Kültür ve sanatın gelişiminde devletin rolü

Doç. Dr. Tuba Işınsu Durmuş / TOBB Üniv. Ö. Ü., UNESCO Kültürel İfadelerin Çeşitliliği Komite Üyesi
7.05.2016

Kültür politikaları, somut ve somut olmayan kültür unsurlarının, üretimi, kayıt altına alınması, gelecek nesillere aktarılması, tanıtılması konularında sorumluluk taşır. Bu çerçevede 64. Hükümet’in kültür faaliyetlerini desteklemenin artacağına dair vurgusu önemlidir.


Kültür ve sanatın gelişiminde devletin rolü

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun 21 Nisan 2016 tarihli Kültürel Kalkınma Programı çerçevesinde sanata ve sanatçılara destek açıklaması devlet-sanat ilişkisini yeniden gündeme getirdi. “Kültürel Kalkınma” projesi toplam 10 başlık altında sunuldu. Medeniyet ve şehir vurgusuna dikkat çeken sunum, sonuç itibarı ile vatandaşların kültüre erişimi ve katılımının sağlanması esası üzerine kurulu. Telif hakları üzerinden sanatçıların başta hukuki olmak üzere her türlü desteklenme faaliyetlerinin devletin görevi olduğuna vurgu yapan Davutoğlu, somut olarak tiyatro ve sinema desteklerinin geçen yıla oranla artacağını belirtti. 

Korunmaya muhtaç

Bu açıklamalar kültür politikalarının yürütülmesinde hangi mekanizmanın ön planda olacağı ya da ne kadar yer alacağı tartışmalarını da beraberinde getirecektir. Kültür denildiğinde kimi zaman toplumsal değerler ve onların günlük hayata yansımaları, sadece sanat veya daha özelde de özellikle söze dayalı popüler sanat ürünleri akla gelebiliyor. Kültürün tanımına ait sınırların bu derece geniş oluşu, kültür politikalarına ne ölçüde yansır; kültür politikalarının yürütücüsü, takipçisi olan kurumlar bu derece geniş bir alana dair sorumluluk taşırlar mı veya taşıyorlar mı? Bu, üzerinde durulması gereken noktalardan biridir. Diğer taraftan kültür öğrenilebilen, dolayısıyla öğretilebilen bir unsurdur. Bu çerçevede, kültürün öğretimi ile yaratıcı uygulamaların teşvik edilmesi, geliştirilmesi arasındaki dengeli ilişkinin sürdürülmesinde kültür politikası oluşturanlara, takipçilerine önemli görevler düşmektedir.

Dünyanın her yerinde ve her döneminde kültür ve sanatın devletin korumasına ihtiyaç duyduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Bir toplumun bilgi ve kültür seviyesi ile yöneticilerin kültürel faaliyetler karşısında tavrı, sanatın gelişmesinde ya da gerilemesinde çok önemli etkenlerdir. Biraz daha geriye giderek tarihsel sürece baktığımızda söz konusu devlet-sanat ilişkisinin özellikle imparatorluk dönemlerinde hem Doğu hem de Batı dünyasında benzeri yapılanmaları görülür. Örneğin, sanat dünyasının yıldızları olarak addedilen Michelangelo, Raphael, Titian, Da Vinci, Holbein, Shakespeare, Mozart, Bach gibi sanatkârlar ya doğrudan krala bağlı olarak saray için çalışmış ya da devrin siyasetinde söz sahibi olan yönetici konumdaki ailelerin himâyesinde mesleklerini icra etmişlerdir. Ortaçağda kültür ve sanat faaliyetlerine destek vermenin kültürel ilişkilere olduğu kadar siyasi ilişkilere de yön veren bir arka planının olduğu, yöneticilerin bu gibi sanat faaliyetlerinin çoğu zaman siyasi bir rekabet enstrümanı olarak gördüklerini söylemek yanlış olmaz. Bakıldığında bütün Türk coğrafyasındaki sultanların sanatın özellikle şiir koluna destekleyici ve üretici olarak verdikleri değer, Türk şiirinin bu coğrafyada onlar elinde ulaştığı yetkinliği de göstermektedir. Davutoğlu’nun “ Estetikten soyutlanmış bir siyasetin anlamı yoktur.” sözleri de benzer bir yönetici tavrı ortaya koymaktadır.

Ülkemizde, Cumhuriyetin kuruluş yıllarından itibaren sanat, yalnızca estetik bir sorun olmamış, çağdaşlaşmayı sağlayacak devrimlerin gerçekleştirilip halka benimsetilmesi işlevini de yüklenmiştir. Devletin himayesi altına alınan sanat, kültür politikasının itici gücü olan “devletin bekası” için gerekli temellerden biri olarak kabul edilmiştir. Bir başka deyişle bu dönem, sanatın devlet tarafından desteklenmesinin tam anlamıyla kurumlaşmasına sahne olmuştur. Kültürel alanın bütününde dönüşümcü atılımlar gerçekleştirmiş; yurtdışından amaca uygun eğitimcilerin ülkemize gelmesi, sanat eğitim kurumları ve sahneler kurulması, yetenekli gençlerin yurtdışına eğitime gönderilmesi sağlamıştır. Çoksesli müzik, opera, bale ve tiyatronun ülkemizde gelişmesi, Cumhuriyet öncesinde başlamış olmakla birlikte bu dönemde bir devlet politikası haline gelmiş, bunun yanında geleneksel sanatlar zaman zaman yok farz edilmiştir.

Söze dayalı olan müzik, edebiyat hatta sinema ve komedi ağırlıklı tiyatro gibi sanatların popülerliği karşısında bir taraftan ilgi azlığı nedeniyle kaybolma tehlikesi taşıyan geleneksel kültür ürünleri diğer taraftan yine nispeten daha az ilgi gören resim, opera, bale, klasik müzik gibi sanatlar kültür politikalarının hassasiyetle üzerinde durduğu alanlar olarak öne çıkar. Nitekim 2002 yılının sonlarında başlayan Ak Parti hükümetlerinin kültür politikalarında buna uygun atılan adımlar neticesinde, yerel yönetimler, vakıflar, dernekler, yayınevleri tarafından yayımının gerçekleştirilebileceği düşünülen eserlerin belirli miktarlarda alımı yapılarak bu yayımların gerçekleştirilmesi desteklenmiş; bugün yayın dünyasındaki zengin manzaranın oluşmasına katkı sağlanmıştır. Kültür Bakanlığı devletin himayesinde olması gereken eserleri yayımlayarak görece yayım dezavantajına sahip çalışmalar gerçekleştirmiştir.

Dağınık profil

Bu gibi olumlu işler yanında ülkenin kültür birikimi dağınık bir profil çizmektedir. Mevcut tabloya bakıldığında konuya muhatap eserlerin bir kısmı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı, bir bölümü ile Vakıflar Genel Müdürlüğü, daha az fakat önemli bir parçası ile Milli Saraylar, yani TBMMM ve yerel yönetimler ilgilenir. Çok sahiplilik bazen sahipsizlik getirebilmektedir. Bunun en somut göstergesi restorasyonlarda ortaya çıkmaktadır. Teşekkürle ifade edelim ki bu iktidar döneminde bütün Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan bakım onarım çalışmalarının nicelik bakımından yüzlerce katı gerçekleştirilmiştir. Ama nitelik açısından aynı düzeyde olumlu şeyler söylenmesi mümkün değildir. Başbakanın sunumunda buna dair bilgiler yer almakla birlikte bu sorumluluk sadece Kültür ve Turizm Bakanlığına mı ait olacaktır. Dileğimiz bu amaçla bütün birimleri kuşatacak bir ortak yapının oluşmasıdır.

Sunumda dikkat çeken birkaç husus da daha önce mevzuat düzenlemesi yapılan fakat uygulanamayan konularla ilgili. Örneğin sponsorluk yasası, girişimcilik ve yatırımları teşvik yasası, kültüre katkının vergiden indirimi daha önce çıkarılan ama uygulanamayan örnekler (5225 Sayılı Kültür Yatırımları ve Girişimleri Teşvik Kanunu, 21/7/2004) . Bunların elbette güncellenmesi uygun olur. Ama geçmişte niye uygulanamadıklarını da sorgulamak lazım.

Bana göre Sayın Başbakan’ın sunumu bir yenilik içermekle birlikte bu mesele bir felsefi arka planla birlikte ele alınmayacaksa  palyatif tedbirler bütünü olarak kalacaktır. Sunumda Bakanlığın temel yasaları ile ilgili düzenlemelerden de söz edilmekle birlikte bunların içeriği ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. Cumhuriyet dönemi kültür politikalarını bir cümle ile özetlemek gerekirse Devlet hem destekleyen hem de icra eden konumdadır. Oysa çağdaş Dünya’da artık böyle bir model yoktur. Devlet kültür ve sanata bugün yaptığından daha da çok destek sağlamalıdır. Ama artık icracı rolünden de vazgeçmelidir.  Yeni yapılanma böyle bir esas üzerine oturursa bizce yeni tanımına uygun olacaktır.

Kültür politikaları, somut ve somut olmayan kültür unsurlarının, piyasa şartları ve genel sosyal şartlar nedeniyle üretimi, kayıt altına alınması, gelecek nesillere aktarılması, tanıtılması konularında sorumluluk taşır. Bu işlem, tarih boyunca bazen devletlerin, tümüyle kontrolü altında bazen da sivil yapılara ve kurumların sosyal sorumluluk alanlarına bırakılarak yapılmıştır. Bu çerçevede 64. Hükümetin kültür faaliyetlerini desteklemenin artacağına dair vurgusu önemlidir.

[email protected]