Kültürel determinizm kültür üretir mi?

Dr. Mehmet Ödemiş / Eğitimci-Yazar
22.01.2021

Kültür, karmaşık ve hızla değişen bir niteliği haizdir ve en önemlisi onu üreten yine insandır. Bu anlamda insan başka unsurlar tarafından programlanan değil, kendi kendini programlama becerisinde olan belki de tek türdür. İçsel ve dışsal koşulların edilgenleştirdiği bir varlık, kültürün öznesi değil ancak konusu olabilir.


Kültürel determinizm kültür üretir mi?

Ahlak üzerine kafa yoran isimlerden biri olan Michael Anthony Slote, “Önemli Kriterler Teorisi” adlı bir yaklaşımdan bahseder. Bu teori, özgür irade ve determinizm arasındaki asırlık muammayı çözmeyi amaçlayan bir teklif içermektedir. Bu yaklaşımda bir seçim esnasında, başka türlü davranabilme kriteri ya da imkânı olarak nedensel belirsizliğinin önemi vurgulanır. Teori, özgür irade ve determinizm ilişkisi hakkındaki sorgulamanın gerçek bir sorun olduğu ön tezini kabul eder. Zira kimi indeterministler kuantum fiziğinin keşfiyle deterministik evren açıklamasının ilkel bir retoriğe dönüştüğünü savunur. Kuantum mekaniğinin indeterminist çözümlemelerine rağmen mesele, derinlik ve karmaşıklığını korumakta ve sahteliğin aksine “zor problem” olarak tartışılmaya devam etmektedir.

Determinizme göre evrende her şey önceden belirlenmiştir. Bu belirlemenin arkasında Tanrı, doğanın kendi sistematiği, psikolojik ya da sosyolojik unsurlar olabileceği gibi kalıtım ve beynin fizikoşimik yapısı da rol oynayabilmektedir. Teolojik, psikolojik, sosyolojik ve fiziksel determinizm türlerine yakın zamanda genetik ve nörobiyolojik belirlenimcilik çeşitleri de ilave edilmiştir. İnsan doğası ve evren hakkında elde edilen her yeni bilgi, keşfedilen her yeni epistemolojik pencere belirlenimci bir kavramsallaştırmaya dahil edilmeye çalışılmaktadır. Bilim dünyası, insanı özgür bir varlık olarak tanımlamamaya adeta azmetmişçesine determinist düşünceyi çeşitlendirmeye kararlı görünmektedir. Bu yazıda söz konusu etmek istediğimiz belirlenimcilik türü ise sosyolojik yani kültürel belirlenimciliktir.

‘Mem’e dayalı bilinç

R. Dawkins, kültürel belirlenimciliği temellendirmek için “MEM” şeklinde bir kavramsallaştırmada bulunur. Davranışların şekillenmesinde kalıtımsal rolü bulunan gen kelimesinden ilhamla geliştirilen bu sözcük, biyolojideki gen kavramının kültürel analoğu olarak kullanılır. Toplumsal hafızaya yerleşmiş tüm geleneksel davranış kalıplarını temsil etmek için kullanılan bu terim; edebiyattan sanata, günlük konuşmalardan entelektüel birikime, giyim kuşamdan müşterek duygulara, okul müfredatlarından folk kültüre kadar geniş bir kognitif hinterlanda sahiptir. Sözgelimi stadyumda organize olmadan spontane fakat kolektif bir şekilde atılan bir sloganın gerisinde meme dayalı ortak bilinç vardır. Memlerin transferinde taklit, taklidin nörobiyolojik temelinde ise ayna nöronlar bulunur. Benzer olaylara verilen davranışsal tepkilerin homojenliği, aynı kültürel etkiden beslenir. Açıktır ki kültür başta olmak üzere her türlü toplumsal etki, bireyin tikel davranışları ve benlik teşekkülünde ağırlık merkezlerinden birini teşkil etmekte ve kimliğin baskın unsuru haline gelmektedir.

“Çağımızın Özgürlük Sorunu”nda Erich Fromm, çocukluktan itibaren bireyleşmeye çalışan insan tekinin zihnine ideolojilerin nasıl kazındığı anlatır. Erken dönemde annenin ninnileriyle başlayan süreç babanın nasihatleriyle ve rol modelliğiyle devam eder. Eğitim basamaklarından şifahi kültüre, izlenen filmlerden dinlenen şarkılara, sosyal medya etkileşimlerinden sokak arkadaşlarına kadar benliği şekillendiren harici unsurlar her yerdedir. Bu “her yerdelik” zahirde bireyin tercihlerine göre şekilleniyormuş gibi görünse de süreç çoğunlukla bilinçaltı ya da bilinç dışı etkilerle kendine yer açar. Kişi, paradoksal bir biçimde bilgiyle cehaletin birlikte kesret kesbettiği bir çağda, mikro kültürden makro kültüre kadar yaşadığı gezegenin epistemolojik hummasından nasibini alır ve özgürlük anbean bir vehme evrilir. Bir dönem tükettiği kadar değer verilen bir ürün (product) olan insan, artık özgürlüğünden vazgeçtiği oranda meşrudur.

Bilişsel bir karanlık

Hakikatinde kültürel determinizm o kadar etkindir ki kişi, kendisine empoze edilen düşünce ve değer yargılarını sanki kendi icat etmiş ya da geliştirmiş gibi sahiplenir. O kadar çok efendiden süfle alır ki bu kaba kalabalık, bilişsel bir karanlığa yol açar. Bu zifiri arbedede insan ancak efendilik sanrısı yaşar. Ebeveyninin sevdiğini sever, arkadaşının nefret ettiğinden nefret eder. Önüne konulan besin değeri yüksek gıdalarla semizlenirken hakikat değeri düşük fikirlerle şekillendirdiği dünya görüşünü içselleştirir. Süreç o kadar tedricidir ki başkalarının kopyası olduğunu fark etmesini sağlayacak şoklar, yine kendisi tarafından ustaca absorbe edilebilir. Fromm’un ifade ettiği gibi şayet bu kültürel transfer düşman bir toplumda yaşanıyorsa “beyin yıkama”, “endoktrinasyon” ya da “propaganda” gibi adlar verilir. Fakat aynı olgu, kendi toplumunda ise adı eğitim ve öğretim olur. Her toplum, doğal olarak kendi kültürel ve tarihsel şuurunun devamını sağlamak için ulusal bilincine mutabık müfredatlar belirler. Bu millet bilincinin var kalımı için zorunludur. Fakat bu eğitim öğretim faaliyetleri dahi küresel mitolojik kültürden nesilleri korumaya yetmez. Yerel kültürel mensubiyetleri sosyal düzleşmeye tabi tutan çağcıl değerlerin toksik etkisinden korunmak imkân kabiliyetini kaybeder. Böylesi edilgen bir süreçte insan; bütün bu dışsal dayatmalardan, zerk edilen kültürel öğelerden sıyrılıp kendi doğrularını bulabiliyor ve ona göre davranış geliştirebiliyorsa ancak özgürlükten bahsedilebilir.

Nasıl ki genetik transfer döllenme aşamasında canlıdan canlıya geçerek kişiliğin inşasında rol oynuyorsa memler de doğumdan itibaren (hatta anne karnından başlamak suretiyle) beynin nörobiyolojik yapısında ve zihnin içeriklenmesinde belirleyici olarak öne çıkmaktadır. Genler biyolojik bir canlılığa sahipken memler sosyolojik hayatiyet denilebilecek bir formda varlıklarını korur. Bir genin tek bir davranış ya da davranışlara yol açan düşünce kalıpları üzerinde etkin olabilmesi için uygun epigenetik koşulların sağlanması gerektiği gibi; toplumsal transfer yoluyla insan zihnine yerleşen bir memin de sahneye çıkması için uygun sosyolojik koşulların varlığı gereklidir.

Genlerin etkinliği

Evrimsel tanımda insan, üremeye kodlanmış bir varlık olarak tarif edilir. Dawkins genlerin bir süre sonra biyolojik etkinliğini yitireceğini bu yüzden insanın gen aktarmayı değil, mem aktarmayı amaçlayan bir varlığa evrilmesi gerektiğini ileri sürer. Bunun için insanın yapması gereken asıl şey; anılmaya değer eser bırakmaktır. İlk işlenen günahın cinsellikle ilgili olduğu varsayımı kabul edilirse insan ölümsüzlüğe üreme yoluyla erişmeyi amaçlamıştır. Oysa asıl ölümsüzlük geride evlatlar bırakmak değil, evladiyelik eserler bırakmak olmalıdır. Haddizatında kimse bugün Aristoteles’in soyunu merak etmese de memleri, yani düşünceleri ve felsefesi dillerden düşmemektedir. Onu ölümsüz yapan genleri değil memleri olmuştur.

Ateist hatta anti-teist bir dünya görüşüne sahip olan Dawkins’in mezkûr düşünceleri, Allah Resulü’nün meşhur hadisinde altını çizdiği “sadaka-i câriye” kavramını anımsatmaktadır. Bu nebevi sözün vurgusuna göre insanlığa (sadece insana değil) yararlı bir eser (bilginin soyut ve somut halleri) bırakmak önemli olsa da insan yetiştirmek (salih bir evlat) bunların içerisinde en önemlisidir. Çünkü memleri ne şekilde kullanacağına (hayır ya da şer) ya da nasıl memler bırakacağına karar verecek olan yine insandır.

Hesaplanamaz bir varlık

Kültürel determinizmin her türlü baskınlığına rağmen insan, aklı ve iradesini kullanarak oluşturulan cendereyi aşma potansiyeline sahip tek varlıktır. İnsanoğlunun herhangi bir sorun, ikilem ya da seçimle karşılaştığında vereceği tepki öngörülebilir değildir. Bunun mutlak bir matematiği yoktur. İnsanın bilişsel kabiliyetleri onu hesaplanamaz bir varlık kategorisine dahil etmektedir. Başta saydığımız determinizm türlerinin her birinin etki gücü, özgürlüğün kırılganlığına delalet etse de insan, kabiliyetleri itibariyle bunların üstesinden gelebilecek ve kendi kaderini tayin edebilecek özelliktedir. Kültür, karmaşık ve hızla değişen bir niteliği haizdir ve en önemlisi onu üreten yine insandır. Bu anlamda insan başka unsurlar tarafından programlanan değil, kendi kendini programlama becerisinde olan belki de tek türdür. İçsel ve dışsal koşulların edilgenleştirdiği bir varlık, kültürün öznesi değil ancak konusu olabilir.

[email protected]