Koronavirüs sonrası ulusal güvenlik

Doç. Dr. İsmail Şahin / BANÜ Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı
25.04.2020

İnsanoğlu unutmuş olduğu bir sırada yeniden doğa karşısındaki acizliğini gördü. Böylesi bir atmosferde, ulusal büt-çelere fahiş yükler getiren askeri harcamaların neden gerekli olduğu ve gerçekten kime fayda sağladığı sorusu, tüm dünyanın ana gündemlerinden biri.


Koronavirüs sonrası ulusal güvenlik

Koronavirüs ile başlayan halk sağlığı krizi, hükümetlerin sağlık ve gıda güvenliği politikalarının ne denli önemli olduğunu bir kez daha teyit etti. Bu aşamadan sonra muhtemeldir ki toplumlar, olası pandemilere karşı kriz zamanlarından önce hükümetlerinden bu yönde tedbirleri almalarını bekleyeceklerdir. Benzer beklentiler, pandeminin yol açtığı ekonomik kargaşalar için de geçerli olacaktır.

Salgının yıkıcı gücü

Serbest piyasa ekonomilerinin, iktisadi çeşitlilik ve gelişimde gün yüzüne çıkardığı refah, tartışmasız kabul edilir. Buna rağmen kamu yararının kaçınılmaz olduğu sağlık gibi sektörlerde, ihtiyaçlara doyurucu bir cevap veremediği pandemiyle tekrar test edildi. Nitekim sağlık hizmetlerini özel kuruluşlara teslim eden ülkelerde, salgının yıkıcı gücü daha fazla hissedilmektedir.

Koronavirüs salgınının, tüm dünyada düne, bugüne ve yarına dair disiplinler arası akademik çalışmaların artmasına ve sosyal bilimlerin klasik çizgisinin dışına çıkmasına önemli katkı sunacağı açıktır. Kuşkusuz bu vaziyet, güvenlik çalışmalarına da intikal edecektir. Halkın sadece savaşlardan, terör eylemlerinden ya da siber saldırılardan korunmasının yeterli olmadığı; bulaşıcı hastalıklardan muhafaza edilmesinin de bir ulusal güvenlik meselesi olduğu, yediden yetmişe idrak edildi. Şu an uluslararası gündemin, bazı sorular etrafında yoğunlaştığı gözlemlenmektedir.

Gizem nasıl dağılacak?

O soruları şöyle sıralamak mümkündür. 1. Salgın, uluslararası ekonomik düzeni yeniden şekillendirecek mi? 2. Çin, ABD’nin küresel liderliğini elinden alacak mı? 3. Avrupa Birliği dağılacak mı? 4. Salgın, küresel hükümetlere mi, şehir devletlerine mi, yoksa güçlü ulusal devletlere mi kapı aralayacak? Ve son olarak 5. Salgından demokratik eğilimler mi, yoksa otoriter eğilimler mi kazançlı çıkacak? Bu soruları çoğaltmak elbette olasıdır. Ancak genel tabloya bakıldığında, bu ve benzeri sorular üzerinden farklı senaryoların kurgulandığı veyahut spekülasyonların yapıldığı müşahede edilmektedir.Belki de yukarıdaki soruların üzerinde dolaşan gizemi ya da sis bulutlarını dağıtması açısından şu soru yerinde olabilir: Hükümetlerin bu krizde gerekli görülen kaçınılmaz rolleri, pandemi sonrasında da devam edecek mi? Bu soruya verilecek muhtemel yanıtlar ve bu yanıtların benimsenmesi, insanoğlunun gelecekte nasıl bir siyasi, ekonomik ve toplumsal hayatla karşılaşacağını belirleyecektir. Yine yaşanılan krizin dini, ideolojik, ekonomik ve gelişmişlik-azgelişmişlik nedeniyle ortaya çıkan bir savaşın sonucu olmadığını her daim hatırda tutmak gerekiyor.

Uluslararası gündemin 5 panemi sorusu

1. Salgın, uluslararası ekonomik düzeni yeniden şekillendirecek mi? 

2. Çin, ABD’nin küresel liderliğini elinden alacak mı?

3. Avrupa Birliği dağılacak mı?

4. Salgın, küresel hükümetlere mi, şehir devletlerine mi, yoksa güçlü ulusal devletlere mi kapı aralayacak?

5. Salgından demokratik eğilimler mi, yoksa otoriter eğilimler mi kazançlı çıkacak? 


Yukarıda ana hatlarıyla belirtilen nedenlerden dolayı, dünyanın farklı bir güvenlik manzarasına büründüğü inkâr edilemez. Klasik savunma ittifaklarının beklenmedik bir çöküş sürecine gireceği elbette söylenemez. Ancak koronavirus, şimdiye kadar gündemi fazla meşgul etmeyen iki önemli meseleyi dramatik bir şekilde gün yüzüne çıkardı: Halk sağlığı ve gıda güvenliği. Bu ikisi, işbirliği gerektiren küresel tehditler listesinde artık birinci sırada yer alıyor. Sürekli ve düzenli ucuz gıda temini, tedarik zincirinin bozulmasıyla ciddi bir krizin eşiğine sürüklendi. Bununla beraber bugünlerde, iklim değişikliği ve küresel ısınmanın neden olabileceği küresel riskler ve tehditler, daha fazla tartışılmaya başlandı. Sonuçta iklim değişikliği, gıdaların üretimini zorlaştırdığı gibi dikkate değer bir kuraklık riskini de bünyesinde barındırıyor. İnsanoğlu unutmuş olduğu bir sırada yeniden doğa karşısındaki acizliğini gördü.Dünyayı tahrip eden koronavirüs pandemisi, haliyle halk sağlığı krizini keskin bir şekilde toplumların odağı haline getirdi. Buradan hareketle insanlar, ülkelerin zaman içinde karşılaşabileceği başka küresel zorlukların da olabileceğine çoğunlukla ikna oldular. Bu yüzden mevcut düzeni tüm yönleriyle sorgulamaya başladılar. Bunlardan birisi de ülkelerin güvenliği meselesi. Birçok uzman, devletlerin ulusal güvenlik için gerçek ve mevcut tehditlere dayanan kaynak harcamalarını yeniden ele alacağını iddia ediyor. İçinde bulunulan koşullarda bunu anlamak oldukça kolaydır. Çünkü ülkelerin bütçelerinden aktarılan fonlarla ayakta duran ve insanoğluna büyük umutlar vaat eden uluslararası kurumlara duyulan güvenin ibresi, şu sıralardaki petrol fiyatları gibi aşağı yönlü seyrediyor. NATO, Avrupa Birliği (AB) hatta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi uluslararası kuruluşlara yönelik bağlılığın sürekli sorgulanması gayet normaldir. Çünkü her üçü de salgın karşısında oluşan beklentileri karşılamada yetersiz kaldı.

Böylesi bir atmosferde, ulusal bütçelere fahiş yükler getiren askeri harcamaların neden gerekli olduğu ve gerçekten kime fayda sağladığı sorusu, tüm dünyada kamuoyunun dikkatini çekmeye başladı.

NATO’nun maliyeti

Salgının birçok yönden krize sürüklediği NATO üyesi ülkelerde, İttifak için yapılan harcamalar artık ulusal öncelikler arasında görülmeyebilir ve de NATO’nun maliyeti, gereksiz bir masraf olarak değerlendirilebilir. NATO’nun bu riski bertaraf etmek için yoğun bir kamu diplomasisi yürüttüğü fark ediliyor. Örneğin, bu doğrultuda kişisel koruyucu ekipman, solunum cihazları ve test kitleri gibi acilen ihtiyaç duyulan tıbbi malzemelerin koordinasyonu ve teslimatında müttefiklerle birlikte hareket edildiği ve onlara gerekli lojistik desteğin verildiği yönünde bilgiler Genel Sekreter Jens Stoltenberg tarafından kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır. Benzer şekilde, 1998 yılında deprem, sel ve orman yangınları gibi felaketlerle başa çıkmak için kurulan NATO’nun Afet Müdahale Merkezinin koronavirüsle mücadelede ön saflarda yer aldığı kamuoyuyla paylaşılmaktadır. Ben şahsen gelecek yıllarda Afet Müdahale Merkezinin adının daha fazla duyulacağını ve bu merkezin faaliyetleri üzerinden NATO’nun, başta üye ülkelerinin toplumları olmak üzere tüm dünyanın ilgisini ve takdirini toplamaya çalışacağını düşünüyorum. Dolayısıyla NATO yakın gelecekte askeri misyonu yanında sivil misyonunu da inşa etmiş bir örgüt şeklinde karşımıza çıkabilir. Aslında böyle bir hazırlık gelecek krizlere karşı koyma kaygısı taşıyan tüm kurumların asli görevi olacaktır. Ancak NATO’nun böyle bir dönüşüme ihtiyacı diğerlerine nazaran oldukça fazladır ve yaratıcı bir diplomasiyle bu işin üstesinden gelebilir.

Salgından NATO da etkilenecektir. İttifak ilişkilerini daha sıkı bir hale getirmek amacıyla üyelerinin taleplerine olan duyarlılığını artıracağı, şimdiden bellidir. Bu bağlamda Türkiye-NATO ilişkilerinin güçlenmesi, Türkiye’nin ittifak içerisindeki rolünün ve öneminin artması ihtimal dâhilindedir. Nitekim Türkiye, salgın boyunca NATO üyelerine en çok yardım gönderen ülkelerin başında gelmektedir.

Türkiye’ye güven

Müttefikliğe yakışır bir duruş sergileyen Türkiye’nin yardımları, kuşkusuz birlik içerisinde Türkiye’ye duyulan güveni artıracaktır. Öyle ki NATO’nun Suriye meselesi karşısında Türkiye’ye yönelik yeni güvence tedbirlerini, kriz sonrasında artırabilmesi olasıdır.

1949 yılında kurulan NATO’nun ilk Genel Sekreteri Lord Ismay, birliğin amacını şu meşhur sözle özetlemişti: “Rusları dışarıda tutmak, Amerikalıları içeride ve Almanları aşağıda tutmak.” Belki örgütün ilk yıllarında bu söz makul karşılanabilirdi. Ancak günümüzde NATO’nun daha büyük ve geniş işbirliği modelleri üzerinde kafa yorması önemlidir. Rusya’ya karşı dengeleme politikası NATO’nun temel stratejisidir. Fakat ittifakın yeni bir işbirliği motivasyonuna duyduğu ihtiyaç her zamankinden daha fazladır. Öyle ki yeni bir sinerji daima birlik olma ruhuna gereksinim duyar. Sadece odağına Rusya’yı koyma stratejisinin üyeler arasında herhangi bir sinerji doğurmadığı gün gibi ortadadır. Pandemi, örgütün güvenlikteki rolünün ne kadar geniş olabileceği konusunda muhakkak bir fikir verecektir.

Görüldüğü kadarıyla demokratik değerlerin inşasında, üyeler arasında sorunları çözmede ve üyelerine güven vermede örgüt ciddi bir kriz yaşıyor. Bu krizin pandemi nedeniyle derinleşmesinin önüne geçebilmek için üye ve toplum merkezli reformlara ihtiyaç vardır. Ayrıca ittifakın en güçlü yanını oluşturan “bir müttefike yapılan saldırı hepimize karşı saldırı olarak kabul edilir” sözü Türkiye gibi aktif terör saldırılarına maruz kalan ve sınır güvenliği sorunu yaşayan üyelere bir emniyet sunmuyor. İdlib’de yaşanan son askeri krizde örgüt, Türkiye‘ye güven veren savunma tedbirlerini alamadığı gibi caydırıcı bir rol de üstlenemedi. Farklı şekilde de olsa Fransa ile Almanya da NATO ile sorunlar yaşıyor. Bu ayrışmanın en büyük nedeni, ABD’nin kendi ulusal çıkarları doğrultusunda örgütü hareket etmeye zorlamasıdır. Hal böyle olunca NATO ülkeleri bütün üyelerin birbirlerini savunma taahhüdünün aslında sözden ibaret olduğunu düşünüyor. İttifakın, ABD’nin ulusal çıkarlarının güvenliğini sağlayan askeri bir pakt algısını da artık geride bırakması gerekiyor. Örgüt, şeffaflık ve eşitlik ilkesinden ayrılmamalıdır. Bugünkü vaziyette ABD ya da NATO tarafından gelecek “Rusya’ya ve savunma harcamalarınıza odaklanın” çağrısı büyük ölçüde karşılık görmeyeceği gibi aynı oranda kamuoyunun tepkisini de üzerine çekecektir. Bundan dolayı örgütün yaşadığı odak bunalımını ya da körlüğünü, yani yalnızca Rusya’ya ve savunma harcamalarına odaklanmayı hızlıca aşması ve odak çeşitliliğine gitmesi faydasına olacaktır. Sonuç itibariyle NATO’nun Rusya ile var olmayan rekabeti abartmaktan kaçınması ve bunun yerine üyeleriyle daha derin işbirliğine yönelmesi, örgüte yeni bir güç ve soluk getirebilir.

Ortak düşman

NATO üyeleri arasında ortaya çıkan en kayda değer sorun, terör örgütleri konusunda yaşanmaktadır. Örneğin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve sınır güvenliğine saldıran birçok terör örgütünün NATO üyesi bazı ülkeler tarafından desteklenmesi, müttefiklik açısından oldukça ilginçtir. Sadece ortak bir düşmana karşı oybirliği içerisine girebilen bir örgütün, bu koşullarda güçlü bir şekilde geleceği göğüslemesi pek olası değildir. O halde iklim değişikliği, küresel ısınma, pandemi, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti ve düzensiz göç gibi küresel riskler ihtiva eden konularda, en azından kendi üyeleri arasında ciddi bir işbirliği yolu açabilmelidir.

 

[email protected]