Körfezin yeni hamisi Rusya mı oluyor?

Dr. Necmettin Acar / Mardin Artuklu Üniv. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
27.10.2019

ABD tarafından uygulanan çok sıkı yaptırımlar ve “maksimum baskı” politikasına rağmen, Rusya, İran üzerinde ABD’den daha fazla etkiye sahiptir. Körfez ülkeleri Rusya ile yakınlaşarak Suriye krizinde etkinliğini artırmak ve İran-Rusya ittifakını zayıflatmak gibi bir amaç gütmektedir.


Körfezin yeni hamisi Rusya mı oluyor?

14 Eylül 2019 tarihinde Suudi petrol şirketi ARAMCO tesislerine yönelik geniş çaplı saldırılar Körfez güvenlik mimarisinde derin izler bırakan bir milat olmuştur. Uzun yıllar ABD savunma sanayiinden yüz milyarlarca dolar değerinde en gelişmiş silah sistemlerini satın alan Suudi Arabistan’ın, ülkenin en kritik tesislerine yönelik saldırıları engellemekte başarısız olması Körfez güvenlik dizaynının tekrar sorgulanmasına neden olmuştur. Saldırı sonrası hem saldırıya uğrayan Suudi Arabistan’da hem de bölgesel düzeyde, ABD’nin Körfez bölgesine yönelik fiili güvenlik garantilerinin geçerliliği ve caydırıcılığı önemli bir tartışma konusu haline gelmiştir. ABD yönetiminin Arap Baharı sürecinde Ortadoğu bölgesindeki Batı yanlısı ılımlı rejimleri (Mısır, Yemen, Tunus) koruma konusundaki isteksiz tavrı, Irak’tan asker çekmesi, Suriye krizinde karasız tavırları bölgede güç boşluklarına neden olmuştur. 

Güvenlik mimarisinde değişim  

Bu süreçte Irak, İran nüfuzuna düşmüş, Rusya ise 2015 yılından itibaren Suriye’ye yerleşmiştir. Rusya’nın tüm bu süreç boyunca ABD’nin çekilmesi ile oluşan güç boşluklarını doldurma konusunda hevesli olması, Körfez güvenliğinde Rusya’yı önemli bir aktör haline getirmiştir. Özellikle ARAMCO saldırılarından kısa bir süre sonra Rusya Devlet Başkanı Putin’in Körfez ülkelerine yaptığı ziyaret ve bu ziyaret sırasında güvenlikten ticarete geniş bir yelpazede Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan ile imzalanan çok sayıda anlaşma Körfez bölgesinde oluşan güvenlik açığının Rusya tarafından doldurulup doldurulamayacağı tartışmalarına yol açmıştır. 

II. Dünya Savaşı’nda zayıflayarak kademeli olarak bölgeden çekilinceye kadar İngiltere, Körfez güvenlik mimarisinin asli unsuru olmuştur. Savaş sonrası süreçte İngiltere’nin çekilmesiyle oluşan güç boşluğunu ABD doldurmuş, günümüze kadar da Körfez ülkelerini içeriden ve dışarıdan gelen saldırılara karşı koruyarak bölgeye fiili güvenlik garantisi sağlamıştır. II. Dünya Savaşı sonrası ABD başkanlarının isimleri ile anılan Eisenhower (1957), Nixon (1969), Carter (1980) ve Bush (2001) doktrinlerinin tümünün ortak noktası İsrail’in ve bölgede ABD müttefiki rejimlerin (BAE, Suudi Arabistan, Kuveyt vs.) güvenliğini tehdit eden her girişime ABD’nin güçlü bir askeri cevap vereceğinin ilan edilmesiydi. ABD’nin bölge güvenliğine verdiği önemin en mühim sebeplerinden biri bölge petrol kaynaklarına olan şiddetli bağımlılığıydı. ABD yönetimleri Arap-İsrail Savaşı (1948), Süveyş Krizi (1956), Altı Gün Savaşı (1967), Ekim Savaşı (1973) ve İran-Irak Savaşı (1980) gibi bölgesel krizlere dolaylı yollardan, I. Körfez Savaşı (1990), Afganistan (2002) ve Irak işgali (2003) ile de bölgesel krizlere doğrudan müdahil olarak bölge güvenliği için sağlamayı taahhüt ettiği fiili garantörlük rolünü yerine getirmiştir. 2010 sonrası dönemde yaşanan iki önemli gelişme ABD yönetiminin Körfez bölgesi için sağlamayı taahhüt ettiği fiili güvenlik garantilerinde bir zayıflamaya neden olmuştur: ABD’nin enerjide kendi kendine yeterli hale gelmesi ve Asya Pivot stratejisi. Bu iki gelişme ABD’nin, Ortadoğu’daki temel rolünü, “güvenlik garantöründen bölgesel müttefiklerin kendi güvenliklerini sağlayacak kapasiteye kavuşmalarına yardımcı olan müttefik” şeklinde değiştirme eğilimini güçlendirmiştir. 2010 sonrası dönemde hidrokarbon teknolojisinde yaşanan gelişmelere ve ABD’de enerji sektöründe yapılan yatırımlara bağlı olarak yaşanan gelişmeler ülkeyi enerjide kendi kendine yeterli hatta enerji ihracatçısı konumuna yükseltmiştir. Bu gelişmeler; hızla artan petrol (crude oil) üretimi ve kaya gazı (shale gas) devrimidir. Ekonomik ve askeri gerekçelerle küresel siyasetin ağırlık merkezinin Atlantik’ten Pasifik’e doğru kayması ve bölgede yükselen Çin’in ABD’nin küresel ve bölgesel çıkarlarına yönelttiği tehdidi dengelemek için geliştirilen “Asya Pivot” stratejisi ise bir taraftan ABD’nin askeri konuşlanmasını değiştirerek bölgeye yeni kuvvetler yığmasını diğer taraftan da bölgedeki müttefiklerini askeri yeteneklerini geliştirmeye teşvik etmesini içermektedir. Asya-Pasifik bölgesinin küresel siyasette artan ağırlığı Ortadoğu bölgesinin ABD politikasındaki önemini azaltmıştır. Bu süreçte ABD yönetimi Irak ve Afganistan’daki sorunların üstesinden gelmek, Suriye krizine bir çözüm bulmak, İran’ın nükleer programını sonlandırmak için bölge genelinde konuşlandırdığı askeri gücü daha önemli stratejik çıkarların olduğu Asya-Pasifik bölgesine yöneltmeye başlamıştır. 

Varoluşsal bir tehdit olarak İran 

II. Dünya Savaşı sonrası Körfez bölgesinde oluşan statükonun fiili garantörü olan ABD’nin son dönemde bölgeden çekilme eğilimleri sergilemesi başta BAE ve Suudi Arabistan olmak üzere statükocu bölge ülkelerinin tehdit algısında bir artışa neden oldu. Körfez ülkelerinin bu tehdit algıları ile birleşen Rusya’nın oluşan güç boşluklarını doldurma konusundaki hevesleri bölge güvenlik mimarisinde yeni bir dönemi başlattı. 

Uzun yıllar ABD güvenlik şemsiyesi altında varlıklarını devam ettiren Körfez ülkelerinin ABD’nin güvenlik garantilerini azaltması karşısında şu üç seçeneği bulunmaktadır; 

- ABD’yi yeniden Körfez güvenliğini sağlama konusunda ikna etmek, 

- Kendi güvenliklerini kendileri sağlamak, 

- ABD dışında yeni bir hami bulmak. 

2015 yılında başlayan Yemen savaşında BAE-Suudi ittifakının askeri sahada sergilediği zayıf performans, Körfez ülkelerinin kendi güvenliklerini kendilerinin sağlamalarının imkân dâhilinde olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Körfez bölgesinde İran’ın bir ABD insansız hava aracını düşürmesi, tanker saldırıları ve son olarak da ARAMCO saldırıları sonrası yaşananlar da ABD’nin bölge güvenliğini sağlama konusunda ikna edilemediğini göstermiştir. Çünkü bu süreçte başta Suudi Arabistan olmak üzere bölgede İran’ı varoluşsal bir tehdit olarak gören Körfez ülkeleri ABD’nin sınırlı da olsa İran’a askeri bir cevap vereceği beklentisine kapılmışlardı. 

Rusya’nın, ABD’nin bıraktığı güç boşluklarını doldurma konusundaki hevesleri Körfez ülkelerinin Rusya’ya umut bağlamasına sebep olmuştur. ABD dışında hiçbir küresel gücün bölge güvenliğini sağlama motivasyon ve kapasitesine sahip olmamasına rağmen Körfez ülkelerinin Rusya’ya yönelmeleri birtakım soru işaretlerine neden olmaktadır. Burada asıl cevaplanması gereken soru Rusya-Körfez yakınlaşmasının her iki tarafın çıkarları açısından gerekçelerinin neler olduğudur. 

Rusya açısından Körfez ile yakınlaşmanın sağlayacağı üç önemli fayda bulunmaktadır: Körfez silah pazarından pay almak, küresel petrol piyasası üzerinde daha etkin olmak ve son dönemde dış operasyonlar ile (Ukrayna, Kırım, Suriye) zayıflayan Rus ekonomisine Körfez’den fon sağlamak. Öncelikle Rusya son dönemde geliştirdiği başta hava savunma sistemleri olmak üzere çok sayıda silah için yeni pazarlar bulmak istemektedir. Körfez’in dünya ölçeğinde savunmaya en çok para harcayan bölge olması, Körfez’i Rus savunma sanayii için önemli bir potansiyel müşteri yapmaktadır. Özelikle ARAMCO saldırıları ve İran yanlısı Husilerin Yemen’den balistik füzeler ile BAE-Suudi topraklarına yönelttiği tehditler başta S-400 hava savunma sistemi olmak üzere Rus savunma sanayiinin ön plana çıkmasını sağlamıştır. Rusya, uzun yıllardır Körfez ülkelerini İran tehdidine karşı korumak için Batılı ülkeler tarafından kapatılan Körfez silah pazarından pay istemektedir. Rusya’nın en önemli müttefiki olan İran kaynaklı tehdit Rusya’nın bölge silah pazarına erişimi açısından kilit önemdedir. 

En çok enerji üreten üçüncü ülke 

İkinci olarak 2000’li yılların başından itibaren Rusya’nın enerji sektörüne yaptığı yatırımlar ülkeyi dünyanın en çok enerji üreten üçüncü ülkesi haline getirmiştir. Aslen Putin döneminde Rusya’nın yükselen bir güç olmasında enerji ihracatının çok önemli bir payı bulunmaktadır. Ne var ki 2014 sonrası dönemde petrol fiyatlarında yaşanan sert düşüşler Rus enerji sektörünün ülke kalkınmasına beklenen katkıyı yapmasını zorlaştırmaktadır. Putin’in dünyanın en büyük enerji üreticisi Körfez ülkeleri ile yakınlaşma isteği küresel enerji piyasasında daha fazla söz sahibi olama arzusundan kaynaklanmakladır. Son olarak Putin, uzun yıllar ABD güvenlik garantisinin bir karşılığı olarak Batı’ya akan Körfez petro-dolarlarını bir miktarını Rusya’ya çekmeye çalışmaktadır. Körfez ülkeleri açısından ise temel sorun güvenliktir. Halihazırda Yemen, Irak ve Suriye Körfez ülkelerinin varoluşsal düşmanı olan İran’ın politik nüfuzu altındadır. Aynı şekilde İran, Lübnan, Filistin, Bahreyn ve petrol zengini Suudi doğu vilayetinde etkili bir nüfuza sahiptir. ABD’nin fiili güvenlik garantilerini azalttığı şu günlerde Rusya ile yakınlaşmak İran’ı Körfez’e yönelik düşmanca politikalardan caydırmanın en etkili yolu olarak gözükmektedir. Çünkü son dönemde yaşananlar göstermiştir ki ABD tarafından uygulanan çok sıkı yaptırımlar ve “maksimum baskı” politikasına rağmen, Rusya, İran üzerinde ABD’den daha fazla etkiye sahiptir. Körfez ülkeleri Rusya ile yakınlaşarak Suriye krizinde etkinliğini artırmak ve İran-Rusya ittifakını zayıflatmak gibi bir amaç da gütmektedir. Ancak şu bir gerçektir ki eğer seçim yapmak zorunda kalsa Rusya, Tahran’ı Riyad’a tercih edecektir. Çünkü her iki ülkenin Ortaasya, Kafkaslar, Levant ve Körfez bölgeleri gibi işbirliği yapacağı çok geniş ajandaları bulunmaktadır. 

@DrNecmettinAcar