Kültürel ihya ve hakim kültür meselesi

Hüseyin Karaca / Yazar
12.12.2020

Kültürel koordinatlarımızı netleştirecek tartışma ve arayışlara yönelmeliyiz. Aksi takdirde, bu toprakları, toplumumuzu ve bizi anlatan yapımlar üretmek yerine bizi bize oryantalist bir bakışla yansıtan yapımları yorumlamaktan, eleştirmekten öteye geçemeyiz.


Kültürel ihya ve hakim kültür meselesi

Uzun zamandır, bazı olaylar, vesileler üzerine “kültürel iktidar” tartışmaları yapılıyor; siyasiler, akademisyenler ve kültürel kamuda konuyla ilgilenenler yazı ve konuşmalarıyla bu mesele hakkında fikirlerini beyan ediyorlar. Konu hakkında internette yapılacak bir tarama bile meselenin geniş tartışma alanına sahip olduğunu, üstelik devletin en tepesinin konuya müdahil olduğunu göstermeye yetecektir. Esasen “kültürel iktidar” tartışmaları bizzat Sayın Cumhurbaşkan’ının meseleyi gündeme getirmesiyle başlamıştı. “Siyasi olarak iktidar olmak başka bir şeydir, sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz, hamdolsun siyasi iktidarız. Ama hala sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var.” 2017 yılında yaptığı bir konuşmada söylediği bu sözler, aslında zaman zaman farklı mahfillerde söylenenlerin devletin en tepesinden ve en net biçimde dile getirilmesi anlamına geliyordu. Ve bu aynı zamanda bir işaretti. Belli ki Cumhurbaşkanı bu alanda somut ve kalıcı adımlar bekliyordu.

Tartışmanın seyri ve düzlemi

Konu, Cumhurbaşkanı düzeyinde ifade edilince kamuoyunda yoğun sayılabilecek bir tartışma zeminine kavuşsa da “kültürel iktidar” bağlamında yapılan tartışmaların, söylenen sözlerin büyük ölçüde durum tespiti çerçevesinde kaldığını ifade edebiliriz. Kültürel anlamda “iktidarın” nasıl ele geçirileceği ve daha da önemlisi nasıl bir kültürel çerçevenin “iktidara” taşınacağı üzerinde ise tatmin edici tartışma ve arayışların yeterince yer almadığını görüyoruz.

Yanlış iliklenen ilk düğme

Tartışmaların genel seyrine baktığımızda ilk olarak yanlış bir kavram üzerinden ilerlendiğini ifade edebiliriz. “Kültürel iktidar” kavramıyla; toplumun genel duygu, düşünce, eğilim ve hassasiyetlerine paralel bir kültür atmosferinin câri olmasının ifade edilmek istendiğini düşünürsek, “kültür” kavramının “iktidar” ile yan yana kullanılmasının aslında tam da murad edilen bu kültürel dönüşüme engel teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Çünkü “kültürel iktidar” kavramı, anlam alanı itibariyle “kültür”ü toplumda içkin olan, yerleşmiş ve yaşayan bir süreç olmaktan çıkarıp güç ilişkileri bağlamında değişen hatta değişmesi gereken konjonktürel bir iktidar nesnesi olarak kabul ettiğimizi gösterir. “Kültürel iktidar” kavramını benimsemekle bir anlamda zımnen şunu da kabul etmiş oluruz: Kültür de siyaset gibi güç dengelerine bağlıdır ve siyasal iktidarı ele geçiren kültürü de bir iktidar alanı olarak dönüştürür, dönüştürmelidir. Kavramı bu şekilde kullanıp meseleyi böyle ele aldığımızda ise yanlış iliklenen ilk düğme gibi sonraki adımlarımız da doğru olmayacaktır.

Popüler kültür kodları

Meseleyi bu kavram üzerinden tartışmanın yol açtığı en temel yanlışlardan biri, konunun tek boyutlu, sadece kültürel alanla mukayyet, müstakil bir sorun olarak ele alınmasıdır. Bu yaklaşım biçimi de kültürel alanda hemen, nicelik olarak görünürlüğü artırmaya yönelik çabalara girişilmesine; STK’ların, yerel yönetimlerin iyi niyetli olmakla birlikte kültürel bir derinlik oluşturmaktan uzak, etkinlik odaklı çalışmalara hız vermesi şeklinde bir yönelime sebep olmaktadır. Bu da siyasal iktidardan kaynaklanan ekonomik kazanımlarla meselenin çözülebileceği gibi bir algıyı işaret ediyor. İşte tam da bu noktada şikayet edilen popüler kültüre karşı yine popüler kültür kodlarıyla, kültür endüstrisi yöntem ve argümanlarıyla mücadele etme gibi bir yanlış ortaya çıkıyor.

Siyasal tarih, iktidarların kendi ideolojilerini kimi zaman baskı ve güç argümanlarıyla bazen de Gramsci’nin hegemonya kavramında bahsettiği, daha sofistike diyebileceğimiz rıza üretmeye dönük yöntemlerle toplumsal alanda yerleştirmeye çalışmalarının örnekleriyle dolu. Bunun doğruluğu, yanlışlığı, sonuçları üzerine yığınla kuramsal tartışma yürütülebilir ve yürütülüyor da. Konumuz bağlamında, AK Parti de her siyasal hareket gibi kendisini tanımladığı ideolojik zemin doğrultusunda bir yönelimin daha geniş bir sosyolojik tabana yayılması için tüm argümanları kullanacaktır. Bu çerçevede özellikle iktisadi alanda son derece isabetli bir biçimde başlattığı “yerli ve milli” seferberlik, bir kalkınma modeli olarak şimdiden neticelerini hissetmeye başladığımız önemli bir yönelime işaret etmektedir.

“Yerli ve milli” söyleminin fikri ve kültürel tezahürleri ise maalesef iktisadi alandaki bu irtifanın gerisinde kalmakta, yukarıda da ifade ettiğim gibi görünürlüğe ve popüler kültüre dayalı bir seyir izlemektedir. Örneğin; TV alanında bolca örneğini gördüğümüz tarihi diziler milli duyguların uyanması, özellikle genç nesillere hatırlatması açısından başlangıç düzeyinde bir misyon üstlenebilir. Ya da hat, ebru, tezhib gibi gelenekli sanatlarımızı yaygınlaştırmak, bu sanatların unutulmaması ve varlığını devam ettirmesi açısından değerlidir. Fakat bunlar kategori ya da derecelendirme itibariyle oluşturulmak istenen hakim kültürün ancak popüler damarını teşkil edebilir. Geleneği yeniden üretmek ve kültürel devamlılık bakımından bir fonksiyon taşımamaktadır.

Geleneği yeniden üretmek

Bir kültür, sadece popüler damar üzerinden carî kılınmaya çalışılırsa, tarihi dizileri aktörlerin kostümüyle ve elinde kılıçla seyreden bir kitle oluşturmanın, fuar ve festivallerde hat, ebru yapan çok sayıda insan yetiştirmenin ötesine geçilmesi muhaldir. Oysa beklenti ya da olması gereken, kültür ve sanatta geleneği yeniden üreten bir dil oluşturmaktır. Kanaatimizce, kültürel iktidar bağlamında devletin en üst makamlarının dile getirdiği beklenti ve temenniler, özü itibariyle ve derinlikli bir yaklaşımla karşılanamamakta; kültürel kamu tarafından biraz işin kolaycı yanıyla, popüler düzlemde iktifa edilmektedir. “Yerli ve milli”nin özellikle işlevsel olan, popüler kültüre tahvil edilmeye müsait “milli” kısmı bolca tüketilirken, fikri ve estetik planda kültürün asıl taşıyıcı unsuru olan ”yerli”lik istikametinde derinlikli bir zihinsel çaba ve üretim söz konusu olamamaktadır.

Haritasız denize açılınır mı?

Cemil Meriç “İdeolojiler siyaset dünyasının haritaları. Haritasız denize açılınır mı? Ama harita tehlikeli bir yolculukta tek kılavuz olamaz. Pusulaya da ihtiyaç var. Pusula: Şuur. Tarih şuuru, milliyet şuuru, kimilik şuuru.” diyor. (Bu Ülke, sayfa 173) Bugün geldiğimiz noktada siyasal iktidarın haritasında istikamet tayin edecek bir pusula ihtiyacı, acil ve öncelikli olarak kendisini dayatıyor. Pusulayı oluşturacak şuurun genel atmosferi, kodları da malum. Fakat kültürel alanın ihyası için bu genel atmosferin, kodların daha spesifik bir biçimde tayinine, koordinatların netleştirilmesine ihtiyaç var. Bu ihtiyaç da meseleyi sadece kültürel alanla mukayyet görüp bu alanda vaziyet almakla değil, kültürü özellikle eğitim ve medya-iletişim alanlarıyla birlikte ele alarak, toplumsal yapıyı göz önünde bulundurarak giderilebilir.

Eğitimde, acil ve öncelikli olarak akademinin köklü değişimine, yeniden yapılandırılmasına ihtiyaç vardır. Sosyal Bilimler ve özellikle eğitim fakülteleri müfredattan öğretim yöntemine kadar yeni baştan dizayn edilmelidir. Sadece Batı’nın kavramları üzerine bina edilmiş disiplinleri ezber ve aktarmaya dayalı bir öğretim, uzun vadede kendi toplumuna oryantalist bir gözle bakan akademisyenler üretmekten öteye geçemeyecektir. Bunun yerine düş ve düşünce bağını yeniden tesis edecek, ayakları bu topraklara basan yerli düşünce üretimine dayalı bir eğitim modeli gerekmektedir. Türkiye’nin teknoloji, fen ve mühendislik alanlarındaki başarısının sürdürülebilir hale gelmesi de bu yenilenmeye bağlıdır.

Hakikat karşısında gerçek

Medya ise tüm aygıtlarıyla günümüzde artık merkez-taşra ayrımını ortadan kaldıracak düzeyde, herkesi kuşatmış vaziyettedir. Tarihi kazananların yazması gibi “gerçek” olanı da medyayı kuşatanlar yazmaktadır. Üstelik bu “gerçeklik”, hakikat karşısında kurgulanan bir gerçekliktir. Uluslararası haber ağları, medya tröstleri ve özellikle sosyal medya platformları büyük toplum kitlelerinin yönlendirilmesinde, kanaatlerinin değiştirilmesinde rol oynadığı gibi; estetik algılarının, olayları görme ve yorumlama biçimlerinin hatta düşünme yöntemlerinin bile dönüşümüne yol açmaktadır. Haber dilinden haberin veriliş biçimine, görsel kullanımında kişilik hakları, mahremiyet gibi ahlaki ilkelere, platformlarda paylaşılan fotoğraf, müzik, video gibi materyallerin hangi estetik yönelimin ürünü olarak topluma, hedef kitleye nasıl bir mesaj taşıdığına kadar hesaba katılması gereken unsurlar sözkonusudur. Çünkü bizim inancımızın varlık tasavvuru, sanatımızı ve estetik bakışımızı da kuşatır; kuşatmak durumundadır. Hal böyleyken kültür meselesini eğitim ve medya alanlarıyla birlikte ele almak son derece hayatidir.

Estetik kodlar

Kültürü böyle geniş bir perspektifle ele alırken bir yandan da nasıl bir kültürel çerçeve tahayyül ettiğimiz, estetik kodlarımızın neler olduğu gibi hususlar üzerinde yoğunlaşmalı ve başta kültür-sanat alanının aktör ve kurumları olmak üzere üretimden önce düşünsel ve teorik planda kafa yormalı, kültürel koordinatlarımızı netleştirecek tartışma ve arayışlara yönelmeliyiz. Aksi takdirde, bu toprakları, toplumumuzu ve bizi anlatan yapımlar üretmek yerine bizi bize oryantalist bir bakışla yansıtan yapımları yorumlamaktan, eleştirmekten öteye geçemeyiz.

[email protected]