Kritik dönem sendromu

Prof. Dr. Mazhar Bağlı / Akademisyen, Yazar
29.04.2023

Rakiplerimizle olan mücadeleyi ilk askeri alanda kaybettik ve esasında onları geçtiğimize bizi ikna edecek olan alan da bu alandaki başarımız olacak. Bundan dolayı da ülkedeki savunma sanayiindeki gelişmeleri sağlayanlar birer halk kahramanı olarak görülüyor.


Kritik dönem sendromu

Cumhuriyetin kuruluşundan çok partili hayata geçiş dönemine ilişkin akademik bir çalışma yaparken konu doğal olarak Sultan Abdülaziz'in katline dayandı. Daha doğrusu Osmanlı'nın dağılma hikayesinin başlangıcı her ne kadar çok geriye gitse de en kritik olay Abdülaziz'in katledilmesi meselesidir. Zira bu cinayeti işleyenler elini kolunu sallayarak ortalıkta dolaştı ve işledikleri cinayetin hesabını soran olmayınca da koca bir imparatorluğu deyim yerindeyse adeta talan etmeye başladılar. İmparatorluğun toprakları, egemenliği, hazinesi ve mahremiyeti talan edildi. Bu durumu içine sindiremeyen Sultan Abdülaziz'in damadı olan ve darbecileri de çok yakından tanıyan, dahası darbe sonrası planların da farkında olan Çerkez Hasan darbecilerin (hükümet) meclisini bastı ve başta cuntanın asıl planlayıcısı olan Hüseyin Avni Paşa olmak üzere beş kişiyi öldürdü.

Çerkez Hasan'ın bu fedakârca ve cesurca hareketi darbecilerin tüm planlarını alt üst etti ve bütün bunları dikkatli bir şekilde izleyen II. Abdülhamit gerekli tedbirleri alarak dağılmak üzere olan imparatorluğun başına geçti. Sultan, darbecilerin işledikleri cinayetin bizzat tanığıydı. Tahta oturur oturmaz canileri yargılamak istemiş ama onlar, başta da Mithat Paşa İngilizlere sığındı ve İngilizler de onlara "suçlu bulunsalar dahi idam edilmeyecekleri" güvencesini verdi.

Darbe geleneği kök saldı

Suçluların hak ettikleri ibret-i alem cezalara çarptırılamaması ülkenin kaderini kalıcı bir şekilde etkiledi ve darbe geleneği kök saldı. Zorlu bir dönem daha kurumsal bir kaosa, darbeciliğin bir geleneğe dönüşmesine evrildi.

Kurduğu güçlü istihbarat teşkilatı sayesinde görece istikrarlı bir dönem tesis eden Abdülhamit, bugün İmparatorluk coğrafyasında geçmişten miras kalan kamu binalarının neredeyse üçte ikisi, şehirlerin sembolü olan saat kulelerinin hemen hemen tamamı, demiryolunun ilki ve büyük projelerin önemli bir kısmı bu istikrarlı dönemde yapıldı.

Kaosun bitişi

Abdülaziz'in katli ile oluşan kaosu bitiren olay ise, Çerkez Hasan'ın iktidarı ele geçirmekle yetinmeyip aynı zamanda sarayın haremine de el uzatan harami darbecilerin kabinesini basıp cuntanın ele başını öldürmesidir. Esasında o kaosun bitirilmesi bu istikrarı sağladı. Abdülhamit'in devrilmesinden sonra oluşan kaosun bitirilmesi sürecinde pek çok adım atıldı ama bugüne kadar hiçbirisi içimizi rahatlatan bir iklimin doğmasını sağlayamadı.

Her ne kadar yaygın kanaat, Birinci Dünya Savaşı'nın asıl sebebinin Osmanlı'yı yıkmak olduğu söylense de eğer o maceracılar iktidarda olmasaydı belki de tarih değişecekti.

Cumhuriyetin ilanına eşlik eden ulusalcılık ideolojisi, imparatorluğun sahip olduğu kültürel mirası bir krize dönüştürdü. Bu kriz etnik bir kaos haline geldi. İlk başta son derece basit bir kültürel tanıma meselesi iken bugün uluslararası devasa bir sorun alanına dönüştü.

Neden hep tökezledik?

Yakın cumhuriyet tarihine kabaca göz attığımızda esasında birçok alanda bir talihsizliğin hep yaşandığını görüyoruz. İlk otomobilin denenmesinden tayyare fabrikasının kurulmasına kadar pek çok konuda hep ayağımızın tökezlediğini görüyoruz.

Yakın siyasi tarih açısından da benzer bir okuma yapılabilir ne yazık ki. Ali Adnan Menderes, ülkeyi tek parti derebeyliğinden ve zulmünden kurtarmak üzereyken darbe oldu. Demokrasi işlevsellik kazanmak üzereyken boğuldu. Ülkeye demokrasi gelecekti ama olmadı. Halk askeri cuntaya direnmiş olsaydı, ya da Menderes o gün o mahkeme başkanına seni tanımıyorum, ben başbakanım senin beni yargılayacak yetkin yok. Bu mahkemenin yasal hiçbir dayanağı da yoktur ve hepiniz bu yaptıklarınızdan dolayı da yargılanacaksın deseydi durum farklı olacaktı ama olmadı.

Turgut Özal, Ortadoğu coğrafyasında büyük bir değişimin gelmekte olduğunu görüyordu. Batılıların bu coğrafyada mikro milliyetçilikleri özellikle derinden kışkırttıklarını biliyordu. Bu politikaların ürettiği terör olaylarından büyük yaralar alınacağını da bizzat yaşayarak görüyordu. PKK terörü yeni başlamıştı ve bunun varacağı yerin farkındaydı. Irak savaşının sonucunda ülkenin fiili olarak yok olacağını her gün çevresine dikte ediyordu ve bu kaosu bitirmek için tarihin en büyük adımlarını atmaya kalktı ama olmadı. Irak'ın kuzeyindeki sorunlu bölgeyi ilhak etmeyi ve Kürt meselesini de kalıcı olarak çözmeyi planlamıştı. Öldü ya da öldürüldü ama bu büyük proje gerçekleşmedi.

Kalkınma ve güçlenme

Dönemin İçişleri Bakanı sn Abdülkadir Aksu bir gün bana, "Özal, ABD'nin istemediği işleri onlarla kavga ederek değil, onları ikna ederek yapabilen bir siyaset dehasıydı" demişti. Özal dönemindeki gazetecilerin anılarını okuduğumda bu bilgi içimi burktu. Ulusalcılık ideolojisi ile dar bir çerçeveye hapsedilen ülkenin kaderini değiştirmek üzere olan o dehanın yok oluş hikayesi bizim hikayemizdir aslında. Özal, Irak'ta Saddam'ın devrileceğini ve ülkede çok büyük bir kaosun çıkacağını ve durumun da esasında İran'ın işine geleceğini söylüyor. Ve yine ona göre İran'ın buraya egemen olması demek, Batılıların rüyası olan (ki bizim ülkedeki ana muhalefet liderinin de dilinden düşürmediği) "Ortadoğu bataklığının" gerçekleşmesi demektir. Nitekim yakın bir tarihte Bağdat'a gittiğimde bu durumu bizzat müşahede ettim. Havaalanından şehre giden protokol yolunda Haşdi Şabi denilen terör örgütü liderlerinin fotoğraflarından başka şehir merkezini gösteren tabela bile yoktu.

Irak'ın kalbi, İslam coğrafyasının mihengi, şehirlerin ufku olan Bağdat, İran çetelerinin cirit attığı bir talim sahasına dönüşmüş. Bu olmayabilirdi ama...

Bugün, 1850'lerden bu yana hemen hemen herkesin rüyası olan iki şey gerçekleşmek üzeredir; kalkınma ve güçlenme.

Bir taraftan enerjide dışa bağımlılığı azaltacak projeler diğer yandan yeraltı kaynaklarının keşfi ile ülkede üretilen katma değerin, yani sahip olduğumuz gelirlerin neredeyse üçte birini yutan bir kara delik kapatılmak üzeredir. Diğer taraftan devasa nükleer merkezler ve hidroelektirik santralleri ile bu sorun çözülmek istenmektedir. Kalkınmaya giden yolun enerji, alt yapı ve büyük hedefler sahibi olma önkoşulları hazır.

Özellikle batılılar ile giriştiğimiz tüm rekabetlerde hep yenilmiş ve geri kalmışız. Batıda sanayi devrimi olmuş biz yetişememişiz. Tarım devrimi olmuş bir görmemişiz, siyasi devrim olmuş biz geride kalmışız. Hep ukde olmuş içimizde rakiplerimizi bir kez de biz geçebilsek. Ama yaklaşık olarak ikiyüzelli yıldır bu, birkaç futbol maçı dışında neredeyse hiçbir alanda olmamış. Rakiplerimizle olan mücadeleyi ilk askeri alanda kaybettik ve esasında onları geçtiğimize bizi ikna edecek olan alan da budur.

Bundan dolayı da ülkedeki savunma sanayiindeki gelişmeleri sağlayanlar birer halk kahramanı olarak görülüyorlar. Hatta savunma sanayii alanında üretim yapanların özel bir şirket gibi olmadığını hep düşünüyoruz. Onlar kendileri için değil, hepimiz için üretiyorlar nitekim.

Askeri alanda rakiplerimizi geçmemize ramak kaldı. Savunma sanayiinde dışa bağımlılık bitmek üzere. İstihbarat alanında dünyanın sayılı aktörlerinden birisi oldu istihbarat teşkilatımız. Bu kritik dönemi bu kez şanssızlıklara ve hatalara kurban etmeden atlatmak aynı zamanda tarihi değiştirmek demektir.

Biliyorum, hemen hemen her seçim için söylenen bir ifade olduğu için içi tamamen boşalan bir deyim oldu "bu seçim önemli". Benim işaret etmek istediğim tarihi bir gerçeklik var; bu ülkenin kaderi hep böyle kritik dönemlerdeki krizleri yönetememekten kaynaklandı.

II. Abdülhamit imparatorluğu dönüştürmek üzereyken devrildi. Menderes, hepimizin rüyası olan demokrasiyi getirmek üzereyken idam edildi, Özal terörü çözmek üzereyken öldü, Erbakan ağır sanayi hamlesini gerçekleştirmek üzereyken darbeyle iktidardan indirildi.

Bugün ise kalkınma ve büyüme bitmek üzeredir. Dünyadaki prestijli en büyük on projeden altısı Türkiye'de. Elektrikli otomobil üretiminden otobanlara, köprülerden hızlı trene, savunma sanayiinden yazılıma, yer altı kaynaklarından uzay sanayiine kadar pek çok alanda kabuğunu kıran bir konumda şimdi. Umarım ki bu işlerle birlikte tarihsel olarak peşimizi bırakmayan kritik dönem sendromunun da kabuğunu çatlatmış oluruz. Onca krizi aşan bu halk iradesi bunu da aşacaktır.

[email protected]