynaklarını görmek büyük bir eksiklik olur. Rusya'nın Akdeniz'e yerleşme çabaları, Çin'in Avrupa kapılarına dayanan iktisadi gücü, Avrupa Birliği'nin azalan etkisi, ABD'nin kararsızlığı, İsrail'in Ortadoğu'dan Akdeniz hattına yönelmesi ve Türkiye'nin artan bölgesel nüfuzu gibi aynı zaman diliminde meydana gelen gelişmeler, Akdeniz üzerindeki rekabeti artırdı.

Avrupa için hayati önemde

Coğrafi olarak Güney Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden oluşan Akdeniz'in, antik çağlardan günümüze, dünya çapında ilgi gören bir yer olduğu çok iyi biliniyor. Günümüzde bu ilginin daha da arttığını gözlemlemek mümkün. Bu bakımdan Akdeniz'in stratejik öneminin dünyada önemli ve eşsiz olduğu söylenebilir. Bunun birçok nedeni vardır. Öncelikle Avrupa'nın siyasi, iktisadi, toplumsal ve enerji güvenliği Akdeniz'e bağımlıdır. İstikrar ve refah koşulları Avrupa'da daha yüksek olduğundan Akdeniz'de ortaya çıkabilecek düzensizlikten ve çatışmalardan en çok bu kıtanın etkileneceği bilinmektedir. O yüzden Akdeniz, Avrupa için hayati bir önem taşımaktadır.

Küresel enerji güvenliği

Benzer şekilde Akdeniz'in dünya çapında da giderek artan bir önemi vardır. Dikkat edilecek olursa geçen çeyrek yüzyılda enerji sahasında yapılan yatırımlar sayesinde Ortadoğu, Basra Körfezi ve Hazar Denizi'nin enerji kaynakları birer birer Doğu Akdeniz kıyılarına ulaşmaya başlamıştır. Öyle ki ilan edilen projelerden bu yatırımların artarak devam edeceği anlaşılmaktadır. Doğu Akdeniz'in giderek dünya enerji dağıtım üssüne dönüşmesi, küresel enerji güvenliği açısından muazzam bir gelişmedir. Yine tüm bunlara Kuzey Afrika ülkeleri Fas, Tunus, Cezayir ve Libya'dan İtalya ve İspanya'ya uzanan doğalgaz boru hatları ilave edildiğinde bir bütün olarak Akdeniz'in enerji güvenliğinde oynadığı rolün mahiyeti anlaşılabilir.

Son yıllarda Körfez ülkeleri ile Akdeniz ülkeleri arasında artan iş birliği, Doğu Akdeniz ile Körfez jeopolitiğinde ortaya çıkan bütünleşme arayışları bu bağlamda değerlendirilebilir. Bu noktada Akdeniz'in bir çekim merkezi olarak yeniden konumlandığı iddia edilebilir. Bir başka ifadeyle, Akdeniz'i çevreleyen Karadeniz, Hazar, Basra ve Kızıldeniz'in Coğrafi Keşifler öncesi konumlarına benzer biçimde evrildikleri ve böylelikle göreli özerkliklerini yitirmeye doğru gittikleri görülmektedir. Bilhassa İsrail'in Arap ve Helen ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirme sürecine sokması, Körfez ile Doğu Akdeniz'in bütünleşmesinde anahtar bir rol oynamıştır.

Alternatif rotalar

Kızıldeniz kıyısındaki Eilat Limanı ile Akdeniz kıyısındaki Aşkelon terminalini Süveyş Kanalı'na alternatif bir rota olabilecek şekilde birleştirme girişimleri ve Basra'nın enerji kaynaklarını boru hatlarıyla İsrail kıyılarına ulaştırma faaliyetleri birlikte düşünüldüğünde İsrail'in gelecekte Akdeniz'de nasıl bir stratejik üstünlük arayışı içerisinde olduğu kolayca kestirilebilir. Yunanistan'ın da benzer bir amaç için mesai harcadığı tahmin edilmektedir. Atina'nın Körfez ülkeleriyle geliştirdiği sıcak ilişkiler, İsrail'le kurduğu stratejik ortaklık ve Mısır'la tesis edilen tarihi ilişkileri koruma kararlılığı, Yunanistan'ın Körfez, Akdeniz ve Karadeniz kavşağında konumunu güçlendirici bir politikayı rehber edinmesine yol açmaktadır. Kısacası Yunanistan yeni bir jeopolitik deneme içerisindedir. Atina'yı bu riskli yolculuğa cesaretlendiren ana faktör, üyesi olduğu Avrupa Birliği'ne duyduğu güven ve ABD'den aldığı cesarettir.

Körfez nasıl dahil oldu?

Burada gözden kaçırılmaması gereken stratejik bir nokta da; Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın, Körfez ülkelerini Doğu Akdeniz'de yürütülen askeri tatbikatlara dahil etmesidir. Böylece BAE ve Suudi Arabistan, belki de tarihte ilk kez Doğu Akdeniz'de askeri bir varlık olarak görünmeye başladılar. Diğer taraftan ise Yunanistan'ın ABD'den satın aldığı Patriot hava savunma bataryalarından birinin Suudi Arabistan'a verilmesi konusunda iki ülke arasında yapılan anlaşma, iki deniz havzası arasındaki askeri bağların güçlenerek artacağına işaret ediyor. Amerika'nın teşvikiyle atılan bu adımlar Akdeniz'den Körfez'e uzanan yeni bir askeri koridorun ön habercisi niteliğinde.

Türkiye açısından konu ele alındığında, Körfez ile Akdeniz arasında inşa edilmeye çalışılan askeri koridorun, Türkiye'yi çevreleyici ve kısıtlayıcı bir özellik taşıdığı görülüyor. Türkiye'nin Suriye sınırında kurulmaya çalışılan PKK/PYD devleti de satranca dahil edilirse, o vakit resmin tamamı kendisini gün yüzüne çıkartıyor. Bu doğrultuda Suriye'nin bölünmesiyle Türkiye'nin Ortadoğu'yla; Yunanistan-İsrail-Mısır-Körfez ülkeleri arasında tesis edilecek askeri koridor veyahut kalkan ile de Türkiye'nin Kuzey Afrika ülkeleriyle irtibatı yalıtılmış olacaktır.

Bu varsayımdan hareketle Suriye, Libya ve Kıbrıs'ta atılan adımlarla Türkiye'nin, kendisine örülmek istenilen zırhı üç noktadan kırdığı anlaşılmaktadır. Yunanistan'ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile birlikte Doğu Akdeniz'de geniş bir deniz yetki sahasına sahip olma girişimi, Kasım 2019'da Türkiye ile Libya arasında imzalanan anlaşmayla önlenmiştir. O nedenle bu anlaşmanın Türkiye açısından tarihi bir önemi vardır. Zira Türkiye bu anlaşmayla sadece Doğu Akdeniz'deki haklarını korumaya almakla kalmamış, Yunanistan'ın gelecekte büyük bir Akdeniz gücüne dönüşmesini de engellemiştir. Ayrıca koparılmaya uğraşılan Türkiye-Afrika bağlantısı yeniden tesis edilmiştir. Türkiye-Libya anlaşmasının Afrika ve Doğu Akdeniz'de neden olacağı sonuçlardan rahatsızlık duyan devletlerin, meşru Libya hükümetine ve Türkiye'ye karşı ortak bir tavır içerisine girmesi, bu pencereden bakıldığında önemli bir jeopolitik kazanımın kaybına delildir ve bu vaziyet uluslararası hukukun sınırlarını aşan bir durumdur.

Osmanlı Devleti'nin kıtalar aşan gücünün bir nedeni de onun denizlerdeki gücüydü. Diğer yandan Sevr Antlaşması'yla Türkiye'nin açık denizlerle bağlantısının kesilmeye çalışıldığı da başka bir vakıadır. Kendi ulusal çıkarlarını, Türkiye'nin edilgen bir dış politika izlemesinde gören güçler açısından, Türkiye'nin denizlerle kuracağı ilişkinin ehemmiyeti oldukça büyüktür.

Risk, tehlike ve tehdit

Nitekim Türkiye'nin coğrafi konumuna sahip olan bir ülke için uluslararası ticarete eklemlenmenin kaçınılmaz yolu, denizlerle kuracağı bağlantıyla mümkündür. Bu, ekonomik bir zorunluluktur. Elbette işin bir de güvenlik boyutu bulunmaktadır. Fakat bu güvenlik artık klasik veya geleneksel bir emniyet algısından çok öte, çok katmanlı bir bileşendir. Risk, tehlike ve tehdit üçgeni bugün yalnızca sınırları ilgilendiren bir mesele değildir. Güvenliğin konusu, gıda tedarik zincirinin tesisinden salgınlara karşı korunmaya, enerji arz güvenliğinden düzensiz göçle mücadeleye kadar uzanan melez bir içeriğe sahiptir.

Son yirmi yılda Birleşmiş Milletler ve NATO gibi kuruluşların, küresel barışı tehdit eden; terör, göç, salgın, yoksulluk ve askeri çatışma gibi unsurlarla mücadelede ne denli yetersiz kaldığının bir kez daha anlaşılması, devletlerin ulusal güvenliklerine daha fazla önem vermelerine yol açmıştır. Bu durum doğal olarak, güvenliğin devredilemez ve vazgeçilemez yönünü kuvvetlendirmiştir. Açıkçası küreselleşmeyle birlikte umulan barış koşulları tesis edilememiştir. Ayrıca insan güvenliğinin yeni boyutları ortaya çıkmıştır.

Uluslararası ticaretin küresel bir noktaya eriştiği zamanlardan bugüne gelişmiş devletlerin uluslararası güvenlikten anladıkları en önemli konu, küresel ticaretin sürdürülebilirliğine hiçbir koşulda herhangi bir engelin ortaya çıkmamasıydı. Bu bağlamda Doğu ile Batı arasındaki her rotanın güvenliğini sağlamak uluslararası politikanın ana gündemi haline geldi. Fakat son yıllarda gelişen teknoloji ve küresel ısınma gibi faktörler, geleneksel rotalara alternatif güzergahlar sunma çizgisinde hızla ilerlemektedir.

Deniz taşımacılığı

Süveyş Kanalı'nda yaşanan kazanın ardından alternatif rota teklifleri bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. Öncelikle şunu kabul etmek gerekiyor. Günümüzde tüm devletleri ilgilendiren en kayda değer mesele, sürdürülebilir uluslararası deniz taşımacılığının güvenliğidir. Zira dünya ticaretinin yüzde 90'ı denizler yoluyla icra edilmektedir.

Uluslararası gelişmeler yakından izlendiğinde Rusya'nın büyük bir baskı altında olduğu anlaşılmaktadır. Bir defa Rusya, uluslararası ticaretin artan oranda yeniden Akdeniz'e kaymasından ciddi bir endişe duymaktadır. Benzer şekilde uluslararası enerji ticaretinin de artan ölçüde güneye çekilmesinden kaygılanmaktadır. Bu iki kaygının Rusya'yı Baltık, Akdeniz ve Karadeniz'de daha agresif politikalara yönelttiği söylenebilir. Buradan hareketle Rusya'nın Akdeniz'de istikrarsızlıktan yana olduğu düşünülebilir. Nitekim Moskova'nın acil hedefi, sürdürülebilir uluslararası deniz taşımacılığını Akdeniz'den, Kuzey Deniz Yolu'na kaymasıdır. Bu, stratejik bir düşüncedir. Öyle ki Çin, Japonya ve Güney Kore başta olmak üzere büyüyen Asya üretim pazarının güvenli ve hızlı rota olarak kendisine Akdeniz'i belirlemesi ve artan enerji ihtiyaçlarını yine bu bölgeden tedarik etmesi, Rusya açısından telafisi güç durumlara yol açabilir. Belki de Rusya'nın Akdeniz'de varlığını güçlendirme çabalarının itici gücünü bu kurguda aramak faydalı olabilir.

Amerika, Çin'in Kuşak Yol girişiminden endişe duysa da bu yolun kendi güvendiği müttefikleri üzerinden inşa edilmesine taraftar gibi görünmektedir. Başka bir ifadeyle Amerika, Rusya ile Çin arasındaki iş birliğinin Kuzey Deniz Yolu'nda konsolide edilmesine taraftar değildir. Dolayısıyla Akdeniz-Körfez entegrasyonunun Yunanistan-İsrail-BAE üzerinden tesis edilmesine yeşil ışık yakmaktadır. ABD ve AB'nin desteğiyle Arap Körfezi kıyılarından Akdeniz ve Avrupa'ya uzanan yeni bir askeri, siyasi ve ekonomik kuşak oluşumu söz konusudur.

Bu yeni kuşaktaki gelişmeleri, Türk Konseyi çatısı altında yürütülmesi planlanan kapsamlı iş birliği projeleriyle birlikte ele almak anlamlı sonuçlar verebilir. Yine benzer şekilde, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı'nın 2019 yılında başlattığı "Yeniden Asya" girişimi, söz konusu rekabetin önemli bir parçasıdır. Dahası Türkiye'nin Orta Koridor hattında yer alan PKK terör örgütüne ve Karabağ'daki Ermeni işgaline karşı sonuç alıcı bir mücadele başlatması bölgesel dinamikler açısından mühim bir kırılmadır. Ayrıca Türkiye'nin çok yönlü dış politika kapsamında, Akdeniz'e kıyıdaş olmayan fakat iktisadi gücün stratejik kullanımında hayati öneme sahip Bulgaristan, Sırbistan ve Macaristan'la kurduğu yakın ilişkiler, Doğu Akdeniz satrancında ikna edici bir hamledir.

Süveyş'e rakip

Zira Türkiye, Avrupa ile Asya arasındaki ticarette Orta Koridoru aktif hale getirmek için mücadele etmektedir. Nihayetinde bu girişim, Trans-Sibirya Demiryolu hattının bulunduğu Kuzey Koridoru ile Süveyş Kanalı'na ciddi bir rakiptir. Özellikle Asya ile Avrupa arasındaki ticaret trafiğinde deniz yoluna alternatif sunulacak liman bağlantılı demir ve kara yolları ağı, Türkiye'nin en önemli avantajını oluşturmaktadır. Bu projenin hayata geçmesi durumunda Türkiye; Asya, Afrika ve Avrupa üçgeninde lojistik bir merkez hüviyeti kazanacaktır.

[email protected]