Kudüs kararı ve uluslararası sistemin çöküşü

Dr. Gökhan Bozbaş / Necmettin Erbakan Üniversitesi
9.12.2017

Özellikle uluslararası sistem açısından değerlendirdiğimizde ABD kendisinin kuruluşuna öncülük ettiği BM’nin kararını hiçe sayarak zaten tökezleyen mevcut uluslararası sisteminin ve statükonun dibine dinamit döşemiştir. BM’nin alacağı her türlü karar bundan sonra ulus devletler tarafından reddedilebilir veya dikkate alınmayabilir.


Kudüs kararı ve uluslararası sistemin çöküşü

Geçen Çarşamba günü Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump, ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ve Tel Aviv’deki Amerikan Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması hazırlıkları için talimat vereceğini tüm dünyaya duyurdu. Bu deklarasyonun küresel ve bölgesel olarak çok ciddi sonuçlar doğuracağı aşikar. Yerel ve bölgesel çıktıları çok hızlı bir şekilde kendini göstermeye başladı bile. Peki Amerika neden bu yıl ve şimdi bu açıklamayı yaptı? Bu ilanın küresel ve bölgesel yansımaları neler olacaktır? Müslüman toplumların bu konuda vereceği tepkiler nasıl bir biçim alabilir? Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmasının uluslararası sistem açısından ne gibi sonuçları olabilir?

Tüm bu tartışmalardan önce Kudüs’ün uluslararası sistem içerisindeki pozisyonunu hatırlamamız gerekmektedir. Aslında bugün atılan bu adımın 70 yıllık bir planın parçası olduğunu kaçırmamamız gerekiyor. Öncelikle Kudüs ilk defa Birleşmiş Milletler henüz kurulurken 1947 yılı içerisinde Arap ve Yahudi bölgeler olarak iki bölge olarak tasavvur edilmişti. Bu özel statü uluslararası özel bir yönetime de sahip bir şehir olacaktı (corpus seperatum). O dönem Arap devletlerinin bunu reddetmesi, Yahudileri şehir içerisinde terör eylemlerine yöneltmiş ve bu terör eylemleri ile Müslümanlar şehirden kaçırılmıştır. İsrail’in 1948 bağımsızlık ilanı sonrasında Araplar ile İsrail arasında savaşlar olmuş ve daha sonra Kudüs Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılmıştır. En son altı gün savaşları olarak bilinen 1967 yılındaki savaş sonrasında ise İsrail Doğu Kudüs’ü de işgal etmiştir. Doğu Kudüs’ün işgali sonrasında İsrail özellikle izlediği siyasetler neticesinde burada yaşayan Müslüman ve Hristiyanları tedrici olarak hem Filistin topraklarının geri kalan kısmından izole etmiş hem de nüfus dengesini Yahudilerin lehine bozmuştur. Şu anda Filistin topraklarında Kudüs şehri dışında yaşayan hiçbir Filistinli Müslüman’ın Kudüs’e girme izni bulunmamaktadır. 1973 yılında ise Doğu Kudüs’te yaşayan Yahudilere ve Araplara Kudüs belediye seçimlerinde oy kullanma hakkı tanınarak Doğu Kudüs aslında Batı Kudüs’e ilhak edilmiştir. Nitekim bu kararı, 1980 yılında İsrail’in Kudüs’ü bölünmez ezeli başkent ilan etmesi takip etmiştir. Bu karara bilindiği gibi Türkiye’de Konya mitingi ile tepki verilmiş ve ayrıca bu miting 1982 darbesinin gerekçelerinden birisi olmuştur.

BM itibarını nasıl kurtaracak?

İçeride İsrail’in Kudüs’ü Yahudileştirme siyasetine karşılık uluslararası sistem değişik dönemlerde değişik reaksiyonlar göstermiştir. Şehrin Arap ve Yahudi olarak iki bölgeli yapıya kavuşturulması her ne kadar Araplar tarafından başından beri kabul edilmemiş olsa da uluslararası sistem bunu BM üzerinden tanımıştır. İsrail ise BM’nin kendisine açtığı bu alanı kullanarak süreç içerisinde tüm Kudüs üzerinde bir hegemonya oluşturmuş ve 1980 yılın-da Kudüs’ü başkent ilan etmiştir. Bu ilan BM tarafından reddedilmiş ve hiçbir ülke bu kararı tanımamış aksine reddetmiştir. Hatta Kudüs’te büyükelçili-ği bulunan devletlerden büyükelçiliklerini Kudüs’ten taşımaları istenmiştir. Nitekim en son Kosta Rika ve El Salvador da 2006 yılında büyükelçiliklerini Tel Aviv’e taşımışlar ve böylelikle Kudüs’te büyükelçilik kalmamıştır.

Hal böyle iken ABD Başkanı Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesi yeni bir sürecin başlangıcını temsil etmektedir. Trump tarafın-dan alınan bu kararın küresel, bölgesel ve yerel sonuçları olacaktır. Küresel anlamda değerlendirdiğimizde öncelikle BM genel sekreterinden AB Komis-yonu’na, İngiltere’den Kanada’ya tüm uluslararası aktörler alınan bu kararı kınamıştır. Özellikle uluslararası sistem açısından değerlendirdiğimizde ABD kendisinin kuruluşuna öncülük ettiği BM’nin kararını hiçe sayarak zaten tökezleyen mevcut uluslararası sisteminin ve statükonun dibine dinamit döşemiş-tir. BM’nin alacağı her türlü karar bundan sonra ulus devletler tarafından reddedilebilir veya dikkate alınmayabilir.

Amerika açısından bakıldığında ise İsrail’e verilen bu destek koltuğu sallanan Trump’a iç siyasette Yahudi lobisinin desteğini sağlayacaktır. Trump iç siyasette yaşadığı dalgalanmaları ve sıkıntıları aşmak için Kudüs’ü araçsallaştırsa da bu durumun farklı bir takım özel sebepleri olduğu aşikardır. Kısacası Trump iç siyasette yaşadığı kuşatılmışlığı Yahudi desteği ile aşmak istemektedir. Geçtiğimiz yüzyılın başında İngilizler eliyle Filistin topraklarına giren Yahudiler, bugün Amerika eliyle bölgeden Filistinlileri uzaklaştırmak istemektedir. Bunun için ilk olmasa da en önemli adım Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmek olmuştur. Bir diğer açıdan bakıldığında Trump yaptığı konuşmada önceki başkanları suçlayıp kendisinin bu kararı aldığını vurgulayarak gücünü ispatlamak istemiştir. Zira sürekli olarak ABD’de güçsüz ve iktidarsız bir başkan olarak nitelendirilen bir Trump bulunmaktaydı. Son olarak Trump masada elini kuvvetlendirmek için sürekli olarak ülkelerin hassas oldukları yerlerden vurarak onları masada alt etmeye çalışmıştır. Bu çerçevede Amerika’nın Filistin’den İsrail ile barış görüşmelerinde tavizler koparmaya çalışacağı ve belki de kopartacağı söylenebilir.

Konuyu bölgesel boyutu açısından değerlendirdiğimizde ise özellikle İran, Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan ön plana çıkmaktadır. Amerika bölge üzerinde ciddi bir şekilde politikalarını değiştirmişken bu ülkeleri de kendi politikası paralelinde yönlendirmek istemektedir. Bu yüzden Trump bu kararı alırken bölge, çok ciddi çıkar çatışmalarının ve hatta silahlı çatışmaların yaşandığı bir alan konumundadır. Hatta Osmanlı sonrası dönem açısından bakıl-dığında bölgenin en zayıf olduğu dönemlerinden birinde Kudüs İsrail’in başkenti olarak kabul edilmektedir. Bölge ülkeleri açısından bakıldığında öncelikle İran ve Suudi Arabistan birbirlerini ötekileştirirken aralarında çok ciddi bir psikolojik savaş yürümektedir. Bu çatışma o kadar derin bir hal almıştır ki Suudi Arabistan’ı İsrail ile yakınlaştırmaya başlamıştır. Bu yakınlaşma Suudi Arabistan’ın ABD’nin aldığı bu karara sert bir tepki vermesine engel olmuştur. İran açısından değerlendirildiğinde konu çok farklı bir hal almaktadır. Zira Amerika aldığı bu karar ile İsrail yanlısı bir tavır takınmaktadır. Buna karşılık bölgede çok ciddi bir İsrail karşıtlığını yükseltmektedir. Doğal olarak bu çerçeveden bölge içerisinde uzun yıllardır anti-İsrail söylemin hamisi konumunda bulunan İran’ın bölgedeki etkinliğini arttıracaktır. İran’ın bölgedeki etkinliğinin artması Suudi Arabistan gibi bir takım ülkeleri daha fazla Amerika’nın ve dolayısı ile İsrail’in saflarına itecektir.

Mısır bölgede özellikle Sisi darbesinden sonra değerlendirildiğinde Amerika’nın konsolide etmek istediği yeni düzenin bir parçası olarak hizmet etmektedir. Nitekim bunu Kudüs’ün başkent olarak kabul edilmesi kararına verdiği çok cılız tepkiden ölçebiliriz. Geçmişte bölgesinde lider bir ülke konumunda olan Mısır devleti, Sisi darbesinden sonra bölgesinde küresel güçlerin çıkarları arasında kendisine yer bulmaya çalışan bir ülke konumuna gelmiş-tir. Bu anlamda özellikle Sina yarımadasında gerçekleştirilen terör eylemi sonrasında Mısır Sina yarımadasını terörle mücadele adına sivillerden temizlemeye çalışmaktadır. Bu karar sonucunda sivillerden arındırılmış Sina yarımadası İsrail’in iştahını kabartmaktadır. Zira İsrail’in özellikle Gazze bölgesinde yaşayan Filistinlileri Sina yarımadasına sürmek istediği konuşulmaktadır.

Kukla liderlerle bölge dizaynı

Konuya Türkiye açısından baktığımızda durumun biraz daha farklı olduğu görmekteyiz. Özellikle yalnızca lafzi bir takım ifadeler ile alınan kararı eleştirmek ve kınamak yerine Türkiye çok sert bir şekilde kınamanın ve yok saymanın yanında dünya liderleri arasında kulis yapmıştır ve halen yapmak-tadır. Bu çerçeveden çok net bir tavır alan Türkiye konuyu uluslararası alana taşıyarak ABD’yi uluslararası hukuk açısından vurmaya çalışmaktadır. Türki-ye için bu kararı Trump almış olsa da, hedef tahtasında İsrail bulunmaktadır. Zira Türkiye, İsrail ile ilişkileri kesmekten bahsederek aslında Trump’ın aldığı bu kararın arkasında İsrail’in olduğunu tüm dünyaya haykırmaktadır. Özellikle cumhurbaşkanımızın çağrısı ile toplanacak olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’daki toplantısı İslam dünyası açısından bir dönüm noktasını oluşturabilir.

Sonuç olarak Trump bu kararı alarak iç politikada kendisine bir alan yaratmaya çalıştığı gibi dış politikada kendisinin oluşturduğu siyaset anlayışını konsolide edecek bir adım atmış olmaktadır. Trump’ın Riyad ziyareti sırasında Selman ve Sisi ile birlikte dünyayı temsilen parlak bir kürenin etrafında ellerini üst üste koyarak verdikleri pozu unutmayalım. Bu poz bugün geldiğimiz noktanın o günden hesaplandığını göstermektedir. Amerika’nın bölgede-ki gayri meşru varlığını onaylayan bu liderlerin birisi bir darbe ile yönetime gelmiş, diğeri ise darbe ile kendisinden sonra gelecek olanı belirlemiştir. Kendisine uydu hükümetlerin kurulduğu, Irak’ın, Yemen’in, Lübnan’ın, Libya’nın iç karışıklar ile mücadele ettiği bir ortamda Trump tarafından alınan bu karara en sert tepki halk tarafından seçilmiş bir liderden gelmiştir. Bu çerçeveden bakınca, 17-25 Aralık’tan bugüne Türkiye’de darbe ile iktidarın neden değiştirilmek istendiği daha da netleşmektedir.

[email protected]