Kültür faşizmi karşısında kültürel iktidar siyaseti

Ercan Yıldırım / Yazar
23.06.2018

Türkiye’de medyayı, sinemayı, reklam sektörünü, dağıtımı, müzik piyasasını, teknoloji ve programlamayı hasılı neoliberal kitle kültürünü elinde tutan sol-seküler camia, yıllarca kendilerinden başkasına bu alanlarda yaşama hakkı tanımadığı, varolmalarına müsaade etmediği, kapitalistlerden bile daha sıkı tekeller kurdukları halde iktidarı otoriter-diktatör olarak yaftalıyor.


Kültür faşizmi karşısında kültürel iktidar siyaseti

Kültürel iktidar sermayeye, güce, devlet erkine ve en önemlisi yerleşik paradigmaya, aktüel medeniyete bağlıdır. Türkiye’de kültürel iktidarı elinde tutan seküler-laik-Kemalist kesim sırtını Batı medeniyetine dayadığı, kapitalist iktisadi düzenin sermaye akışına endekslendiği için kültürel sahada etkin.

Kültürel iktidar tartışmalarındaki taraflardan “sosyalist”ler kendilerini fail gibi gösterme uyanıklığı sergiledikleri için öne çıkıyor; halbuki günümüz kültürünü kazıdığınızda altından paradigma olarak Kemalizm, sermaye olarak kapitalist burjuva parası çıkar. Bilhassa 1990’dan itibaren sermayenin kültürel alanda istihdam etmeye başladığı sol çevreler ısrarla bunun üstünü örter.

Burjuva ağalarının paralarıyla kültür ormanında efendilik raconu kesen sol lümpenlik, palazlanmasını ise 70’lerde bayrağı devralan neoliberal zihniyete, küresel şirket klanının fonlarına borçludur.

Solun neoliberalizme borcu

Sol borçludur, burjuva finans kuruluşlarının fonlarıyla ayakta kaldıkları için kapitalist dünya sisteminin değerlerini savunmaya mecbur; demokrasi, laiklik, insan hakları, çoğulculuk, feminizm, yeşil, çevre, lbgt demek zorundadır. Sınıf savaşını, proleter öncülüğü savunamaz, devrim lafzını da romantik motivasyon için bağlamından kopararak “fidan, gül” kavramlarıyla kullanabilir. Buna karşın din karşıtlığını neoliberalizm eleştirisine oturtma uyanıklığı sergiliyorlar.

Kültürel iktidar tartışmalarında solun en belirgin tezlerinin başında “eser vermek” gelir ki elbette haklıdırlar. Fakat Türkiye’de kültürel tekeli elinde tutan laik-seküler kesimin eserlerinin antikapitalist, “başka bir dünya” içerdiğini iddia edemezsiniz, “küçük burjuva” hassasiyetlerinin hatta özlemlerinin yıkımla kotarılmış temalarını sosyalist hatta sol diye tanımlayamazsınız.

Orhan Pamuk, Elif Şafak, Ahmet Altan, Ahmet Ümit ürünleri bir tarafa Samim Kocagöz’den Aysel Özakın’a, Çetin Altan’dan, Attila İlhan, Tomris Uyar, Leyla Erbil, Adalet Ağaoğlu, Oğuz Atay, Latife Tekin, Mehmet Eroğlu, Kaan Arslanoğlu’na kadar geniş bir kesim küçük ve orta boy burjuvanın içinden çıktığı gibi anlattıkları da Amerikan kültürünü içselleştirmeyen değil içselleştiremediği için yabancılaşan, kaygı ve bunalım içindeki bireyle sınırlıdır.

Simgesel düzen, kapitalist ilişki biçimi, küresel kültür karşısında bırakın “milli-yerli” bakışı, sosyalist bir farklı hayatı ağzına alamayan soldan bahsediyoruz...

İslamcılar soldan farklı mı? İslamcılar da aynen sol gibi küresel kültürün başka bir boyutta yeniden üretilmesinin dışında yeni bir yolu tutturmuş değil!

Özellikle sosyalistlerle paralellik arz edecek biçimde 70’lerde başlayıp 80 sonrasında netleştiği gibi neoliberal siyasal ve iktisadi tezleri İslamileştirmek, İslami kesimde canlandırmak yeterli sayıldı.

İslami bir düzenin, İslami bir gündelik hayatın ya da Büyük Öteki’nden kaçırılmış bir ân’ı bile tahayyül edemeyen İslamcılık, kültürel iktidar mevzuunda elbette aktüel Batı medeniyetinin seküler söylemine mahkum çıkışı da dindar-muhafazakar tarzda sentezde bulacak.

İslami kesimin nefesi, bakış açısı romana yetmez, hikayede yani parçanın yüceltilmesinde, parlama anlarında donar. Aynen sol gibi ufak burjuva sıkıntılarının dindar versiyonlarını, “günah karşısında mütereddit dini hissiyatlar” temasını üretir de üretir...

Neoliberal kültür ve siyasal alan ise şiiri hikayenin seviyesine indirdi, kendine özgü başı dik yaşamayı unutturdu bize şiir!

Kemalist yöntem sosyalizmin de İslamcılığın da bünyesine girip ortalama muhafazakarlıkla sosyalizmi solda, İslamcılığı da dindar-mukaddesatçılıkta kilitledi.

Haliyle Batı medeniyetinin yerli versiyonu Kemalizm, kapitalist kültürün kurucusu, taşıyıcısı vasfını hala sürdürür.

İktidar ne sosyalistlerde ne İslamcılarda... Kemalizmin sol ve sağ kanadında!

Unutmamak gerek projelerle, fonlamalarla kültürel iktidar kurulmaz, siyasal ve iktisadi biriciklik gerekir!

Solun kültürden anladığı

Kültürel iktidar tartışması yürüten kesimlerin siyasal alana taşıdıkları konular 27 Mayıs sonrasındaki tarz-ı hayat kavgasının çeşitli versiyonları şeklinde. Fonlarla ayakta duran yayın organlarının entelektüel-derinlikli konularının başında Demirel’in 28 Şubat dönemindeki hassasiyetlerinin benzerleri gelir.

Refahyol hükümetinde 10. Yıl Marşı’nı simgeleştirip “Türkiye laiktir laik kalacak” sloganlarının koro şefliğini yapan Demirel gibi sol kültür havzasında da Cumhuriyet Mitingleri’ndeki ihtiyar kadınlarla Gezi’deki ergenler arasında gidip gelen İzmir Marşı retoriği yankılanır.

Sol kültür-politik İmam Hatip okullarının çoğalmasından, dini kimlikli yurtların, vakıfların, okulların, üniversitelerin yaygınlaşmasına, 4+4+4 eğitim sistemi, müftü nikahı, dini eğitime kadar pek çok popüler tartışmayla beraber dindar nesil ile faşizm-totaliterlik eleştirilerini bağdaştırır.

Elbette kültürel atmosfer bu açıdan belki de en doğru yerinden ele alınmış sayılabilir. Zira kültürel iktidar biraz da kültür savaşına bağlı. Kültür savaşı ise bir yönüyle kültür cepheleşmesin...

Türkiye’de seküler kesimin güçlü bir kültür cephesi var; Kemalist elit, Batı’nın desteklediği beli silahlı güçler dönüşümü gerçekleştirdi. Kültürün en önemli boyutunu oluşturan güzideler sınıfı, seküler söylemle kurulduğu için kültür cephesinde eksik taraf İslami olandadır. Belki de bu yüzden İzmir Marşı hassasiyeti kamusal alandaki bir takım yeniliklerin “kaygı verici boyuta” ulaşmasıyla yükselir.

Cenazelerde Chopin yerine artık Itri’nin Tekbiri’nin söylenmesi, Cuma saatlerinin tatil olması, askeri törenlerde bile subayların İslami tonlu şiirleri mesela Dua’yı okuması, kurmay kadronun tam tekmil sabah namazını Millet Camii’nde eda etmesi, Genelkurmay Başkanı’nın cami yapımına destek vermesi, Fırat Kalkanı Harekatı Komutanı’nın Cuma Hutbesi irad etmesi, askerde yemek duasının “Allah’ımıza Hamdolsun”a çevrilmesi kültürel iktidar kaygılarını iyice alevlendirir. Kültürel iktidar kavgasının bir tarafının devletten, elitlerden geçmesi, fonlayan küresel sermayenin bile zaman zaman “uzlaşma” arayışlarını peşinden sürükler. Kamusal alanın dönüşmesi kültür savaşlarının, kültür cephesinin sadece bir yönünü ama en tesirli kısmını oluşturur. Kültürel dönüşümün siyasal iktidarı yerleşik, kalıcı kılmakla ilgili olduğu belki de en çok 24 Haziran seçimlerinde gözlenecek.

Sol faşizm...

Kültürel iktidarı elinde bulunduran küresel sermayenin elemanları özellikle Gezi süreciyle birlikte diktatörlük, otoriterlik, tek adamlık, faşist uygulamalar retoriğini “piyasaya sürdü.” Çünkü solun beğenmediği, hoşlanmadığı durumlara, kişilere faşizm ithamı yeni değil. 2010 sonrasında çevrilip oluşturulan faşizm kitaplığı Gezi hazırlıklarının önceye dayandığını da açıklar.

Türkiye’de medyayı, sinemayı, reklam sektörünü, dağıtımı, müzik piyasasını, teknoloji ve programlamayı hasılı neoliberal kitle kültürünü elinde tutan sol-seküler camia yıllarca kendilerinden başkasına bu alanlarda yaşama hakkı tanımadığı, varolmalarına müsaade etmediği, kapitalistlerden bile daha sıkı tekeller kurdukları halde iktidarı otoriter-diktatör olarak yaftalıyor.

Kültür Bakanlığı desteklemesi yanında kamuya ait proje alanlara bakıldığında diktatör-faşist-otoriter söylemini kullananların ağırlıkta olduğunu görürsünüz.

Devlet, kütüphanelerine en çok sürekli monarşi, diktatörlük, otoriter yönetim kitapları yayınlayan yayınevlerinin kitaplarını alıyor!

Faşist yöntemlerin, bakış açısının en çok kültür sahasında faaliyet gösteren “özgürlükçülerde” olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Neoliberal şirketlerin kanatları altında özgürlükçülük-demokratlık yapan sosyalistlerin “gözetim toplumu”na, finansal denetime bağlı hapishane modeline, kapitalist ilişki biçimlerine, neoliberal siyaset modeline karşı çıkmadıkları gibi onu destekledikleri de bu süreçte netleşir. Diktatörlük eleştirisi, kültür faşizmini sürdürme kaygısının sonucu olarak şekillenir.

Bireyleri, toplumları, milletleri ezen, kimliklerini yok eden, toplumları kişiliksizleştiren neoliberal kitle-popüler kültürü, kültür endüstrisini işleten sol, seküler kesim tiran propagandası içeren projenin basit bir düzeneğinden ibarettir.

İslami kesimde kültür

Türkiye’de kültürel iktidarın sağlanamamasının çok basit sebepleri var esasında. Buradaki eser ve adam yokluğu seçeneği kolaycı, ilk elden yapılan tespit olmasının ötesinde bir manaya sahip değil.

İktidarın entelektüel, simge kök arayışı, “üstadlara” müracaatı beraberinde getirdi. Mehmet Akif, Necip Fazıl gibi isimler öne çıkarken furyadan, “fetret yarığı”ndan 70’lerde zuhur eden vasıfsız, yetersiz, kalitesiz edebiyat adamlarının, kariyerist bürokrat dergi mensuplarının duruş sahibi, medeniyet maverasından besleniyor gerekçeleriyle sızmaları kültürel iktidarın kurulmasına taş koydu.

İdare-i maslahatçı, statükocu, abi-üstad geleneğinin simge isimlerinin “zararlı-zararsız” kıstası, yeni ve vasıflı olanların imhasının önünü açtı.

Sadece düşünce, edebiyat sahasında değil matbuatın, enteljansiyanın her alanında “özerk cemaat”, “şebeke” mantığına göre çalışan tink-tank menşeililer, gazeteciler kültürel sahayı parselledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan 2011 itibariyle sol-liberallerle olduğu kadar 80’lerden sarkan edebiyatçı-gazeteci şebekelerinin, 90’larda yurtdışında okuyup gelen neoliberal siyasallığın taşıyıcılarının oluşturduğu şebekeleri de aşama aşama trenden indirdi.

Bir alanı tutan herkes kendisinden sonrası için yeterince çapsızı refere etmişti bile! Dindar-muhafazakar kesimin artan imkanları nedeniyle yeni orta sınıf kültürü oluşturmalarıyla birlikte orta sınıflara has yüzsüzlük, riyakarlık, korumacılık, bencillik, menfaatçilik, amaçsızlık, siyasal kaypaklık, sadece Gezi olaylarında değil Kemalist statüko, sol-liberal kültür kompetanlarıyla girilen her tartışmada çokyüzlülük sergiledi.

Buna elbette karar mekanizmalarına yeni yeni oturan gençlerin bir “İslamcı abi” icat ederek meşruiyet sağlama, “pozisyon alma” tavırlarını da eklemek gerek.

70 ve 80’lerden sarkanlar kadar 90’larda küresel sermayenin banka matbuatında görünmek için postmodern sempati balesi yapanlar, adalet, vicdan, özgürlük kelimelerini devlet, siyaset cehaletiyle birleştirip Türkiye’nin Nomosu olan İslam-Türk-ehli sünnet-gaza omurgasına karşı bir araya gelen cepheye mesaj gönderenler, Türkiye’de kültürel iktidar oluşturabilecek bir kültür cephesinin kurulmasını baltaladılar.

TOKİ, mimari, kültür eleştirisi üzerinden varolmaya çalışan bu “iki cephe arasındaki bînamazlar”, ne bir etik-estetik anlayışı, eseri, ne mimari teklifi, ne ahlak kitabı, ne sinema, dergi, televizyon programı, ne de alternatif bir eko-politik ortaya koyabildiler.

İktidar imkanlarından faydalanıp tarafsız numarası yapan çiçek-böcek, rujlu-makyajlı edebiyat taifesi, onlara yol veren derviş duruşlu editörler 16 yıllık iktidarın ve  öncesinde 90’ların romanını, hikayesini, şiirini yazamadılar, yazılmasına vesile olamadılar. Kültür cephesi, siyasal cephe, kendilik savaşı, İslami dönüşüm fikriyle gelişir… “uzatmalı bilinç akışı”nın egemen olduğu dindar-muhafazakar edebiyat-düşünce kanonuyla, Suat Derviş okuyan genç kızların kamusal etkinlik olarak yazıya sarılmasıyla değil.

Kültürel iktidar kültür cephesi kurup bir kültür savaşı vermeyle kurulur.

Kültür cephesi siyasal bilinci üst düzeyde hassasiyet sahibi güzideler sınıfının eseridir. Trollere verilen emekler kadar alanında yetenekli eser üretme iştiyakı olanların desteklenmesi bunun bir veçhesi. Fakat Türkiye’de kültür bir yönüyle “üretmek”ten çok neoliberal pazar mantığı içinde “eskinin paketlenip” yeniden piyasaya sürülmesiyle ilgili…

Düşünce denince ansiklopedi bile olamayacak derecede kültür atlaslarından oluşan birbirinin aynı antolojiler hazırlamak, içeriksiz sempozyum bildirileri toparlamak veya kadim hikmet, felsefe, fikir, edebiyat geleneğimizi “kişisel gelişim”ci mantığı içinde yeni küçük burjuva dindar gençliğin yaslandığı psikoloji eşliğinde aforizmalarla sunmak akla geliyor.

Kültürel iktidar, neoliberal küresel kültür ve onun aparatı solun kültür faşizmini durdurmak kadar düşüncenin haysiyetini, toprağın, insanın, Allah’ın hakkıyla birleştiren hasbî güzidelerle inşa edilebilir.

@Ercnyldrm1