Kuraklık çanları Akdeniz için çalıyor

Dr. Hülya Bulut/ Yazar
22.05.2024

NASA verilerine göre, özellikle sıcak hava dalgaları ve yıllık su seviyelerindeki azalışlar nedeniyle, 2030 yılı ve sonrasında Türkiye'nin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası için kuraklık çanları çoktan çalmaya başladı bile. Dünya geneline göz atıldığında ise öngörülere göre, Çin 2040'tan 2099'a kadar tarım ve hayvancılık verimliliğinde ciddi azalmalar yaşayacak ve bu durum Orta Asya'nın nüfus sağlığını negatif yönde etkileyecek.


Kuraklık çanları Akdeniz için çalıyor

Dr. Hülya Bulut/ Yazar

Her ne kadar dünya genelinde adil paylaşım yönü sorgulansa da, özellikle sanayileşme ile başlayan ve onu takip eden teknolojik yeniliklerin beraberinde getirdiği büyüme ve kalkınma, hiç kuşkusuz ki toplumların refah seviyelerini derinden etkiledi. Bu durum, bir boyutuyla üretim ve tüketim hacimleri bağlamında arz ve talepte artış meydana getirirken, bir başka boyutuyla da kullanılan enerji birimlerini ve ekolojik sisteme zararı dokunan emisyon hacimlerini arttırdı. Neticede, içinde yaşadığımız ve tüm insanlığa ait olan gezegenimizi majör seviyede etkileyen olumsuz durumlardan biri olan iklim değişikliği (ki artık çoğu zaman terminolojide iklim krizi olarak da anılmakta) riskine maruz kalmadığımız neredeyse tek bir günümüz bile yok!

Dünya Meteoroloji Örgütü'nün (The World Meteorological Organization) 2023 İklim Görünümü Raporu (State of the Global Climate 2023) bu bakımdan oldukça önemli belli başlı hususlara dikkat çekiyor: (I) 2023 yılı açık ara farkla tarihteki en sıcak yıl idi, maalesef bu tarz olağandışı sıcaklık artışları devam edecek, (II) Okyanus sularındaki hızlı ısınma, buzullardaki hızlı erime, deniz seviyelerindeki hızlı artış trendi sürecek, (III) Dünyanın afetlere en yatkın kıtası olarak Asya öne çıkarken, sosyo-ekonomik kalkınmaya ket vuran ve doğal afetler kapsamında değerlendirilen ekstrem hava olayları dünya genelinde sürekli ve olağan hale gelecek, (IV) İklim değişikliği ile mücadelede hiçbir eylemde bulunmamanın maliyeti, eyleme geçmenin maliyetinden kat be kat daha yüksek olacak.

Çeşitli tesirler

Gelelim, iklim değişikliğinin dünya genelindeki bazı ilginç ve beklenmedik tesirlerine...

Mesela, etkilerine göre politika, ekonomi ve finans, sosyoloji gibi farklı alanlarda ele aldığı iklim değişikliğini, 'politika' kategorisinde incelerken The Economist şunları yazmış: 'İklim değişikliği, tarihi kanıtların bir anda ortaya çıkmasına ve bir anda ortadan kaybolmasına neden oluyor! Çevre ve iklim konusundaki araştırmaları ile bilinen James Hutton Enstitüsü'nün (The James Hutton Institute) yaptığı bir araştırmaya göre, İskoçya için yapılan uzun vadeli bir iklim projeksiyon çalışmasının sonuçları maalesef 2050 yılı için tahmin edilenden daha fazla yağışın şimdiden gerçekleşmeye başladığını gösteriyor. Hatta, İskoçya'nın kuzey kıyısındaki Orkney Adaları'ndan biri olan ve her yaz arkeolojik kalıntıları incelemek isteyen arkeologlara ev sahipliği yapan Rousay Adası'nda yükselen deniz seviyeleri ve daha sık görülmeye başlayan fırtınalar, arkeolojik alanın bulunduğu yerdeki tortuları alıp götürüyor.'

The Economist, iklim değişikliğini 'ekonomi ve finans' bakımından ele alırken de şunları belirtmiş:

'Kuzey İtalya'da yaşayanlar, 2023 yaz döneminde bölgelerini etkisi altına alan fırtınaya benzer bir şeyi daha önce hiç yaşamamıştı. Milano'ya, Parma'ya, Torino'ya ve Venedik'e 19 santimetre büyüklüğünde dolular yağdı. Camlar kırıldı, güneş panelleri parçalandı, kiremitler çatladı ve arabalar zarar gördü. Dünyada, özellikle Temmuz-Eylül aylarını kapsayan ve en büyük maddi kayıplı doğal afetlerden biri olan bu olayın sigorta sektörüne maliyeti ise 4,8 milyar dolar olarak gerçekleşti. Ayrıca, iklim değişikliği, çoktandır gayrimenkul sektöründeki satış ve kiralama fiyatlarını belirleyen önemli bir parametre olarak dikkate alınıyor bile!'.

Elbette ki iklim değişikliği sadece afet seviyesindeki yağışlardan ibaret değil: Kuraklık, kuraklığın neden olduğu açlık, açlığın neden olduğu göçler, bu göçlerin sosyal dokuda ve ekonomik yapıda meydana getirdiği köklü değişiklikler.... tüm bu hareketliliklerin yol açacağı olası çatışma ve savaş gibi istenmeyen durumlar...Dolayısıyla, iklim değişikliğinin politik sistemleri ve karar alma mekanizmalarını kapsayan iç içe geçmiş bu zincirleme etkilerini göz ardı etmek asla mümkün değil.

Kuraklık ve açlık sorunu

Birleşmiş Milletler'in iklim değişikliğiyle ilgili organı olan ve gıda güvenliğine yönelik çalışmalar da yapan Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli'ne göre, (Intergovernmental Panel on Climate Change, IPCC), dünya çapında tüketilen kalori miktarının yüzde 80'den fazlası, 10 adet mahsulden oluşuyor. Pirinç, mısır, buğday gibi bu grupta yer alan mahsullerin verimliliğinde ise, havadaki her 1 santigrat derecelik sıcaklık artışına karşın yüzde 25'e varan düşüşler tahmin ediliyor. Dolayısıyla iklim değişikliğinin kuraklık boyutu oldukça hazin bir tablo ile karşımızda durmakta.

Dünya Sağlık Örgütü'nün 'Dünyada Gıda Güvenliği ve Beslenmenin Durumu, 2023' (the Report of The World Health Organization: The State of the Food Security and Nutrition in the World 2023) raporuna göre, yetersiz beslenme ve açlığa ilişkin sonuçlar son derece iç karartıcı görünüyor:

Yetersiz beslenme bakımından; 2022 yılında, göreceli olarak daha fazla kadın ve kırsal kesimde yaşayanlardan oluşan 2,4 milyar insan, bütün bir yıl boyunca besleyici, güvenli ve yeterli gıdaya erişme şansına sahip olamadı. Covid-19 salgınının, insanların harcanabilir geliri üzerindeki azalan, ancak halen devam eden negatif etkisi, enflasyondaki artışla birleşince sağlıklı beslenmenin maliyetini daha da arttı ve milyarlarca insanı uygun fiyatlı sağlıklı beslenmeye erişimden mahrum bıraktı. Beş yaşın altındaki 148 milyon çocuk bodurlukla, 45 milyon çocuk zayıflıkla ve 37 milyon çocuk obezite ile mücadele ediyor.

2023 yılı itibarıyla açlıkla mücadele eden insan sayısı yaklaşık olarak 783 milyon kişi olarak gerçekleşti. Bu rakam, COVID-19 salgını öncesine, yani 2019'a kıyasla 122 milyon kişi artmış durumda. Açlıktan muzdarip insan sayısı, pandemi sonrasında biraz toparlanmasına rağmen Ukrayna'daki savaş, artan gıda ve enerji fiyatları bu mütevazı iyileşmeyi baltalıyor. Afrika, Batı Asya ve Karayipler hala açlık riski en yüksek olan yerler. 2030 yılına kadar sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden biri olan 'Açlığa Son' amacına ulaşmak maalesef pek de gerçekçi görünmüyor. Nitekim, salgınların ve savaşların yaşanmadığı bir senaryoda bile 2030 yılında yaklaşık 600 milyon insanın hâlâ açlıkla karşı karşıya kalma riski söz konusu.

İsraf

Birleşmiş Milletler Tarım ve Gıda Örgütü (Food and Agriculture Organization) verilerine göre de 2 milyar yetişkin insan aşırı kilolu veya obezlik ile mücadele ediyor. Düşünsenize, her yıl dünyada üretilen gıdanın üçte biri aktif bir şekilde kullanılabilecek durumda olmasına rağmen, israf edilmekte.

Görünen o ki, dünyadaki kaynaklar nitelikleri ve nicelikleri itibarıyla aslında hiç aç insan bırakmayacak düzeyde. Tam da bu cümleyi yazarken, Hz. Ali'nin 'Allah rızka kefildir, ama imana kefil değildir. Bu yüzden imanınızı dert edin, rızkınızı değil' sözü aklıma gelince, bu noktada israfın, her şeyden önce yetersiz beslenen ve aç kalan insanların beslenme hakkını elinden alarak, onların kul hakkının, dolaysıyla da insan hakkının ihlal edildiği anlamına geldiğini düşünüyorum.

İsraf ayrıca, doğal kaynakların kullanımını, sulamayı, tarımsal arazi tahsislerini, biyolojik çeşitliliği, negatif dışsallıkları yüksek emisyonları ve benzerlerini beraberinde getirdiğinden sadece başkalarının beslenme haklarını olumsuz yönde etkilemekle kalmıyor. Bu durum, her türlü gıdaya erişebilen, dilediği gibi yiyip içebilen kişilerin bu döngüdeki menfaatlerini de olumsuz yönde etkiliyor. Kaldı ki, olumsuzluk sadece bununla da sınırlı kalmıyor. Üretim, taşıma, işleme, paketleme, depolama, perakende satış, tüketim, kayıp ve atık gibi süreçleri içeren ve dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu besleyen mevcut gıda sistemi 1 milyardan fazla insanın geçimini desteklerken bu bakımdan da ekonomik döngü zorlaşıyor.

Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar'a göre, 'israf edilen gıda bir ülke olsa küresel sera gazı emisyonlarının yüzde 8-10'undan sorumlu olurdu. Bu haliyle, Çin ve ABD'den sonra en çok salım yapan üçüncü büyük ülke olurdu. Her yıl israf edilen gıdayı üretmek için ihtiyaç duyulan tarım alanının büyüklüğü ise 9,6 kilometrekare. Bu değer Çin'in yüzölçümüne eşdeğer. Aynı şekilde, yıllık israf edilen gıdayı üretmek için ihtiyaç duyulan su miktarı da 250 kilometreküp. Bu değer, ülkemizin 4,5 yıllık su ihtiyacına denk geliyor.'

Gelecekteki zorluklar

Yapılan ekonometrik çalışmaların sonuçlarına, genel çerçeveden bakılacak olursa, gelecekte dünyayı bekleyen pek çok sorunun olduğu görülüyor. NASA verilerine göre, özellikle sıcak hava dalgaları ve yıllık su seviyelerindeki azalışlar nedeniyle, 2030 yılı ve sonrasında Türkiye'nin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası için kuraklık çanları çoktan çalmaya başladı bile.

Dünya geneline göz atıldığında ise öngörülere göre, Çin 2040'tan 2099'a kadar tarım ve hayvancılık verimliliğinde ciddi azalmalar yaşayacak ve bu durum Orta Asya'nın nüfus sağlığını negatif yönde etkileyecek. 2050 yılına kadar Afrika ve Güney Asya'da da benzer senaryoların yaşanması beklentiler arasında.

Dünya Bankası, karbon gübreleme etkisi olmadan, iklim değişikliğinin darı, bezelye, şeker pancarı, tatlı patates, buğday, pirinç, mısır, soya fasulyesi, yer fıstığı, ayçiçeği ve diğer 11 temel küresel ürünün ortalama verimini azaltacağını tahmin ediyor. Dolayısıyla, ortaya çıkan iklim değişikliğinin tarımsal ve hayvansal verimlilik üzerindeki olumsuz etkilerinin gıda fiyatlarını yükseltmeye devam edeceğine de kesin gözüyle bakılıyor. Kaldı ki, yapılan projeksiyonlar tarım ürünlerine yönelik arz ve talep arasındaki dengesizliğin, 2050 yılına kadar pirinç fiyatlarını yüzde 31, tahıl fiyatlarını yüzde 32, mısır fiyatlarını ise yüzde 100 oranlarında arttıracağına işaret etmekte.

Tüm bunların, 2070 yılına kadar dünya gıda üretimi için risk oluşturacağı gayet aşikar. Peki ya, gıda güvenliğinden kaynaklanabilecek olası bir dünya savaşında ülkeler ne yapar, bloklar ve ittifaklar nasıl oluşturulur dersiniz? Sizce, 2070'e gelindiğinde daha adil bir dünya mümkün olur da, 'dünya beşten büyüktür' söylemi hala geçerliliğini korur mu, ne dersiniz?

[email protected]