Korku ve uhuvvet arasında...

Ahmet Özcan - Yazar
21.12.2013

Milletin saf, sade ama derin idrakine yaslandıkça mesafe alan, ondan uzaklaşıp Batılı paradigmayla düşünüp eyledikçe tuzağa düşen bu zavallılık biçimi, camia karşısında korkuyla uhuvvet masalları arasında gidip gelen kafa karışıklığını atmadıkça, bu fitneyi yenemeyecek.


Korku ve uhuvvet arasında...

‘Ve Nemrud’un tacına konar bir beyaz kelebek taşa çevirir onu. Firavun uyanmıştır ama Tûr-i Sina’da bir Musa bekler sabahı’

İslam dünyası 11. Ve 13. yüzyıllar arasında ciddi bir kriz yaşamıştı. Emevi-Abbasi kavgaları ve mezhep savaşlarından sonra Haçlı saldırıları başlamış ve bu taarruza paralel olarak Batıni akımlar da Müslüman toplumların direncini kıracak bir itikat zehirlenmesiyle her yanı sarmıştı. Selçuklu devirleri de denilen bu dönem, şarkın sevgili sultanı Selahaddin Eyyübi’nin Kudüs’ü fethiyle haçlı taarruzuna son vererek, Ehli Sünnet enternasyonalizmi ile de iç istikrarı sağlayarak nispi bir istikrara kavuşmuştu. Beyliklerin iktidar kavgası devam etse de, bu kavgalar Haçlı-Batıni fitnesi kadar İslam için tehdit teşkil etmiyordu.

Bu fitne dönemlerinde sahneye çıkan Hasan Sabbah-Haşhaşiler gibi Batıni camialar, hem Haçlılarla işbirliği yapan Müslüman görünümlü münafıklar olarak hem de türlü entrika ve şiddet araçlarıyla siyasi iradeyi felç edecek saldırılarıyla arkadan vuran kalleş örgütler olarak tarihe geçmişti. Fitne, fitne araçlarını da doğurmuş ve ümmetin zayıf anında tesirli darbelerle düşmana yardımcı olmuştu.

Kişilik olarak fanatizm

Haşhaşilerin en önemli özelliği, mensuplarını uyuşturup birer android robot haline getirmeleri, fanatizmi kişilik olmuş koyun ruhlu insanlardan birer katil yaratabilmeleriydi. Bu nedenle İslam ümmeti uzun süre bunlarla baş edememişti. Zira, ne konuşulabiliyor, ne ikna edilebiliyor, ne diyalog kurulabiliyordu. Kesin inançlı bu insanlar, son tahlilde bir meczup olan psikopat şeyhler tarafından büyülenmiş gibiydiler. Talimat gelince hiç sorgulamadan hedefe kilitlenen bu robot insanlar, cennet vaadini bu dünyada da görebiliyor, çeşitli nimetlerle tanıştırılarak ilerde daha fazlasını alacaklarına inandırılıyorlardı. Haşhaşilerin tanrı inancı, peygamber, vahiy, kuran, sünnet, iman telakkileri, ortalama Müslüman inancından farklıydı. Mesela Allah inançları Yahudilerin kıskanç ve ceberut Yahve’lerine benziyordu. Kuran yerine, şeyhlerinin sözlerini ezberlerlerdi. Peygamber olarak ise reenkarne olmuş bir Mesih-mehdi olduğu için Hasan Sabbah’ı en üstte tutarlardı. Takiye temel düsturları olduğu için, çoğu zaman ortalama insanlar yanında en Ortodoks İslam yorumlarını da savunabiliyorlardı. Siyasi olarak ise bu camianın Selçuklu sultanlarıyla savaşının nedeni tam olarak belli değildi. Yani sultanları boyun eğdirmeye çalışıyor ama bunu kim adına ve ne için yaptıklarını kimse bilmiyordu. Haşhaşilerin ünlü Haçlı Tapınak Şövalyeleriyle diyalogları ise, bugün bile araştırmacıların çözemedikleri sırlı bir alandır.

İslam dünyasının aşina olduğu bu tür fitne akımları, sonraki dönemler de sahneye çıkmıştır. Özellikle batıdan gelen saldırılar veya batıya dönük seferler esnasında doğuda, Ortadoğu’da ilginç akımlar, tarikatler, fikirler ortaya çıkmış, siyasal ve askeri hedefleri şaşırtacak birer istikrarsızlık unsuru olarak tabir caizse cephe gerisinde arkadan vuran beşinci kol faaliyeti gibi zararlar vermiştir. Bu nedenle İslam tarihinde farklı fikir akımları veya mezhep cereyanları, birer düşünce-felsefe ekolü değil, siyasi rekabet ve çatışmaların uzantısı olarak değerlendirilmiştir. Son yüzyılda, İran’da Bahailer, Hindistan’da Kadıyaniler, ABD’de Mormonlar gibi, senkretik teoloji, kurtarıcı-mesiyanik mitoloji ve masonik-kabalistik gizem kültleriyle bu tür akımlar, siyasal iktidarları terbiye etme ve toplumdan zeki çocukları seçerek inisiye edip elitleştirme misyonuna sahiptir.

Suret-i haktan maskeler 

Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı devletinin enkazını devralıp üzerine gecekondu yapan Kemalizm de, bu tür Batıni akımlardan biridir. Haçlı ruhu ve taleplerine uygun bir sayfa açarak toplumun derin damarlarını tahrip eden bu heretik akım, devleti elinde tutmanın kibriyle İslam-Osmanlı bünyesini yok etme amacını önemli ölçüde gerçekleştirmiştir. 

Bugün ise Milletin saklı gücüyle ve sabırla bekletip uygun koşullarda sahneye sürdüğü yeni bir öze dönüş dalgası sırasında da, başka tür Haşhaşiler sahneye çıkmış görünmektedir. Kürt sorunu kod adlı fitne ateşi söndürülürken, Sykes-Picot sınırları yırtılıp atılırken, Devlet millet bütünleşmesine doğru gidilirken, milletin gasp edilmiş temel hak ve özgürlükleri geri iade edilirken, batıya karşı tekrar özgüven gelmişken, Türkiye, içerden, sureti haktan maskeli kalleşçe bir saldırıyla karşı karşıyadır şimdi. 


Toplum çoğunluğu tam olarak ne olup bittiğini anlamaya çalışsa da, yeni bir fitne odağıyla imtihan edildiğinin farkında. İslam maskeli bu fitnenin tıpkı Haşhaşiler, Kadıyaniler, Bahailer gibi gerçekte ne istediği, nasıl bir yeni düzen tasavvur ettiği ise muğlak. Çünkü bu tür akımları mobilize eden gerçekleşebilir somut siyasal programları değil, heretik-hayali inançlarla bezenmiş uzak hedeflerdir. Fanatik bir çekirdek kadro etrafında dünyevi menfaat imkanlarıyla toparlanan yeterli miktarda bir kalabalığın çevirdiği dışa kapalı bir makine gibi çalışan bu tür yapılar, tanımlanamayan bir organizma gibidir. Siyaset dışında durup siyasete müdahale etmenin ve dinin içinde durup din dışı amaçlara sahip olmanın tuhaf paradoksları, normal siyasi ve dini kategorilerle açıklanamamaktadır. Çünkü bu tür anormal yapılar, anormal düzenlerin ürünüdür.

 

Neohaşhaşiler

 

‘Üzerinde güneş batmayan imparatorluk’ olduğunu zanneden Nemrut ruhlu kibirli Anglo-Sakson-yahudi gücünün, kendisine rağmen hiçbir değişikliğin olamayacağını göstermek amacıyla sahnelediği son kaos hamleleri, 11 Eylül ‘küresel 28 Şubat’ konseptiyle dünyanın her yerinde İslam’a ve Müslümanlara dönük saldırılarla hız kazanmış durumda. Bu küresel savaşın merkezi cephesi olan Türkiye’de onlara rağmen yürütülen sessiz devrimle oyuna getirildiklerini anlayan şeytani güçlerin rövanş almaya dönük kin ve intikam operasyonlarına ortak olan münafık çetelerin, İslam sömürüsüyle elde ettikleri gücü millete ve ümmete karşı şehvetle kiralamış olması, yeni bir şey değil. Tarihte bolca örneği görülen bu ihanet ve kalleşliklerin tecrübesiyle, izzet ve şereften yoksun çetelerin kökünü kurutmanın, onların efendilerinin sembolü olan Kraliçe’ye atılacak şerefli bir tokat olduğu da unutulmamalıdır.

 

Ümmetimiz ölmeye, acı çekmeye, evsiz, yersiz, yurtsuz kalmaya, yoksulluğa ve her tür fitneye alışkındır. Bu makus talihini yenmek için dört elle sarıldığı siyasal iradesini asla yenemeyeceklerinin de farkındadır. Anglo sakson gücün Kemalist masonik çeteler yerine neohaşhaşileri seçip uygun yerlere konumlandırarak eski düzeni devam ettirmek istediklerinin de bilincindedir. Türkiye’nin geçmişin kirlerinden arınarak kendine yeni bir yol çizmesini cezalandırmak isteyen haçlıların istekleri doğrultusunda hareket eden bu fitne odağının, Tayip Erdoğan’ı Muhammed Mursi gibi hapse atmak veya Abdulkadir Molla gibi öldürmek isteyenlerle aynı safta durması, şaşırtıcı değildir. Ama ilginç olan, klasik İngiliz tarzıyla, elit yetiştirerek siyasi ve ekonomik süreçleri yönetme hevesinin hala yerli-dini bir çaba olduğunun zannedilmesidir. Yıpranmış Kemalist elitlerin yerine ikame edilen bu münafık maskelerin gerisindeki Anglofil yüzleri seçemeyen safdillerin, bunu anlamak için bizatihi arkadan vurulmayı beklemesi, bu fitneden daha ciddi bir soruna işaret ediyor. 

 

Adalet-özgürlük demogojisi 

 

Mısır’da, Suriye’de, Tunus’ta, Pakistan’daki Müslüman hareketlerin de iktidar savaşında yaşadığı acemilik ve saflığın gösterdiği gibi, İslam dünyası kendini yönetebilme iktidarından o kadar uzaklaştırılmış ki, dost ve düşman ayrımını bile yapamama acziyeti yaşıyor. Ya da düşman bellediği unsurların, dost zannettiklerini de devşirebileceği aklına gelmiyor. 

 

I. Dünya Savaşından sonra ümmetin içine sokulduğu kendine güvensizlik psikolojisi ve düşmanın şerrinden korunmak için düşmanla uzlaşma eğiliminin devamı olan bu iyi niyetli acziyet, Ortadoğu’da yaşanan son darbe, iç savaş, saldırı ve operasyonlara rağmen devam etmemeli artık. Suriye’de dünyanın gözü önünde yakılıp yıkılan yüz binlerce kardeşimizin suçunu bile Erdoğan’a yıkma küstahlığıyla başlayan alçaklığın, Türkiye’de Kemalist oligarşiyle kol kola sözüm ona adalet-özgürlük demagojisiyle devam ettirilmesi, İslami çevreleri uyandırması gerekirken, aksine kafa karışıklığına sürüklemişti. Yaşanan büyük değişim sürecini sahiplenen sıradan millet çoğunluğunun gördüğü hikmeti bile kavramaktan aciz bir çok sözde grup, cemaat ve kanaat önderinin, yaşadığı iman sorununu deşifre eden bu süreç, şimdi camia eksenli tartışmalarda da meseleyi fitne propagandalarının göstermeye çalıştığı gibi görme zavallılığıyla devam ediyor. 

 

Batıyla büyük hesaplaşmadan, bu amaçla yapısal devrimlerden ve geleceğe dönük radikal adımlardan kaçan ve sürekli düşmanlarla uzlaşma yolları arayan kendine ve imanına güvensiz sağcı-muhafazakar psikoloji, liberal faşistlerden ödünç aldığı demagojik saçmalıkları fikir zannetme çukurundan bile çıkabilmiş değil. Milletin saf, sade ama derin idrakine yaslandıkça mesafe alan, ondan uzaklaşıp Batılı paradigmayla düşünüp eyledikçe tuzağa düşen bu zavallılık biçimi, camia karşısında korkuyla uhuvvet masalları arasında gidip gelen kafa karışıklığını atmadıkça, bu fitneyi yenemeyecek. Son tahlilde kendi çocuklarımızı çalıp büyüleyerek bize saldırtan neohaşşaşilerin ve efendilerinin küresel ve bölgesel planları, onları hayatın her alanında, her sahada ve her düzeyde yenerek bozulabilir. Bu kadim bir kavgadır ve ümmetin diriliş sancısı, iyi niyetli aymazlıkları kaldırmaz. Herkes kim olduğunu, ne olduğunu, kimin safında durduğunu netleştirip, gereğini yapmalıdır. Bu dava Tayyip Erdoğan’ın kişisel meselesi değil, insan ve Müslüman olan herkesin haysiyet ve namus meselesidir. 

 

Fitnenin asıl kaynağı olan Kraliçe’nin tacından ikbal arayanlar ise, kulağına sinek kaçan ve kafasını duvarlara vura vura ölen Nemrut masalını hiç unutmamalıdır. Çünkü Türkiye’de, Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de, Mısır’da katlettikleri çocuklarımızın kanlı cesetlerine konmuş çok sayıda sinek, o nemrutlara da göz kırpmaktadır. Baki olan, bir sineğe yenilen Nemrut değil, hiçbir ateşin yakamadığı İbrahim’dir.