Kültür varlığı kaçakçılığının önlenmesi neden önemli?

Mustafa İsen/ Yazar
22.12.2023

Türkiye'nin tarihi abideleri, ören yerlerini de kapsayan zengin kültür varlıkları, arkeolojik ve etnografik eserleri hala eski eser kaçakçılarının hedefidir. Eskiye oranla azalmış olmakla birlikte kaçakçılık yeni yollar ve yöntemlerle bu zengin birikimi tehdit etmektedir.


Kültür varlığı kaçakçılığının önlenmesi neden önemli?

Geçen ay (27.11.2023) gazetelere, İngiltere'ye üç günlük bir ziyaret gerçekleştiren Yunanistan Başbakanı Miçotakis'in İngiltere Başbakanı Sunak ile görüşmesinin son anda iptal edildiğine dair haberler düştü. Gerekçe olarak da Londra'da British Muzeum'da sergilenen ve Atina Akropol'ünün bir parçası olan Elgin Mermerleri'nin Yunanistan'a ait olduğunun ve Atina'ya iade edilmesi gerektiğinin ifade edilmesi söylendi. 1800'lü yılların başında İstanbul'da büyükelçilik yapan Lord Elgin, heykel ve kabartmalarını incelemek ve rölövelerini çıkartmak üzere izin alarak mermerleri İngiltere'ye götürmüştü. Sonrasında pek çok başka eser gibi bunlar da asli yerlerine iade edilmedi. Atina, zaman zaman mermerlerin iadesini istiyor ve bu konuyla ilgili çalışmalar yapıyor. Ziyaret sırasında konunun tekrar gündeme getirilmesinden rahatsız olan İngiltere, tepki olarak Yunanistan Başbakanı ile kararlaştırılmış görüşmeyi iptal etti.

Ben de bu gündemi değerlendirerek bir süredir yazmayı düşündüğüm ve ülkemiz için çok önemli bir konu olan eski eser kaçakçılığını kaleme almaya karar verdim. Unesco 1970 Sözleşmesi'ne göre, ulusal topraklarda bulunmuş kültür varlıkları o devletin kendi öz varlığıdır. İlgili kurumca kabul edilen 1970 Sözleşmesi, yasa dışı yollarla yurt dışına çıkarılan eserlerin ait olduğu ülkeye iadesi ve uluslararası alanda yasa dışı trafiğinin önlenmesi hususunda en temel uluslararası mevzuat niteliğindedir. Unesco 1970 Sözleşmesi; kültür varlıklarının yasa dışı ithal, ihraç ve mülkiyet transferinin önlenmesi için ulusal seviyede alınacak önleyici tedbirler, yasa dışı ihraç edilmiş kültür varlıklarının iadesi, ithal-ihraç kısıtlaması ve kontrolleri olmak üzere üç hususa vurgu yapar.

İslam alemi en büyük kaynak

Bu çerçevede ülkeler konumları itibariyle Kaynak ülke ve Pazar ülke olarak değerlendirilir. Bu ürünlerin bulunduğu ülkeler Kaynak, buralardan çıkarılıp her türlü yollarla başka ülkelere taşınan Batı Avrupa ülkeleri, Amerika ve Rusya ise Pazar ülke olarak tanımlanır. Belirtmek gerekir ki İran ve Orta Asya ile birlikte eski Osmanlı coğrafyası, yani İslam alemi, dünyanın en büyük Kaynak bölgesidir. Özellikle Osmanlı coğrafyası sadece İslam medeniyetine özgü eserler açısından değil eski Roma ve Bizans birikimi açısından da çok zengin bir bölgedir ve bu konumuyla da Pazar ülkelerin en çok göz diktiği yörelerden biridir. Rusya için de Orta Asya ülkeleri çok önemli bir kaynak konumundadır.

Türkiye coğrafyası uygarlıkların beşiği olmuş ve tarih öncesinden itibaren günümüze kadar pek çok kültüre ev sahipliği yapmıştır. Burası eski eser varlığı açısından dünyanın sayılı ülkelerinden biridir. Tarih öncesi ve tarihî devirlerde uygarlığın filizlendiği ve geliştiği bölgelerdeki arkeolojik kanıtların gösterdiği gibi Türkiye; binlerce yıl önce paleolitik devre tarihlenen farklı dönemlere ait katmanların açığa çıkarıldığı alanlardan, insanlığın yerleşik hayata geçişinin ve dinî merkezlerinin bilinen en eski örneklerinden olan Çatalhöyük ve Göbekli Tepe'ye, klasik dönemlerden yakın zamana kadar devam eden kültürel birikimiyle insanlık tarihine ışık tutacak öneme sahiptir. Karain, Belbaşı ve Beldibi mağaraları gibi önemli alanlar, insanların alet kullanmaya başladığı ve ateşin keşfedildiği dönem olan Eski Taş Çağının geç dönemlerine tarihlenir. Yeni Taş Çağında iskân görmüş insan yerleşimlerinin tarihi açısından büyük öneme sahip Hacılar, Çayönü, Norşun Tepe, Çatalhöyük gibi yerleşmelere ek olarak bilinen kronolojiyi altüst eden Göbekli Tepe arkeolojik alanı, Anadolu'da bulunan erken döneme ait yerleşmelerdir. Tunç Çağı, Anadolu'da kültür tarihi açısından oldukça önemli yerleşimler ortaya çıkarmıştır. Sonraki evrelerde de Anadolu pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Hatti ve Hitit uygarlıkları bunlar arasındadır. Alacahöyük Hatti kültürüne ait en önemli yerleşim yeridir. Hitit uygarlığı ise, başkent Hattuşa (Boğazköy) merkezli olmak üzere Acemhöyük, Kültepe gibi önemli sitleri de kapsayan Anadolu'nun büyük bir kısmına yayılmıştır. Dönemin diğer bir önemli yerleşimi olan Troya ise, kuzeybatı Anadolu'da kurulmuş yüksek kültür düzeyini yansıtan bir uygarlığı temsil eder. Doğu Anadolu'da Urartu medeniyeti, Tuşpa (Van) merkezli bir yayılım göstermiştir. Frig kültürü, Gordion gibi önemli şehir merkezlerinde gelişmiştir. Lidya, Likya ve Karya uygarlıkları da bu topraklarda boy vermiştir. Takip eden yüzyıllara ait kültürel, mimari, sanat ve arkeolojik pek çok kalıntı barındıran yüzlerce ören yeriyle Anadolu, Eskiçağda dünya tarihinde önemli bir yer işgal eder. Bu çağda Efes, Bergama, Milet, Priene, Smyrna gibi önemli kentler ortaya çıkar. Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu döneminde de Anadolu dünya tarihindeki önemli yerini muhafaza etmiştir. İznik, Efes, Konstantinopolis gibi şehirler bu dönemin ürünüdür. 11. yüzyıldan itibaren bu coğrafyada Anadolu Selçuklu Devleti ve Artuklu Beyliği gibi devletler oluşmuş, bunların ardından Türk beylikleri ortaya çıkmış, sonrasında da kazanılan yeni coğrafyalarla ve yeni kültürlerle zenginleşen bir Osmanlı uygarlığı doğmuştur. Böylece Anadolu, Orta Çağın ilerleyen dönemlerinde İslam medeniyetinin muhteşem eserlerine ev sahipliği yapmıştır. Bilim, edebiyat, mimari, plastik sanatlar gibi pek çok alanda medeniyet tarihine katkılar yapan bu dönemden günümüze kalan eserler, Türk-İslam Medeniyetinin önemli kültür varlıkları olarak görülmektedir. Türkiye Cumhuriyeti ise, Anadolu kültür katmanlarının son halkasını oluşturur. Bir canlı örnek vermek gerekirse Japonlar tarafından Kaman'da kazılan tek bir höyükten bir müze bir de Kalehöyük Arkeoloji Enstitüsü ortaya çıkmıştır. Anadolu'da benzer höyüklerden binlerce örnek söz konusudur.

Arkeoloji modası

19. yüzyılın başlarında arkeoloji bilim dalı moda haline gelince pek çok Batılı araştırmacı bu alanda bir cennet konumunda olan Osmanlı İmparatorluğu topraklarına yönelmiş ve buralarda kazılar başlatmıştı. Bununla da yetinilmeyerek yüzyılın sonuna doğru yabancı ülkelerin idaresinde bazı araştırma enstitüleri kuruldu; İstanbul'da Rus Arkeoloji Enstitüsü, Macar, Alman, Fransız, İngiliz ve Amerika Arkeoloji enstitüleri bunların başlıcalarıdır. Bu merkezler yoğun bir biçimde Osmanlı coğrafyası içinde kazı faaliyetleri başlattılar. Üzülerek belirtelim ki bu kazılarda elde edilen objelerin bir bölümü yasal, bir bölümü ise kanunsuz olarak ilgili ülkelere götürüldü. Örneğin 1878-1886 yıllarında C. Humann, Bergama'da yaptığı kazılar sonucunda bugün Berlin'deki Pergamon Müzesi'nde yer alan Zeus Sunağı'nın da aralarında bulunduğu pek çok eseri Almanya'ya götürdü. Hatta bunların traji-komik sayılacak örnekleriyle de karşılaşılır: 19. yüzyılda büyük bölümü Almanya'ya kaçırılan Troya Hazineleri Berlin'de sergilenirken eserler, II. Dünya Harbinde burayı işgal eden Rus güçleri tarafından alınıp Moskova'ya götürülür. Şimdi Almanya bunların kendi ürünleri olduğunu iddia ederek Rusya'dan geri istiyor. Doğal olarak Türkiye de bunların ait oldukları topraklara, Çanakkale'ye getirilerek orada teşhirini talep ediyor. Bunlar gibi binlerce örnek bugün dünya müzelerinin değerli objeleri olarak ait oldukları topraklardan uzaktalar. Hatta çoğu zaman aynı koleksiyona ait parçalar birkaç farklı müzede sergilenmektedir.

Bu zengin birikim 19. yüzyıldan itibaren çeşitli yollarla yağmalanmaya başlanınca kültür varlıklarının korunmasına yönelik tedbirler Osmanlı döneminden itibaren alınmaya başlamışsa da, o günün şartlarında ve sonrasında konunun öncelik taşımadığı dönemler olmuş, çeşitli koruma tedbirlerine, ulusal ve uluslararası düzenlemelere rağmen kaçak kazılarla, usulsüz nakillerle pek çok kültür varlığı yurt dışına çıkarılmış, müzayedelerde alınıp satılmış ve müzelerde sergilenmiştir. Halen özellikle Batı'da bütün önemli müzelerde kültür varlıklarımız sergilenmekte, hatta ciddi oranda ülkemizden götürülen kültür varlıklarıyla kurulmuş müzeler bulunmaktadır. Ayrıca, kaçak kazılar ve koruma alanındaki yetersizlik ve gecikmeler de çeşitli tahribatlara neden olmuştur.

Sonraki dönemlerde eski eser bilinci kaynak ülkelerde de gelişince bu talana yönelik tepkiler doğmaya başlamış ve 1970 yılında Unesco öncülüğünde bir çalışma yapılarak ispatlanması durumunda eserlerin ait olduğu yere iade edileceği karara bağlanmıştır. Ama bu işlem tespit sonrası da çok ağır işlemektedir. Örneğin bu sözleşmeye göre mabetlerden alınan objelerin iade taleplerinde zaman aşımının söz konusu olmadığının vurgulanmasına rağmen uygulamada isteksiz davranılmaktadır. Örneğin Sultan II. Selim Türbesi, Sultan I. Mahmut Kütüphanesi, Sultan III. Murat Türbesi ve II. Selim Türbesi çinileri ile İstanbul Piyale Paşa Camii çini alınlıkları restore edilmek için Fransa'ya götürülmesine karşılık orijinalleri orada bırakılmış ve taklitleri geri gönderilmiştir. Durumun düzeltilmesi için çeşitli girişimlerde bulunulmasına rağmen sözü edilen eserlerin iadeleri sağlanamamaktadır. Hayıflanılacak durum şudur ki bir dönem dünyayı imrendirecek bu eserleri icat edip üreten zihniyet, sonrasında bunların restorasyonu için başka ülkelere başvurmak zorunda kalmıştır.

Pazar ülkeleri başlangıçta biz bu eserleri daha iyi koruyoruz, sizin ülkenizde kalsaydı tahrip olurlardı gibi bir sav ileri sürmüşler, kaynak ülkelerde gelişmiş müzeler ortaya çıkınca da bu kez başka bahaneler üretmeye başlamışlardır. Hatta bu tavırlarını kolektif bir biçimde pişkinlikle sürdürüyorlar. İngiltere'nin Elgin Mermerlerine karşı son tavrı bunun tipik örneklerinden biridir. Onların bu tavrına karşılık kaynak ülkelerin de bir birlik oluşturarak kültür varlıklarının iadesi konusunda alandaki görünürlüklerini artırmaları gerekir. Konu ile ilgili yayınlanacak bilimsel makaleler ve düzenlenebilecek konferanslarla meselenin sıcak tutulması ve çok itibarlı görünen büyük müzelerde yer alan kaçak eserlerin teşhirinin kamunun gündemine taşınması sağlanmalıdır. Bu etkinliklerde, özellikle müzelere ve sanat dünyasına kökeni bilinmeyen hiçbir objenin alınmaması gerektiği mesajını vermenin önemli olduğu vurgulanmalıdır. Hatta sadece arkeolojik eserlerin değil etnografik eserlerin de bu kapsamda görülmesi gerekir. Son zamanlarda internet üzerinden daha kolay hale gelen kültür varlığı kaçakçılığı gerçekleştirilmektedir. Bu yeni durum için de tedbirler düşünülmelidir. Yabancı müzeler teşhirdeki Türkiye kökenli eserlerin kimlik kartlarına köken bilgisi olarak söz konusu eserlerin bulundukları yerin antik dönemdeki isimlerini yazmaktadırlar. Dolayısıyla bunların kaçak eser olduğu bu yolla kamufle edilmektedir. Söz konusu eserin günümüzde Türkiye sınırları içinde kaldığı bölgeye ilişkin bir ilave yapılması sağlanmalıdır.

Başka pek çok kültürel mesele gibi kültür varlığı kaçakçılığının uluslararası muhatabı UNESCO'dur. Tüm insanlığın ortak mirası kabul edilen, evrensel değerlere sahip kültürel ve doğal varlıkları tanıtmak, toplumlarda söz konusu mirasa sahip çıkma bilincini oluşturmak ve çeşitli nedenlerle bozulan kültürel ve doğal değerlerin yaşatılması için gereken önlemleri almak ve bu eserlerin ait oldukları yerlerde sergilenmesini sağlamak Unesco'nun asli görevlerindendir. Ama Unesco da çatısı altında yer aldığı Birleşmiş Milletler gibi alan üzerinde yeterli etkinliği gösterememekte ve kurumda etkin durumda olan Pazar ülkelere söz geçirememektedir.

Türkiye hedefte

Kültür varlıklarımızın korunması, tarihimize ve geleceğimize duyduğumuz ortak sorumluluğun gereğidir. Yurt dışına kaçırılan eserlerimizin iadesi önemli olmakla birlikte, kültür varlıklarının yasa dışı olarak yurt dışına çıkarılmalarının, yani kaçakçılığın önlenmesi de temel bir husus olarak ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde bu konuda yapılması gereken işlerin yürütülmesiyle ilgili sorumlu birimler bulunmakla birlikte mesele ancak milli bir hassasiyetle takip edilerek çözülebilir. Bunun için de halkımızın eğitilip bilinçlendirilmesi önemlidir.

100. yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin kuruluşuyla kültür alanında toplumsal ve kurumsal önemli adımlar atılmış, tarih, etnografya, arkeoloji çalışmalarına üst düzeyde ilgi gösterilmiş, bu alanlarda uzman yetiştirmek amacıyla gerekli destek sağlanmıştır. Bunun neticesi olarak sözü edilen zengin birikimi koruyacak tedbirler alınmış, düzenlemeler yapılmıştır. Yabancı kazılar daha kontrollü bir biçimde günümüzde de devam etmekle birlikte artık kazıların çoğu Türk araştırmacılar eliyle sürdürülmektedir.

Ama belirtmek gerekir ki Türkiye'nin tarihi abideleri, ören yerlerini de kapsayan zengin kültür varlıkları, arkeolojik ve etnografik eserleri hala eski eser kaçakçılarının hedefidir. Eskiye oranla azalmış olmakla birlikte kaçakçılık yeni yollar ve yöntemlerle bu zengin birikimi tehdit etmektedir.

[email protected]