Kullanışlı bir iktidar aracı olarak hayat tarzı tartışmaları

Tarkan Zengin / Çalışma Hayatı Uzmanı
21.01.2017

Bugün “Hayat tarzımıza müdahale var” diyenlerin gerçekte geniş halk kitlelerinin hayat tarzına en fazla müdahale edenler olması ilginçtir. Yıllarca kadına karşı ayrımcılığın en belirgin göstergesi olan başörtüsü sorunu bizzat bugün yaşam tarzlarının tehdit altında olduğunu söyleyen insanlar eliyle yürütülmüştür.


Kullanışlı bir iktidar aracı olarak hayat tarzı tartışmaları

Türkiye ne zaman önemli bir değişiklik yapsa provakasyonlar, terör olayları ve hayat tarzı tartışmalarıyla toplum ayrıştırılmaya çalışılıyor. Son bir ayda yaşadığımız Beşiktaş, Kayseri, Reina ve İzmir terör saldırıları ile Büyükelçi suikastının faili olan DAEŞ, FETÖ ve PKK terör örgütleri ittifak halinde ülkemizi ve Anayasa değişikliklerini durdurmaya çalışıyor. Bugün muhalefetin TBMM’de ve sokaklarda yapmaya çalıştığı toplumsal gerilimleri artırmaktır. 15 Temmuz işgal girişiminde farklı görüşlerden ve farklı yaşam tarzlarından insanların bir araya gelerek darbecilere karşı durması birlik ve beraberliğimizi pekiştirmişti. Bundan rahatsızlık duyanların birleşen milleti ayrıştırma mesaisi başlamış görünüyor. Toplumu ayrıştırmaya kafa yoranlar için öteden beri çok kullanışlı olan laiklik ve yaşam tarzı tartışmaları yeniden tedavüle sokuluyor. Bu mesele Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar çeşitli yöntemlerle sağ/muhafazakar kitleyi baskılamak için kullanılmıştır. Bugün “Hayat tarzımıza müdahale var” diyenlerin gerçekte geniş halk kitlelerinin hayat tarzına en fazla müdahale edenler olması ilginçtir. Yıllarca kadına karşı ayrımcılığın en belirgin göstergesi olan başörtüsü sorunu bizzat bugün yaşam tarzlarının tehdit altında olduğunu söyleyen insanlar eliyle yürütülmüştür.

Son 14 yılda atlattığımız badireleri hatırlayalım. Yargı mensuplarının sürekli olarak seçilmiş hükümetlere ayar verdiği, çıkarılan yasaların birçoğunun Anayasa Mahkemesi’nden döndüğü, üniversite senatolarının ve rektörlerin olur olmaz gerekçelerle seçilmiş hükümete karşı bildiriler yayınladığı dönemleri yaşadık. 27 Nisan 2007’de Genelkurmay muhtırası, Cumhuriyet mitingleri, darbe girişimleri, üniversite öğrenci olayları, 1 Mayıs olayları, Gezi kalkışması, 17/25 Aralık darbe girişimi, Kobani eylemleri, çukur siyaseti, Terör olayları ve nihayet FETÖ’nün 15 Temmuz işgal girişimini yaşadık. Bize sürekli yeni ve toplumsal hareket olarak sunulan tepkiler aslında geçmişten beri tekrarlanan ve profesyonel hazırlıklarla toplumsallaştırılmaya çalışılan olaylar. AK Parti’nin iktidar mücadelesinde karşısında bürokratik oligarşiyle birlikte adları sivil ancak kendileri apoletli olan partiler, dernekler, sendikalar ve meslek örgütleri de vardı. 25 Ekim 2003’te Ankara Tandoğan Meydanı’nda Atatürkçü Düşünce Derneği’nin organize ettiği mitingde “Ordu Göreve” pankartının arkasında da Cumhuriyet mitinglerinde de Gezi kalkışmasında da hayat tarzı tartışmalarında da aynı örgütlü yapılar karşımızda.

Endişeli modernler

Ülkemizde darbelerin neredeyse tamamında gericilik ve irtica kavramları kullanılmıştır. Bu itham aynı zamanda iktidarda olan sağ/muhafazakar partileri baskı altında tutmuş ve CHP gibi partilerin muhalefette olsa bile iktidarlarını sürdürmelerini sağlamıştır.  Bu kavramlar aynı zamanda seküler partilerin, sendikaların ve sivil örgütlerin diğer tüm ihtilafları sona erdirerek ortak hareket etmelerini sağlıyor. 29 Ekim’de, CHP’li gençlerin Atatürk, İnönü ve Ecevit posterlerinin yanında Yılmaz Güney, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan posterleri taşımasını yeni ittifak zemininin hayat tarzı tartışmaları ve laiklik üzerinden yürütüleceğinin işareti olarak okumalıyız. Çünkü birbirinden çok farklı bakış açısına sahip olan sol ve sosyalist hareketler hayat tarzı tartışmaları ve laikliği ortaklaştıkları bir zemin olarak kullanıyor. Bu nedenle CHP ile HDP birlikte Anayasa değişikliklerine karşı çıkıyor. Yine aynı nedenle tüm sol ve sosyalist hareketler DİSK ve KESK gibi konfederasyonlarda birleşebiliyor.

Seküler elitlerin hayat tarzından anladıkları başörtülü olmamak, içki içmek ve balolarda arzı endam etmekti. Yeni elitler ise gerici, yobaz ve cahil olarak niteledikleri halkı modernleştirme ameliyesine girişti. Bundan bugün bile vazgeçmiş değiller. Halkı sürekli aşağılamalarının nedenlerinden biri de halka bu bakışlarının değişmemiş olmasındandır. Bizde laiklik ve hayat tarzının tehdit altında olduğunu iddia edenlerin pratiğine baktığımızda aslında istedikleri gibi yaşadıklarını görüyoruz. Bugün farklı olan sadece başka hayat tarzlarının kamusal alanda daha görünür olması ve yaşam tarzları kısıtlanan muhafazakar kitlenin özgürlüklerini kullanır hale gelmesidir. Hayat tarzının tehdit altında olması algısı sadece kendi hayatlarına ilişkin değil başkalarının hayat tarzlarına müdahale edememek olarak da algılanmaktadır. Bugün “endişeli modernlerin” temel kaygısı kendi hayat tarzlarının kısıtlanması değil ötekilerin (başörtülülerin, makarnacıların, göbeğini kaşıyan adamların ve çağdaşlaştırılması gereken gericilerin) hayat tarzları üzerindeki etkilerinin kaybolmasıdır. Başörtüsü yasaklarının kalkması ve insanların dini ve kültürel taleplerini kamusal alanda ifade etmesi bile ülkemizde endişeli modernlerin hayat tarzlarını tehdit altında görmelerine neden oldu.

2008 yılında Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’nin İstanbul’da düzenlediği halka açık bir toplantıda yapılan konuşmalar, hayat tarzının tehdit altında olduğunu iddia edenlerin gerçekte itirazlarının ne olduğunu ortaya koyuyor. Konuşmacılardan biri başörtülülerden duyduğu rahatsızlığı şu sözlerle ifade ediyor “O kafalarına pırıl pırıl saten başörtüleri takıp başları dik bir şekilde yanımızdan geçişlerini hazmedemiyorum”. Bir başkası başlarını açsınlar diye burs verdikleri öğrencilerden başlarını açtıramadıklarının burslarını kestiklerini söylüyordu. Okumuş ve eğitimli kadınların önerileri arasında “Başörtülülere para verip başlarını açtırmak” ve “İmam Hatip Liselileri bursla düz liselere yazdırmak” vardı. Bir konuşmacı ise Ak Parti’ye oy verdiğini öğrendiği yanında çalışan temizlikçi kadınla diyalogunu anlatmıştı: “Niye AKP? İstikrar var. İstikrar senin neyine Vesayet? İstikrar senin neyine?” Düzenlenen toplantıda ‘mahalle baskısından’, hayat tarzlarına saldırı olduğundan şikayet eden konuşmacıların aslında başkalarının hayat tarzları üzerinde yeterince baskı kuramadıklarından endişeli oldukları görülüyor. Vatandaşların hangi partiye oy vereceğini, hangi okullara gideceğini ve hatta neyi giyeceklerine kadar karar verme hakkını kendilerinde gören üstenci ve kibirli anlayış bugünün “endişeli modernlerinde” sıkça görülen bir tutumdur.  

Gezi eylemlerinin hazırlayıcısı olduğunu sonradan anladığımız 2010 üniversite olaylarını hatırlayalım. Adlarını ilk defa duyduğumuz öğrenci gruplarının, üniversitelerde yumurta atma ve insanları konuşturmama gibi baskıcı tutumları vardı. Hayat tarzları için özgürlük talep ettiklerini söyleyen bu gruplar “Başörtülüleri üniversitelerde istemiyoruz” diyordu. O dönem protestolarda sıkça görülen Genç-Sen öğrencilere DİSK tarafından kurdurulmuştu. Gezi eylemleri de bugünkü hayat tarzı eylemleri gibi halka sürekli kendiliğinden oluşan sivil bir hareket ve yeni gençliğin tepkisi olarak sunulmuştu. Aslında daha önce yaptıkları birçok eylemde olduğu gibi örgütlerin destekleriyle devam eden eylemler olduğu bilerek gözden kaçırılmaya çalışılmıştı. Taksim Platformu adına dönemin Başbakan Vekili ile görüşmeye gidenler gençler değil DİSK, KESK, TTB ve TMMOB gibi kurumlardı. 2010’da üniversitelerde başlayan protestoların arkasındaki örgütler bu kez Gezi’nin arkasındaki yapılar olarak karşımızı çıkmıştı. Çevre duyarlılığı ve gençler örgütlü yapılar tarafından bir kez daha kullanılmıştı.

Üniversiteler ve Gezi’den beklediği sonucu alamayanlar liselileri kullanmaya çalıştı. Türkiye Liseliler Birliği amaçlarının “tüm halkları ve ideolojileri birleştirerek milli demokratik devrim sürecine katmak” olduğunu söylüyordu. Daha sonra lise mezuniyet törenlerinde yöneticilerine arkalarını dönen öğrenciler ortaya çıktı. Bu eylem aslında yeni bir eylem değildi. 27 Mayıs darbesinden bir gün önce havacı subayların Menderes’e arkasını dönmeleriyle liselerde ve üniversitelerde öğrencilerin yöneticilere arkasını dönmeleri arasında benzerlik dikkat çekicidir.

Cuma izninden rejim tartışması

Türkiye’de çalışan kadınların hayat tarzlarına doğrudan müdahale olan başörtü yasağı 2013’e kadar sürdü. Hayat tarzı tartışmalarında bugün önde olan Barolar ve Odalar, uzun yıllar başörtülü resimlerini kabul etmedikleri kadınların başörtülü çalışması engelledi. Türkiye Barolar Birliği ve TMMOB yasağı savunurken 2014’te Anayasa Mahkemesi kararıyla kadınlara özgürlük gelmişti. Bugün hayat tarzlarının tehdit altında olduğunu söyleyen sendikalar ve meslek örgütleri kamuda başörtülü çalışma özgürlüğünü “gericiliğin meşrulaştırılması” olarak yorumlamıştı. 2016’da Başbakanlık genelgesi ile kamu çalışanlarından isteyenlere Cuma namazı izni verildi. Çalışma hayatı bakımından olağan bir düzenleme bile rejim ve laiklik tartışmalarına konu edildi. Genelgeye karşı olanların gerekçesi ise laikliğe aykırılıktı. Hayat tarzlarına müdahale edilmesine karşı mücadele ettiklerini iddia edenlerin başkalarının hayat tarzlarına müdahale eden uygulamaların failleri ve savunucuları olmaları enteresandır.

TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde 7 Ocak’ta sosyalist gençler basın toplantısı düzenleyerek “Başkanlık dayatmasını sokakta durduracaklarını” söyledi. Yapılacak Anayasa değişikliklerini sokakta insanların önünü keserek mi durduracaklar yoksa insanları ikna odalarına mı alacaklar sorusunun cevabı yok. Açıklamalarında şortlu kız, LGBTİ’liler, diktatörlük gibi son dönemin hayat tarzı tartışmalarında konuşulan her şey var. Buradan da anlaşılıyor ki gençleri sokağa çıkarmada hayat tarzı tartışmaları yine motive edici bir araç haline getirilmiş. Sol ve sosyalist çevrelerden bir ekonomist “2001’i aşan bir kriz kapıda, demokratik muhalefet hazır olmalı” diyerek aslında dertlerinin ekonomiden daha çok başka şeyler olduğunu ifade ediyor. Yine bir başka yazar “İç savaşın başladığını görememek, buna uygun düzen alamamak elbette intihardır” diyerek açıkça iç savaş çığırtkanlığı yapıyor. DİSK Genel Sekreteri ise 30 Aralık 2016 tarihli röportajında “Bu ülkenin gerçek sahibi biziz ve 2017’de bu zulmün iktidarını bitirmek üzere mücadeleye devam edeceğiz” diyor. Sol ve sosyalist çevrelerin yazdıklarına bakılırsa hayat tarzı ve laiklik tartışmaları kullanılarak gerçek amaçlarının “iktidarı bitirmek” olduğu anlaşılıyor. Son yıllarda tüm saldırıları bertaraf eden milletimiz irfanıyla bu saldırıların üstesinden de gelecektir.

[email protected]