Krizlerin partisi CHP

Yunus Şahbaz/ Kırıkkale Üniversitesi
2.02.2019

Artık seçmeni için CHP, büyük oranda, kriz üretme merkezi olmanın dışında bir anlam ifade etmiyor. Bunun en net sonuçlarını seçim sandıklarında görmek mümkün. CHP seçmeni bu duruma tepkisini 31 Mart seçimlerinde boykot etmek, sandığa gitmemek suretiyle tavrını ortaya koyabilir.


Krizlerin partisi CHP

Geçtiğimiz günlerde ölüm yıldönümü vesilesiyle çokça hatırlanan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yine çokça alıntılanan bir sözü vardır; “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor”. Sanırım bu sözü Cumhuriyet Halk Partisi(CHP) için uyarlamak mümkün; CHP seçmenine kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor. Her seçim öncesinde CHP’nin vaatleri, adayları, seçmene sundukları değil bizzat CHP’nin kendisi tartışılıyor. Bu tartışmalarda daha çok parti içi hesaplaşmalar, oldukça sert geçtiği iddia edilen MYK ya da PM toplantıları öne çıkıyor. Gerek vekillik söz konusu olduğunda gerekse de belediye başkanlığı söz konusu olduğunda birkaç sansasyonel istifa haberi ya da üstü çizilen aday haberlerini görmek artık olağan bir durum haline geldi. Dolayısıyla tüm vatandaşlardan daha fazla CHP’ye evvelden beri gönül vermiş ‘kemik’ seçmeninin bile kafasında şu soru var; Ne olacak bu CHP’nin hali?

CHP bir parti midir?

CHP 31 Mart 2019 seçimlerine giden süreçte de birtakım krizlerle yoluna devam ediyor. Önce Ankara’da Mansur Yavaş’ın adaylığı epeyce çetrefilli bir şekilde açıklandı. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu ismi pek bir kriz yaratmadıysa da hem İmamoğlu hem de Yavaş isimlerinin CHP’nin aslî oylarını tatmin eden isimler olmadığı muhakkak. İkisi de esasen sağ kökenli ve daha çok sağ seçmenden oy almak umuduyla belirlenmiş isimler. Bu isimler etrafında ateşli bir tartışmanın -şimdilik- patlamamasının temel sebebi İstanbul ve Ankara’da bulunabilecek en uygun olmasa da seçim kazanabilecek adayların bu isimler olarak düşünülmesi. Ancak daha da ilginci CHP İzmir gibi büyükşehir olarak en iddialı olduğu yerde bile adayını hayli geç ilan etti. İzmir’e benzer şekilde Kadıköy, Şişli, Ataşehir gibi partinin nispeten daha güçlü olduğu yerler aday gösterme sürecinin en sancılı geçtiği yerler oldu.

CHP’de sıkıntılı geçen yerlerin parti nezdinde banko görülen yerler olması esasında bu krizlerin sebebinin tam anlamıyla parti içi rant kavgasının bir sonucu olduğunu gösteriyor. Bu durum düzayak bir okumayla çok da olağandışı görülmeyebilir; zira partiler en nihayetinde belli toplumsal sınıf ya da tabakaların çıkar ya da görüşlerini savunmak ve bunları iktidar yapmak için teşekkül ederler. CHP söz konusu olduğunda Kemalizm bagajını ve ‘kurucu parti’ olma iddiasını da buna eklemek gerekir. Ancak CHP içindeki sürecin problemli yanı, partinin tamamen rant kavgasına, parti içi kliklerin mücadele alanına dönüşmüş olması. Ancak unutulmaması gereken nokta, bir partiyi diğer sivil toplum kuruluşları ya da baskı gruplarından ayıran en temel faktör partinin iktidar olmak istemesidir. Yani her partinin ilk ve aslî amacı iktidar olmak ve bunun için çalışmaktır. Adeta CHP aslî amacı olan iktidar olmak amacını bir kenara bırakmış ve partinin elinde olduğu düşünülen mevcut konumların paylaşılmasının en önemli mesele haline geldiği bir parti görünümü çiziyor. Dolayısıyla CHP’nin varoluş amacına aykırı bir şekilde, yani artık bir siyasal parti gibi davranmaktan ziyade bir çıkar topluluğu gibi davranmaya başladığını söylemek abartılı bir yorum olmayacaktır.

Krizin sebepleri

Mevcut konumu itibariyle CHP ve yönetimi genel olarak Türk seçmenine değil kendi tabanına bile bir şey söylemek ve umut vermekten bir hayli uzaktır. Parti içi hesaplar en başta kendi seçmeni nezdinde artık bir bıkkınlık yaratmış gibi duruyor. CHP’nin bu duruma evrilmesinin birkaç sebebinden söz edilebilir. Bunlardan ilki, CHP’nin bir parti için uzun sayılabilecek bir süredir, 24 yıldır iktidardan uzak oluşudur. CHP en son, 1995 yılında kurulan, aslında bir seçim hükümeti olan ve ancak 54 gün süren DYP-CHP Koalisyonunda iktidar ortağı olmuştu. Bu tarihten sonra ne koalisyon hükümetlerinin bir parçası olarak ne de tek başına CHP’nin bir iktidar deneyimi oldu. Dolayısıyla teşkilatlar açısından yerel yönetim birimleri kendi çıkarlarını ifade edebilecekleri yegâne vasıtalar olarak görülmektedir. Foça, Bodrum, Çankaya gibi ‘garanti’ görülen yerlerde adeta bir aday enflasyonunun yaşanmasının temel sebebi bu. İkinci sebep olarak, CHP’nin artık ‘kırk yamalı bohça’yı andıran bir yapı arz etmesidir. CHP’ye dair hem parti yönetimi nezdinde hem de çıkarılan aday profilleri üzerinden yapılacak basit bir incelemede bile, çokça farklı klikle, fraksiyonla karşılaşmak mümkün. Bu durumun sebebi de, HDP’nin de silikleşmesiyle beraber sol/sosyalist unsurlardan en katı ulusalcı çizgiye kadar hemen hepsinin önünde tek alternatif olarak CHP’nin durmasıdır. Yani CHP Kemalist olmayanlar tarafından Kemalist ve ulusalcı olmakla; Kemalist unsurlar tarafından da sağdan gösterdiği adaylar yüzünden Kemalist olmamakla; HDP’ye yakın sol/sosyalist unsurlar tarafından yeteri kadar soldan/emekten yana olmamakla; HDP karşıtı klikler tarafından da HDP’ye fazla yaklaşmakla itham edilebilmektedir. Bunların hepsinin ortak noktası ise CHP’yi kendi istedikleri çizgiye çekmeye çalışmalarıdır. İşin daha da ilginç tarafı CHP ve yönetiminin tüm bu suçlamaları haklı çıkaracak eylem ve söylemlerinin fazlaca olmasıdır. Ankara ve İstanbul’da Yavaş ve İmamoğlu’nun adaylıkları; Kadıköy gibi yerlerde HDP’ye çok yakın isimlerin aday olması ve HDP İl Başkanlığı yapsa kimsenin yadırgamayacağı bir isim olan Canan Kaftancıoğlu’nun parti yönetimine rest çekecek kadar, Engin Altay’ın ifadesiyle ‘şımarık davranışları’ bu minvalde ilk akla gelen örnekler.

Bu sebeplere son olarak Kemal Kılıçdaroğlu liderliğini eklemek gerekir. Kılıçdaroğlu, belli bir siyasal program ya da siyasi geleneğin devamı ya da öncüsü olarak partinin başına gelmedi. Geldikten sonra da ideolojik, programatik anlamda yeni bir şey söyleyemedi ve yeni bir siyasal görüş ortaya koyamadı. ‘Every thing is little little’ (Her şeyden biraz biraz) hesabı söylemleri ve kadroları bazen ulusalcı bazen anti-ulusalcı, bazen sol/sosyalist bazen muhafazakâr bir tınıya büründü ancak parti genel başkanı olduğu 2010 yılından bu yana bir Kılıçdaroğlu vizyonundan söz etmek sanırım çok zor. Buna ek olarak, Kılıçdaroğlu’nun, en azından Muharrem İnce kadar kitleleri geçici olarak heyecanlandıracak bir söylem ve üslup da tutturamaması kendisini çok erkenden tartışılan bir aday pozisyonuna getirdi. Bu yüzden Kılıçdaroğlu artık uzunca bir süredir tüm parti politikasını, aday belirleme sürecini parti içi dengeler ve kendi liderliği çerçevesinde yürütüyor. Partide sivrilen hiçbir isme ikinci bir şans vermedi; kendisine problem çıkarabilecek hemen her ismi tasfiye etti. Hem de bu tasfiye işine, ta en başından, kendisinin o koltuğa gelmesinde önemli katkısı olan Önder Sav gibi bir ismi saf dışı bırakarak başladı. Belki Muharrem İnce’yi cumhurbaşkanı adayı olarak göstermesi buna aykırı olarak değerlendirilebilir ancak artık daha iyi anlaşıldı ki, İnce’nin aday gösterilmesi ve seçim sonrasındaki olağanüstü kurultay sürecinde gelinen seviye İnce’nin ‘soft’ bir şekilde tasfiye edilmesi işiydi. Yerel seçim sürecinde de, İnce’ye destek veren delegelerin olduğu iller İYİ Parti’ye bırakıldı ve bu il teşkilatları aslında cezalandırılmış oldu. Yine önde gelen ‘İncecilerden’ olan Kırklareli Belediye Başkanı Mehmet Siyam Kesimoğlu, üstelik tabanın da istediği iddia edilen bir isim olmasına rağmen, aday gösterilmedi. Dolayısıyla aday gösterme sürecinde Kılıçdaroğlu artık klasikleşen siyasetini devam ettiriyor; 31 Mart akşamı sonuçlar açıklanınca ortaya çıkacak netice yüzünden kendisine sorun çıkarmayacak adaylar belirliyor ve bir anlamda hazırlıklarını 1 Nisan sonrasına göre yapıyor.

Canan Kaftancıoğlu etkisi

CHP’nin çetrefilli durumunu daha da zorlaştıran gelişmeler de oldu. Canan Kaftancıoğlu’nun Ataşehir gibi bazı ilçe belediyelerindeki adaylar yüzünden istifa etmesi ve birkaç saat sonra da istifasından vazgeçmesi, CHP’deki durumun geldiği noktayı gösteren manidar bir örnek oldu. Kaftancıoğlu olayının Kılıçdaroğlu’nu bile şaşırttığı söylenebilir zira Kaftancıoğlu 24 Haziran sonrasındaki süreçte genel merkezin yanında yer almıştı. Üstelik o dönemde Kaftancıoğlu parti içindeki bu hizipleşmenin partiye zarar verdiğini ve kurultay sürecinin bir an önce sonlanması gerektiğini söylemişti. Ancak aynı Kaftancıoğlu, seçimlere iki ay kala, salt birkaç ilçe belediyesinde kendi istediği isimler aday olmadı diye istifa blöfüyle ortaya çıktı. Kaftancıoğlu ismi zaten CHP nezdinde tam anlamıyla kabul görmüş bir isim değil. Hatta CHP’den ziyade sol/sosyalist parti ve görüşlere daha yakın bir isim. Ancak İstanbul İl Başkanlığı koltuğunda büyük oranda Kılıçdaroğlu kredisiyle oturuyordu. Bu son olaydan sonra ise, kredisini tükettiği ve parti merkezinden kendisine karşı ciddi bir tepkinin olduğu görülüyor. İddialara göre Kılıçdaroğlu Oğuz Kaan Salıcı vasıtasıyla Kaftancıoğlu’nun istifasını istese de, gelinen son noktada Kılıçdaroğlu ikna edilmiş. Ancak seçimlerden sonra Kaftancıoğlu’nun çok büyük ihtimalle görevinden alınacağını söylemek mümkün. Çünkü Kılıçdaroğlu il başkanı da olsa, kendisine böyle meydan okuyan bir ismin üstünü mutlaka çizecektir.

Kaftancıoğlu’nun CHP’de bir krize sebep olması sadece istifa blöfünden dolayı değil. İstanbul’un Kadıköy gibi ilçelerinde gösterilen adaylarla da perçinlenmiş bir eleştiri demeti var CHP’ye yönelik. Zira CHP Kadıköy gibi yerlerde doğrudan HDP’ye yakın isimleri aday gösterdi. Bu da ulusalcı tabanda tepkiyle karşılandı. Parti içinde Kaftancıoğlu krizinden dolayı bir istifa dalgası bile başlayacağı iddia ediliyor. Zaten ulusalcı tabanda bir karşılığı olmayan Kaftancıoğlu’nun da HDP’ye yakın isimlerle beraber anılması, onları desteklemesi krizi daha da derinleştiren bir faktör. Durumunun farkında olsa gerek, Kaftancıoğlu ilçe başkanlarıyla bir toplantı yaptı ancak toplantıya sadece 14 ilçe başkanı katıldı ve ortak bir destek açıklaması da yapılamadı. Dolayısıyla Kaftancıoğlu’nun birkaç ilçe belediyesi uğruna kredisini epeyce tükettiği söylenebilir.  

CHP içerisindeki yaşanan gelişmelerin topluma parti içi demokrasi olarak sunulmasına da artık sanırım kimse inanmıyor. Zira 24 Haziran sonrası yaşanan olağanüstü kurultay süreci parti içi demokrasi söylemlerinin partide pek de bir karşılığının olmadığını gösterdi. Ancak burada CHP açısından kritik durum partinin üst yönetimindeki aşırı klikleşme tartışmaları yüzünden tabandaki tepkinin ölçülemiyor olması. Zira Bakırköy’de Bülent Kerimoğlu’nun tekrar aday gösterilmesinde olduğu gibi, doğrudan protestolar daha az olsa da, alttan gelen bir ‘dip dalganın’ olduğunu söylemek mümkün. Artık CHP seçmeni için, büyük oranda, kendi partisi bir kriz üretme merkezi olmanın dışında bir anlam ifade etmiyor. Bunun en net sonuçlarını seçim sandıklarında görmek mümkün olacaktır. Boykot ve sandığa gitmeme, yani ‘tıpış tıpış’ gidip oy vermemenin bu seçimlerde CHP seçmeni için daha güçlü alternatifler olduğu görülmektedir.

Bu durumu gösteren bir örnek olarak Kadir Has Üniversitesi tarafından yapılan ve 30 Ocak’ta kamuoyuyla paylaşılan Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması (TSSEA) 2018 raporundan söz etmek gerekir. Raporun ilginç kısımlarından birisi de Türkiye’de siyasal bir boşluğun olup olmadığına dair veriler. Buna göre siyasette bir boşluk olduğunu düşünenlerin yüzde 42,4’ünü CHP ve yüzde 44,4’ünü HDP seçmenleri oluşturmaktadır. Buna karşılık AK Parti ve MHP seçmenlerinden boşluk olduğunu düşünenlerin oranı ise yüzde 29,5 ve 13,3. Bu da şu demek; CHP seçmeni kendi partisinin var olduğunu düşündüğü boşluğu doldurduğunu düşünmüyor. Daha açıkçası partisinin siyasal ve toplumsal taleplerini karşılayamadığını, kendi talep ve önerilerini ifade edemediğini düşünüyor. Bu memnuniyetsizlik durumunun ise gösterilen adaylar ve yaşanan krizle daha da derinleştiğini söylemek mümkün.

CHP’de liderlik tartışması

31 Mart sonrasında, şayet sürpriz seçim başarıları olmazsa, CHP’de eski ama eskimeyen bir tartışmanın başlayacağını söyleyebiliriz. Ancak bu tartışma bir lider değişikliği getirsin ya da getirmesin CHP için bitmeyecektir. Çünkü artık belli bir programı, referansları, öncelikleri olan klasik bir parti olma hüviyetinden hayli uzaklaşmış durumdadır. Şayet yeni heyecan yaratacak ve partiyi kendi düşünceleri, idealleri uğruna dönüştürmeye çalışacak bir lider ortaya çıkarsa bu sorun belki aşılabilir. Ancak görünen noktada böyle bir lider profili yok. Şu ya da bu kliğe daha yakın, şu ya da bu siyasal ve toplumsal fraksiyonlara hitap edebilecek isimler söz konusu. Bunların da zaman içinde Kılıçdaroğlu gibi bir hayal kırıklığına dönüşmesi büyük bir olasılık. Bu noktada belki yeni bir parti girişimi söz konusu olabilir. CHP’nin hem geçmiş yükünden hem de mevcut klik çekişmelerinden azade yeni sol/seküler bir partinin şansı olabilir. Ancak mevcut CHP devam ederse, Kılıçdaroğlu gitsin ya da gitmesin CHP krizlerin partisi olmaya devam edecektir.

@Yunussahbazz