Kudüs seni çağırıyor

MÜCAHİT CİVRİZ / Maliye Uzmanı - Yazar
13.06.2015

Allah’ın insanları doğru yola iletmeleri için görevlendirdiği nebilerin hak mücadelesi verdiği, Peygamberimizin miraç hadisesinin gerçekleştiği, Müslümanların ilk Kıblesi, ikinci Mescidi, üçüncü Haremi olan Mescid-i Aksa’yı içinde barındıran mübarek ve mukaddes şehir; Kudüs’teyiz.


Kudüs seni çağırıyor

İnsanlık tarihi kadar eski bir şehir olan Kudüs, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Davud, Musa, Süleyman, Harun, İsa Peygamberin (hepsine binlerce selam olsun) tebliğ görevini yürüttükleri, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.s) yeryüzünden semaya kutsal yolculuğuna ev sahipliği yapan, Hazreti Ömer ve Selahattin Eyyubi’nin fetih ruhunun alınan her nefeste hissedildiği, Osmanlının nakış nakış vurduğu mühre şahit olabildiğiniz ve Osmanlının bu diyarı terk edişinden beri Müslüman kalplerin kendisine yönelmesini, taşları üzerinde insanların özgürce ve pür neşe hareket etmesini bekleyen kutsal bir belde burası.

Kudüs’ün her yeri tarih, her yeri kadim medeniyetin bir nişanı adeta. Ama biz Mescid-i Aksa’ya bir an önce ulaşabilmenin heyecanını taşıyoruz sînelerimizde. Kudüs’ün sokaklarından yüzyıllar öncesine tarihî bir seyahat ediyormuş ve uyanmak istemeyeceğiniz bir rüyada imişsiniz gibi yoğun bir his girdabıyla yöneliyoruz Mescid-i Aksa’ya. Girince Mescid-i Aksa bahçesine, buranın her zerresi ile size “Hoş Geldiniz” diye mukabele ettiğine, zeytin ve selvi ağaçlarının gelişinize mukabele edercesine dallarını salladığına şahit oluyorsunuz. Hele o taşlar... Evet konuşan o taşlar... Gözünüzün ve yüreğinizin hasretine bir an önce son vermek için sanki yürüyen bir merdivende koşuyormuşsunuz hissi uyandıran taşlar... Hani Şair buraları görmeden diyordu ya, “Yürü kardeşim ayaklarına bir Aksa gücü gelsin” diye! O gücü tüm bedeninizde hissettiren o taşlara basmaya kıyamadan koşar adım giriyorsunuz bu girdaba. İşgal altındaki bu beldede boynu bükük, kolu kırık, mahzun bir şekilde karşılanacağınızı tahmin ediyorsanız yanılıyorsunuz; sanılanın aksine tüm ihtişamı ile karşılıyor sizi bu mübarek mekân.

Kudüs: Gücün sembolü

Kudüs, o toprakları ellerinde bulunduranların gücünün bir sembolü ve buralarda yaşanan işgal ve sıkıntılar, ne sadece Arapların ne de sadece Filistinlilerin meselesi aslında. Nuri  Pakdil, “Kudüs sevilmedikçe insanlığa girilmez” diyordu. Peki soruyu Müslümanlık için sorsak! Kudüs sevgisini, aşkını yeniden yeşertemezsek gönüllerimiz ve düşünce ufkumuzda, nice olur halimiz? Bu beldenin aziz ve pak hatırasına dönük ihanetler, ruhuna yapılan tecavüzler karşısındaki duruşumuz ve tepkimiz peki? Cahit Zarifoğlu; “Filistin bir sınav kâğıdı her mümin kulun önünde” diyordu ve bu sınav Osmanlı’nın bu coğrafyadan terk-i diyarından beri devam etmekte. Peki sonuçlarına dair bir cevabımız var mı? Kudüs bugün kimlerin elinde ve kimin gücüne şahitlik ediyor, düşünülmesi gereken bir konudur bu aslında.

Yürek haritamızda Kudüs mevzisinin hali nasıl bu asırda? Her inananın yüreğinde Kudüs sevdası var mı acaba? Gönlümüzde yer almıyorsa Kudüs, gönlümüz kimler tarafından işgal altındadır hiç düşündük mü? Bakınız Kudüs ve İslam tarihine; Kudüs aslında bayraktarıdır bu hâkimiyetin!

Ne zaman bu belde esirdir, inananlar da esirdir bu dünya sürgününde. Osmanlı Devletinin yıkılmasının ardından elimizde kalan son kara parçasına sımsıkı “sarılışımız”, belki de bir zorunluluktu. Ancak bu “sarılış”, beraberinde bir “kopuşu” da getiriyordu. Oluşturulan yapay algı ile artık bizler “Türk’ten başka dostu olmayan/kalmayan” ve “bazı Araplar tarafından arkadan hançerlenen” bir millet olmuştuk ve bu topraklar elimizde tutabildiğimiz son kara parçaları idi. Bu sarılma ile tarihi köklerimiz, gönül bağlarımız, can damarlarımızla birlikte bu bilinç de sökülüp atılmaya çalışıldı ve bunda büyük ölçüde de başarı sağlandı.  Belki de hepsinden önemlisi, ufkumuz daraltılarak karanlık zindanlarda müebbet bir hapse atıldı.

Hâlbuki yaşanan tüm bu savruluşlara rağmen biliyor ve inanıyoruz ki; Türkiye sadece Edirne’den Karsa, Sinop’tan Mersin’e bir harita değil. Olmadı, olamazdı. Türkiye; Mekke, Medine ve Kudüs, Bağdat ve Şam, Üsküp ve Saraybosna, Semerkant ve Buhara da demek. Bu toprakların ve coğrafyanın hafızası, duymak istemesek de, bize bunu haykırıyor. Bu gerçekliğe kulak tıkamaz, gözlerimizi kapamaz isek, yıkılanın bir imparatorluk değil; yakıp yıkılan ve yok edilmeye çalışılanın ortak bir hafıza ve ufuk olduğunu görmemiz gerekir.

Kudüs yalnız bırakılmamalı, zira;

İsrail Kudüs’ü yahudileştirmek ve Mescid-i Aksa’yı yıkarak Süleyman Mabedini inşa etmek istemekte. Bunu başarabilmek için de sistematik bir tecrit politikası uyguluyor. 2002 yılında yapımına başlanan “Utanç Duvarı” ile şehirlerarasında bağlantılar kesiliyor, Mescid-i Aksa civarında yer alan müslüman yerleşim yerleri yıkılıyor, insanlar zorla yurtlarından / evlerinden ediliyor. Direnen halka ise çeşitli fiziksel ve psikolojik yıldırma teknikleri ile müdahale edilirken, evlerini satın almak için milyonlarca dolar paralar teklif ediyor. O nedenle maddi destekler ile bu topraklara sahip çıkılması ve ziyaretler ile varlığımızın orda gösterilmesi büyük önem arz ediyor.

İçine kapanan Bir Türkiye uzun yıllar doğu sınırının ötesine geçecek bir ufuk geliştiremedi. Hemgündemimiz hem de ziyaretler anlamımda bir fasit daire demekti bu. Ama son yıllarda yaşanan zihinsel devrimleTürkiye’den ziyaretlerdeher geçen gün artıyor bu topraklara ve yapılan bu ziyaretler İsrail’i pek de sevindirmiyor. Şuan yılda yaklaşık 25 bin Türk bu toprakları ziyaret ediyor ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aldığı “Kudüs bağlantılı Umre Kararı” sonrasında bu sayının daha da artarakköprülerin yeniden kurulmasıbekleniyor.Sayıca artışın bu topraklarda yapılan keyfi baskı ve yıldırmaları da hafifletmesi,çok güçlü ihtimaller arasında.

Adımınızı attığınız andan itibaren sizi bambaşka bir zamana ve his dünyasına taşıyan, namaz mahalleri, medrese ve kubbeler, şadırvan ve çeşmelerden oluşan, zeytin ve selvi ağaçlarının sizleri büyük bir muhabbetle karşıladığı bu alan sadece ve sadece bir ibadet mekanı değil, bir yaşam alanı, bir rehabilitasyon merkezi aslında... Mescid-i Aksa’nın avlusu  tüm engelleme çabalarına rağmen bir kenarında koşuşturan bir yanında uçurtma uçuran çocuklar, zeytin dallarının altında piknik yapan, sohbet eden farklı coğrafyalardan insanların varlığı ile tam bir cümbüş alanı!  Biz de namazın ardından yanımızda getirdiğimiz kahveyi tarifi zor bir lezzetle yudumladıktan sonra Filistinli çocuklarla korkusuzca, özgürce bir futbol maçına başlıyoruz. Türkiye’den gelmiş abi ve kardeşleri ile maç yapan Filistinli çocukların keyfine diyecek yok ama biz zorlanıyoruz. Özellikle omuz omuza mücadeleleri, buradaki direnişin doğal bir sonucu olsa gerek, çok güçlü. Maçın sonunda yeniliyoruz: ama ne biz çok üzgünüz ne de onlar çok mutlular. Ortak düşünce bu topraklara daha fazla gelin, ziyaretlerinizi artırın, bizleri yalnız bırakmayın. Haklılar zira özellikle Mescid-i Aksa avlusunda ne kadar fazla sayıda ziyaretçi olursa onların müdahaleleri daha aza iniyor, oradaki Müslümanlar daha rahat nefes alabiliyorlar.

Peki, ne yapmalı?

Omuzlarımız ve belki de daha da önemli bir biçimde gönüllerimizin üzerinde duran sorumluluklarımızın farkına vararak ve “Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! / Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!” mısralarıyla vurguladığı gibi Şairin bu bilinç düzeyine erişebilmek, atılan, yakılıp yıkılan bu köprülerin yeniden inşasına gayret göstermek gerekiyor. Şair, “Ben Kudus’ü kol saati gibi taşıyorum. Ayarlanmadan Kudüs’e boşuna vakit geçirirsin.” diyordu ya hani!Zaman ve mekân bilincimizde bu topraklara, bu coğrafyaya alan açmak gerekiyor. “Kalbimizin üstünde ince bir tül gibi duran Kudüs’ü” alınyazımız olarak görmek” gerekiyor.”Eskiden buralar hep bizimmiş” veyahut “arkadan hançerlendik” söylemini aşarak, tarihi ve dini sorumluluklarımızın farkına vararak hareket etmek gerekiyor.

Kudüs’e gitmek, bu çağrıya cevap vermek gerek.

Günün her anında, gökyüzünün her renginde tarifine kelimelerin kifayette zorlandığı, şairlerin dizelerine sığdıramadıkları, yazarların cümlelerle anlatamadığı bu güzelliğe, dünya gözüyle şahit olmak gerek.

Abdullah İbn-i Abbas “Kudüs peygamberler tarafından kurulmuş ve onların oturdukları, yaşadıkları yerdir. Burada bir karış toprak parçası yoktur ki orada peygamberler dua etmemiş, melekler inmemiş olsunlar.” buyuruyordu.Öyleyse bu melekler şehrine kanat açmak için Vira Bismillah diyelim...

Kudüs Bizi Çağırıyor ve şimdi o çağrıya güçlü bir şekilde cevap vermek gerekiyor.

[email protected]