Modern dönemde biyogenetik özelliklerden ziyade kültürel, etnik ve dini özellikler temelinde yeni bir ırkçılık anlayışı gelişmiştir. İslamofobiyi ırkçılığın yeni bir versiyonu olarak tanımlamak, dikkatleri yoğunlaştırmak açısından faydalı gibi görünebilse de antisemitizm kadar etkili olmamış ve Müslümanlar için önemli bir pratik kazanım sağlamamıştır.
Prof. Dr. Ali Gür / Gaziantep Üniversitesi Öğretim Üyesi
Yunanca kökenli Zenofobi (Xenophia) kavramı, xenos(yabancı) ile phobos (korku) kelimelerinin birleşiminden oluşmaktadır. Zenofobi, "yabancılardan ya da diğer ülkelerden gelen insanlardan korkmak veya yoğun bir şekilde nefret etmek" anlamında kullanılmaktadır. Zenofobi kelimesi, 1901'de Anatole France'ın romanı olan Monsieur Bergeret à Paris'in yayımlanmasıyla Fransa'da konuşma dilinde ve 1906 yılında Fransız Nouveau Larousse illustre 'de yer almıştır. Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un 1894 yılında casusluk suçlamasıyla Fransa'da yargılandığı meşhur "Dreyfus Davası" ve devamında gelişen olaylar bu kavram üzerine dikkatlerin yoğunlaşmasına yol açmıştır.
Son zamanlarda Avrupa toplumları başta olmak üzere Batı'da, artış gösteren terör eylemleri, olumsuz sosyoekonomik gelişmeler ve gittikçe artan Müslüman göçü gibi sebeplerle Müslümanlara karşı negatif söylem ve davranışlarda artış görülmektedir. İslamofobi kavramının yeni bir sosyopolitik gerçekliği mi yoksa var olan bir olguyu mu ifade etmek için kullanıldığı tartışması sürmektedir. Bu tartışmalar arasında Stolz İslamofobinin zenofobiden farklı olmadığını, zenofobik bireylerin aynı zamanda İslamofobik de olduğunu, göç olgusundan önemli oranda etkilenen zenofobi ile kıyaslayınca büyük bir göçmen kitlesini oluşturan Müslümanların da İslamofobi ile ayrımcılığa tabi tutularak ötekileştirilip düşmanlaştırıldığını belirtmiştir.
Zenofobi ile İslamofobi arasında net bir ayrım yapılamasa da İslamofobi, zenofobiye göre nispeten daha yeni bir kavramdır ve 11 Eylül Olayları sonrasında yaygın kullanılmaya başlamıştır. Genel olarak her ikisinin de yabancılara yönelik olumsuz düşünce, tutum ve söylemlere işaret ettiği belirtilse de zenofobiye göre İslamofobi daha özel bir topluluğu hedef almaktadır. Ancak anlamlarının örtüşüyor olması İslamofobi ile zenofobinin aynı anlama gelecek şekilde kullanımlarına yol açmaktadır.
Her ne kadar İslamofobi, özellikle modern dönemde ırkçı yaklaşımlardan oldukça fazla beslense de İslamofobiyi sadece ırkçılık veya yeni ırkçılık (kültürel ırkçılık) gibi kavramlara hasrederek açıklamaya çalışmak doğru bir yaklaşım değildir. Zira İslamofobi salt ırkçılığın bir dışa vurumu olarak değil aynı zamanda İslam'ın bizzat kendisine yönelik oluşturulan fobiyi de ihtiva etmektedir. Dolayısıyla felsefi olarak sebeplerinin ortaya konulmasının yanı sıra pragmatik olarak çözüm üreten tespitlere de yoğunlaşılması önem arz etmektedir. İslamofobiyi ırkçılığın yeni bir versiyonu olarak tanımlamak dikkatleri yoğunlaştırmak açısından faydalı gibi görünebilse de antisemitizm kadar etkili olmamış ve Müslümanlar için önemli bir pratik kazanım sağlamamıştır.
'Doğal' bir cevap değil
Zenofobi, yabancıların varlığına karşı yerli halkın verdiği "doğal" bir cevap değildir. Irkçılık ve milliyetçilik gibi göçmen grupların sosyokültürel ortamlarda marjinalleşmesine, dışlanmasına ve düşmanlaştırılmasına katkıda bulunan sosyopolitik bir olgu olduğu unutulmamalıdır. Özellikle Suriye iç savaşı sonrası zorunlu gerekçelerle ülkemize gelen Suriyelilere yönelik son zamanlarda sözde milliyetçi reflekslerle gösterilen reaksiyonlar da bu bağlamda değerlendirilebilir.
Modern dönemde biyogenetik özelliklerden ziyade kültürel, etnik ve dini özellikler temelinde yeni bir ırkçılık anlayışı gelişmiştir. Bu bağlamda kişi veya grubun etnik ve kalıtsal özelliklerinden ziyade dini ve sosyokültürel aidiyeti ve bununla ilişkili değer yargıları, inanç uygulamaları belirleyici olmakta ve bu minvalde söz konusu birey veya gruplara yönelik marjinalleştirici ve ayrıştırıcı tutumlar görülebilmektedir. "Modern ırkçılık" veya "kültürel ırkçılık" olarak da tanımlanan bu yeni ırkçılık türünün, çoğunlukla göçmenlere, azınlık halindeki yabancılara ve özellikle Müslümanlara yönelik oluştuğu görülmektedir.
Korkuyla maskelenmiş nefret
Korkuyla maskelenmiş nefret ve genel zenefobik tutum görünümünde İslamofobik davranışlar olarak açığa çıkmaktadır. Bu perspektiften değerlendirildiğinde ırkçılık, "bir özelliği sebebiyle öteki olarak görülen bir grubun üyelerine yönelik ayırımcı saiklerle ortaya konan tutumlar" şeklinde tarif edilen ayırımcılığın aşırılığa kaçan bir alt kategorisi olarak kabul edilebilir. Ancak geleneksel anlamda ırkçılığın daha ziyade tensel renkle ilişkili bir ayrımcılık tanımlaması olduğu, İslamofobi açısından Müslüman karşıtı ırkçılığın uygun bir karşılık olamayacağı yönünde görüşler de bulunmaktadır.
Kültürel ırkçılıkta farklılık oluşturan unsurlara yönelik tepkiler çoğunlukla gizli ve üstü kapalı uygulanmakta, söz konusu farklılıkların Avrupalı yaşam tarzına yönelik bir tehdit algısı oluşturduğu ileri sürülmektedir. Kültürel ırkçılık kavramını tercih eden İbrahim Kalın, merkezi değer sistemleri çevresinde bir araya gelen ve farklılığa yer vermeyen dinsel, etnik, sosyokültürel grupların entegrist zihniyetlerinden kaynaklandığını ve bunun özellikle üretilip sürdürüldüğünü belirtmektedir.
Göçmenlerin Müslüman olması meselesi
Özellikle Avrupa'da İslamofobinin ırkçılıkla ilişkilendirilmesinin, toplumsal olarak, etnik olarak göçmenlerin büyük bir kısmının aynı zamanda Müslüman olmalarından ve din ile etnisite gibi unsurların iç içe geçmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Örneğin İngiltere'de Müslümanların tensel özellikleri nedeniyle ırkçılık ve farklı sosyokültürel değerlere sahip olmaları nedeniyle de göçmen düşmanlığıyla karşılaştıkları, Fransa'da ise daha ziyade Cezayirlilere ve Araplara karşı ırkçı söylemin İslamofobi ile benzeştiği görülmektedir. Bu örnekler göz önüne alındığında din, ırk ve etnisite arasındaki ayrımın oldukça belirsizleştiği, İslamofobik reaksiyonların çok boyutlu bir bileşenden oluştuğu ve değerlendirmelerin de buna göre yapılması gerektiği görülmektedir.
Kültürel ırkçılığın İslamofobi için tanımlayıcı bir kavram olabileceği ileri sürülmekle beraber İslam bir ırk olmadığı ve bir ırk meselesi olarak gündeme gelmediği için yeterli bir tanımlama olmadığı düşünülmektedir. Diğer yandan İslamofobinin, ırk ve etnisiteden bağımsız olarak sadece İslam ve Müslümanlara yönelik sergilenmesi ve uluslararası alanda siyasallaşmış bir gündem konusu olması, ırkçılık ve benzeri dışlayıcı olgulardan ayrı tutularak değerlendirilmesini gerektirmektedir.
Önyargılar ve ötekileştirici etiketlemeler ırkçılığın oluşumunda önemli rol üstlenmektedir. ABD'de beyazlar ve siyahlar üzerinde yapılan bir kısım araştırmalarda siyahların şiddet yanlısı olduğuna dair otonom refleks ve önyargının ortaya çıktığı görülmüştür. Özellikle 11 Eylül sonrasında ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinde Müslümanlar söz konusu olunca genellikle tehlike algılanmasına ve şiddetin akla gelmesine yönelik söylem ve davranışlar, "her Müslüman terörist değildir ama her terörist Müslümandır" gibi önyargılı yaklaşımlar buna örnektir.
Müslümanlara yönelik kültür-din temelli ırkçı tutumda genel olarak sosyokültürel değerler, giyim-kuşam ve yaşam tarzı, kamusal alanda İslami kimlik görünürlüğü, camiler/minareler başta olmak üzere İslam simgelerine yönelik tutumlar ve bunlara geliştirilen reaksiyonlar ön plana çıkmaktadır. Bu ayrımcılıkta ırk ve etnisite de rol oynamakla beraber özellikle Fransa, İspanya, Belçika, İtalya ve Hollanda gibi ülkelerde Arap; Almanya, Avusturya, Hollanda, Belçika ve İsviçre gibi ülkelerde Türk; Türkiye'de Suriyeli ve Afgan;İngiltere'de Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afrika kökenli Müslümanlar söz konusu olduğunda dini aidiyet ve sosyokültürel özellikler bilhassa öne çıkarılmaktadır. Bu açıdan değerlendirilirse İslamofobide, Müslümanlar farklı bir etnik ve dini grup olarak etiketlendiğinden yeni bir ırkçılık türü olarak görülebilir. Bu yaklaşıma göre Müslümanlar söz konusu olduğunda etnisiteden inanca doğru yönelim gösteren bir kültürel ırkçılık oluştuğu söylenebilir. Bu durum Batı nezdinde Müslümanların aslında Batı'ya göre ikinci sınıf bir ırk temsilcileri olarak algılanmaları ile ilişkilidir. Ancak tüm bu ötekileştirmeler ve ayrımcılıklar kamusal alanda Müslümanların kimliklerini sergileme tutumlarında bir geri çekilme sonucu doğuracağı beklense de aksine bazı Müslümanların daha radikalleşmesine, toplumsal görünürlüklerinin artmasına ve radikal örgütlere katılmasına ortam hazırlarken bazılarının da dini aidiyetlerini gizleyerek seküler tutumlar ortaya koymalarına yol açabilmektedir.