Kültürel aidiyet için ihsas-ı rey aygıtı olarak yerli otomobil

DR. M. TACEDDİN KUTAY
3.01.2020

Büyük dönüşümün neticesi değer yargılarındaki değişim kadar kültürel melezlik olarak da karşımıza çıkıyor. Patchwork karaktere sahip olmayı sindiremeyen kesim ise siyasal skalanın her ucuna yayılmış durumda. Arabaya karşı takınılan tutumların farklılığı işte bu çokluktan ileri geliyor. Zira araba araba olmayı aştı, kültürel aidiyetinin ne olduğu hususunda ihsas-ı rey etme aygıtına dönüştü.


Kültürel aidiyet için ihsas-ı rey aygıtı olarak yerli otomobil

Adının ne olduğu Allahça malum bizce meçhul arabamız, Türkiye’nin arabası, yapılan tören ile tanıtıldı. Ortalık bir süre herc-ü merce geldi, zira herkes ortaya çıkacak sonucu merakla beklemekteydi. Prototipi İtalya’dan gelen aracın duvağının kaldırılmasıyla birlikte, bildik tartışmalar alevlendi. Sosyal medya başta olmak üzere memleket panayır yerine döndü. Hadiseye milli bir dava olarak yaklaşanların gözleri doldu, göğsü kabardı; bir şekilde itiraz etmesi beklenenler ise beklentileri boşa çıkarmadı. Bir de, bir gün bir şeyi beğenip beğenmeyeceği merak konusu olan ve neyi hangi sebeple beğenmediği bir türlü anlaşılamayan Temel Karamollaoğlu vardı. Arabayı da beğenmedi. Panayır yeri çok renklilik ister, her renk vardı arabanın tanıtımı sonrası efkâr-ı umumiyemizde. Politik resim deyince aklına yalnızca siyasetçi portresi ve siyasi içerikli karikatür gelenlerimiz görücüye çıkan arabanın ne kadar önemli bir politik resim olduğunu ıskalayadursun, bizler arabaya karşı takınılan tavırları politik bir objeye karşı takınılan tavırlar olarak okumakla mükellefiz.

Modernitenin şekillendirdiği kalıpların birer birer çözüldüğü post-modernitenin karakteristiğini çözümlerken Perry Anderson, “patchwork” olmanın ve patchwork olana rağbetin altını çizmişti. Millet, devlet, cemaat gibi sınırları modern dönemde çizilmiş yapılar post-modern insan tarafından, modern insanın gördüğü kadar önemli görülmüyor. Hatta biraz daha bedahat katacak olursak, bunların bir kısmına düşmanlık etmek de günümüz insanının hobileri arasına girmiş durumda. Bu büyük dönüşümün neticesi değer yargılarında yaşanan değişme olduğu kadar büyük bir kültürel melezlik olarak karşımıza çıkıyor. Lokal olanın kaybettiği, kazananın küresel ekonomi olduğu bir süreç bu. Yerel olana atfedilen önemi anlayamayan, yahut anlamlandıramayan bir insan tipi ile karşı karşıyayız. Senkretik kabuller senkretik karakterleri intaç ediyor ve bu senkretizm dünya üzerindeki en şiddetli etkisini belki de Türkiye’de ortaya koyuyor. Zira Türk insanının bir şekilde mezcetmeye çalıştığı değerler arasındaki mesafe dünyanın geri kalanındakine nazaran çok ama çok fazla. Bir araya getirmeye çalıştığınızda farklı acaiplikler ile karşılaşıyorsunuz. Örneğin yeni bir milliyetçilik formu sunuluyor ve gençler tarafından da kısmen rağbet görüyor. Talepleri ve değer yargıları yerli olmaktan ziyade küresel bir milliyetçilik tipi bu. Milli motifler bu milliyetçilik formunda ancak bir aidiyet hissi oluşturacak kadar kullanılıyor ve reel olandan ziyade mitolojik söylemler üzerine bina ediliyor. Zira reel olan milli değerler ile küresel değerlerin senkretik bir şekilde de olsa bir araya gelmesi mümkün değildir. Mitos üzerine sanal milli değerler bina ederek küresel değerler ile mezcettiler ve gençlerimizin bir kısmı buna hevesle sarıldı. Bir ülkücünün asla olmayı kabul etmeyeceği şeyi bir başka milliyetçilik iddiasındaki genç kabul ediyor; zira kültürel melezlik bu asrın bir hassası olarak bunu mümkün kılıyor. Buna karşın bu patchwork karaktere sahip olmayı sindiremeyen bir kesim var ve bu kesim siyasal skalanın her ucuna yanılmış durumda. Kültürel melezliği reddederek tek bir aidiyete sahip olduğunu kabul ediyor bu tip de. Arabaya karşı takınılan tutumların farklılığı işte bu çokluktan ileri geliyor. Zira araba araba olmayı aştı, kültürel aidiyetinin ne olduğu hususunda ihsas-ı rey etme aygıtına dönüştü. Dört ana karaktere atıfta bulunalım:

Gururluyuz, arabamız var

Hamaset diye tahkir edenler çıkabilir, ancak bu tutumun arka planında yıllardır ikna edildiği sınırlandırılmışlık hissine karşı bir reaksiyon var. “Biz de yaparız, hatta en güzelinden yaparız, cümle alem de bizi kıskanır” hissi ile arabaya yaklaşan insanımızı tahfif etmek, tahkir etmek ne ile muhatap olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor. Kendisini yalnızca buraya ait hisseden adamın arabaya yaklaşımı bu. Bu tutum son derece doğal bir reaksiyon olmakla birlikte en büyük açmazını arabaya yönelik sağlıklı analiz yapma noktasında ortaya koyuyor. Ortaya çıkan şeyin iyi bir araba olup olmadığı, pazarda ne gibi bir karşılığı olacağı gibi sorular ile hiç ilgilenmiyor bu adam. Olsun ilgilenmesin, ama arabaya yönelik tutarlı tutarsız eleştiriler karşısında bir şey söyleme kabiliyetine sahip olmuyor. Buna mukabil bu adamın bir yere ait olmak gibi bir zenginliği var. Edward Said için söylenen “Doğu ile Batı’nın karışımı, hiçbir yere ait olmayan, yersiz yurtsuz adam” değil bu adam. Ve en önemlisi kendisinden daha yüce tuttuğu, aşkın değerleri var. Bu adamın arabaya yaklaşımı elbette bir arabaya yaklaşımdan çok başka bir şey ifade ediyor. Amasız, fakatsız bir sahiplenme bu. Tarihine, milletine, kendisinden sonra gelecek kuşaklara yönelik kaygılar var bu yaklaşımda. Bütün eksikliklerine rağmen bu tutum, ortaya koyduğu ideal ile saygı görmeyi hak ediyor.

Ne gereği vardı şimdi?

Sokaktaki adamın “İstemezükçü” dediği adamın tutumundan bahsediyoruz. Bu da amasız ve fakatsız bir tutum. Zira bu da kültürel melezliğin bir ürünü değil. Gelgelelim aidiyet ile ilgili kabulleri ilkinden çok farklı bu adamın. Kendisini ait hissettiği yer bu ülke değil. Felatun Bey’in varisi, iki yüz yıllık Batılılaşma sergüzeştimizin mahsulü bir adam bu. Ezcümle bir yerden bitme değil, aksine tarihsel bir arka planı var ve bir sürecin neticesi olarak var bu adam. Dolayısıyla olaylara ve eşyaya bakışını şekillendiren değer yargıları sabit bu adamın ve bu değer yargıları kesin sınırlar ortaya koyuyor. Batılılaşma idealine mü’min olan bu tip açısından her eşyanın doğal olarak karşılığı var ve araba katiyen bu ülkeye ait olabilecek şeyler arasında yer almıyor. Bu adamı da tahkir etmenin, bununla alay etmenin bir âlemi yok. Öyle bu adam, bu şekilde endoktrine edilmiş, bütün bunlara inandırılmış. Yerli araba gibi bir şey bir tarafıyla abesle iştigal bu kafa için, bir tarafıyla da kafasındaki dünyaya zıt, konforunu bozan bir şey. Bu bakımdan Batı’dan gelmeyen her türlü yenilik bu adam için çok itici. Bir merkez-çevre kavgasından bahsetmiyorum. Bu adam orta gelirli ve ekonomik olarak çevreye ait de olabilir. Dolayısıyla bir ayrıcalıklı sınıfa ait olmayabilir. Bu sebeple bir ayrıcalık müdafaası yaptığını öne sürmüyorum. Söylemek istediğim sadece yerli atılım hamlelerinin, bu adamın zihnindeki dünyayı tehdit ettiği ve konforuna zarar verdiği. Dolayısıyla ilk tutum sahibi yerli refleks sahibi adam ne kadar muhafazakarsa bu adam da o kadar muhafazakar bir noktadan olaya yaklaşıyor. İlki muhafazakarca bir tutum ile sahiplenirken, ikincisi muhafazakarca bir tutum ile reddediyor.

Millet aç aç

Hepimizin çok iyi bildiği bir tutum. Politik memnuniyetsizliğini her meseleye yansıtan adamın tutumu. Uzun uzadıya analiz etmenin alemi yok, zira hiçbir arka plana müstenid değil. Hiçbir tarafın kendisini ikna etmesini beklemiyor. Hayata yaklaşımı böyle bu adamın. Arabaya da böyle yaklaştı: “Millet aç, siz hala araba üretiyorsunuz”. Kendisine selamet dileyip geçelim.

Bana ne faydası var?

Senkretizmin mahsulü bir tutum bu. Post-modern bir tutum, dolayısıyla son derece çıkarcı. “Bana ne faydası olacak?” sorusunun cevabı etrafında şekilleniyor bütün yaklaşımlar. Küresel ekonominin mutlak hakimiyetine son derece mütemayil bir zihin bu, zira kendi konforunu temin ediyor bu temayül. Değer yargıları gayet değişken ve opak bir hayatı tercih etmiş bir figürden bahsediyoruz. Dolayısıyla kültürel melezliğinin karakteri de çıkarına olanların bir araya getirilmesi ile şekillenmiş. Siyasete yaklaşımı da bu şekilde bu adamın. Dolayısıyla arabaya da böyle yaklaştı. “Ne güzel yaptılar da kaç para? Ben alamayacak olduktan sonra…”. En fazla konuşmamız, anlamamız gereken tip bu tip, zira sayısı her geçen gün artıyor bu kültürel melezlerin. Kendilerini hiçbir yere ait hissetmeyen bir tipten bahsediyoruz. Ben merkezli olmak, çıkarcı olmak elbette yeni bir buluş değil; zaman-ı Adem’den beridir var. Ancak bundan öncekileri kuşatan genel geçer değer yargıları, mütekadiminin çıkarcılarını da kuşatmakta ve bir noktada bunlar ile eski çıkarcıları frenlemeyi mümkün kılmaktaydı. Şimdinin benmerkezciliği değer yargılarının giderek izafileştiği bir dönemin adamı olarak karşımıza çıkıyor. Batıcı olanın da, Batılı bir değer yargısına sahip olmakla birlikte bir hududu vardı. Bunun ise bir hududu yok. Hudut derken illa ki nihai nokta anlaşılmasın, bir başlangıç ve bitişe sahip olmakla mahdut olmayı kastediyorum. Kültürel melezlerimizin bir başlangıç noktası olmadığı gibi aşamayacakları kırmızı çizgileri de yok. Bundan dolayı arabaya atfettikleri bir değer yahut değersizlik de yok. Bütün mesele arabanın kendisine hangi konforu kaç liraya temin edeceği sorusu etrafında şekilleniyor. Dahası arabayı bir değer-değersizlik denklemine oturtan herkesle dalga geçiyor bu akıl.

Arabanın şansı, toplumun büyük bölümünün hala ilk sınıfa mensup insanlardan oluşması. Büyük bir toplumsal sahiplenme ile istikbal edildi bu sebeple. Hal böyle olunca sadece devlet desteği ile hayata geçirilecek her türlü projeden farklı olarak karşımıza çıkıyor. Piyasaya sürülmesine henüz iki sene varken bu aracı almak için kenara para koyan eşe dosta denk gelenlerimiz pek çoktur. Büyük bir sosyolojik dönüşümün tam orta noktasında, hala sahiplenenleri ekseriyette iken doğdu bu araba. Allah ömrünü uzun etsin.

@Taceddin_Kutay