Küresel bir sorun olarak Siyonizm

Doç. Dr. Akif Çarkçı/Düzce Üniversitesi Akçakoca Bey Siyasal Bilgiler Fakültesi
6.11.2023

Bölgede sorunun esas kaynağı İsrail'dir. İsrail'i açıktan destekleyen ABD ve İngiltere de bu sorunu kaşımaktadır ve yarın sorunun, ucu bizim topraklarımıza da uzanacak bir bölgesel işgale dönüşme potansiyeli yüksektir. Öyleyse İsrail ve Siyonizm araştırmaları konusunda cesur olunması, sorunun adının artık Filistin sorunu olarak değil, İsrail sorunu olarak kavramsallaştırılarak literatüre yeni eserlerin kazandırılması elzemdir.


Küresel bir sorun olarak Siyonizm

Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler literatüründe Ortadoğu çalışmaları önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle uluslararası ilişkiler literatüründe Ortadoğu'ya ilişkin meseleler sadece "bölge çalışmaları" başlığı altında incelenmez, mesele "küresel siyaset" ölçeğinde de ele alınır. Zira Ortadoğu, dünya siyasetinde belirleyici bir alandır ve her şeyden önemlisi dünya siyasetinin hem kilit noktası hem de büyük güçlerin mücadele alanıdır.

Tarihsel perspektife de bakıldığında Ortadoğu kara ve deniz yollarının kesişim noktasında bulunan önemli bir jeopolitik merkezdir. Dünyanın ilk sayılı medeniyetlerinin burada kurulması, kitaplı dinlerin bu bölgede zuhur etmesi Ortadoğu'yu inanç bakımından da önemli bir merkez haline getirmiştir.

Sömürgecilik döneminde Fransa ve İngiltere gibi emperyalist devletlerin iştahını kabartan Ortadoğu bölgesi son yüz elli yılda büyük değişimler geçirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu dağılmaya yüz tuttuktan sonra özellikle bölgenin kilit ülkelerinden birisi olan Mısır ve çevresi ile kadim Filistin topraklarının yabancı devletlerin hükümranlığının başlamasıyla birlikte bölgede huzur ve barışı temin etmek oldukça güçleşmiş, bilhassa İngiltere'nin bölgedeki etkinlikleri neticesinde Ortadoğu modern dönemde paramparça bir coğrafya olarak karşımıza çıkmıştır.

Benzeri görülmemiş hukuksuzluk

İngilizlerin bölgede açtıkları en büyük yara Balfour deklarasyonu ile Siyonist Yahudilere Filistin'de bir devlet kurmanın yolunu açan meş'um girişimdir. Balfour deklarasyonu ile bölgeyle uzaktan yakından ilgisi olmayan ve bölgede toprakları dahi bulunmayan bir devlet, başka bir halkın topraklarını bambaşka bir halka adeta hediye ederek dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir hukuksuzluğa imza atmıştır.

Halihazırda kendi toprakları üzerinde yaşayan Filistin halkı 1948 yılında kurulan İsrail Devleti tarafından sistematik bir şekilde mülksüzleştirilmiş, bununla da yetinilmeyerek Siyonist çeteler (irgun, haganah gibi) tarafından terör, baskı ve şiddete maruz bırakılmıştır. Ellerinden evleri ve yurtları alınan, toprakları işgal edilen Filistinliler, yavaş yavaş İşgalci İsrail ve bu işgalci güce destek veren güçler tarafından sorun olarak tanımlanmaya başlanmıştır.

Bölgeyle ilgili literatüre bakıldığında Filistin'in ve Filistinlilerin sorunun kaynağı imiş gibi gösterilmesi tam bir aymazlıktır, gerçeği çarpıtmak ve manipüle etmektir. Bölgeye batılı güçler eliyle bir çıban başı olarak yerleştirilen İsrail bu süreçte kendisini sorun olmaktan çıkarmış, mesele literatüre Filistin Sorunu olarak geçmiştir. Evet Filistinlilerin sorunları vardır ama Filistinliler bölgede sorunun kaynağı değildirler. Filistinlilerin en büyük sorunu işgalci ve bağnaz bir devlet tarafından daimi soykırıma tabi tutulmamaları, yaşadıkları bölgelerde can, ve mal güvenliklerinin olmamasıdır.

Filistin meselesine ilişkin olarak yazılan kitap ve makalelerde meselenin Filistin Sorunu olarak tanımlanması tam bir hakikati çarpıtma girişimidir. Türkiye'de çıkan yayınlarda bile bu durum maalesef böyledir. Özellikle akademik çevrelerde sorunun Filistin Sorunu olarak tanımlanması ve kavramsallaştırılması bölgede asıl sorunun işgalci İsrail olduğu gerçeğini değiştirmese de İsrail'in sinsi politik ve askeri manevraları bu yanlış bakış açısıyla arka plana atılarak mesele hakkında bir nevi karartma uygulanmaktadır. İsrail'in sadece İsrail'den ibaret olmadığını, özellikle Amerikan desteğinin bu haydut devletin arkasından eksik olmadığını hatta İngilizlerin İsrail'i açıktan desteklediklerini düşünürsek bölgedeki sorunu ısrarla Filistin sorunu olarak tanımlayanların İsrail ve arkasında duran güçlere şirin görünme gayreti içerisinde olduklarını rahatça ifade edebiliriz. Zira bunun tersine hareket eden akademik çevrenin ve entelektüellerin başta İsrail lobisi olmak üzere ABD, İngiltere, Almanya, Fransa gibi güçlü akademik bağları olan ülkelerin oluşturduğu network içerisinde tutunmaları zordur. Mesela Roger Garaudy, İsrail, Mitler ve Terör, Siyonizm gibi kitaplarını Fransa'da yayınlatmaya kalktığında ciddi bir cezalandırma ile karşı karşıya kalmış, uzunca bir zaman Fransız TV'leri kendisine ekranları kapatmış, dergi ve gazetelerde makalelerinin yayınlanmasına müsaade edilmemiştir.

İsrail lobisi

Türkiye'de de İsrail lobisi zannedildiğinden daha güçlüdür ve bu lobi kültür sanat çevreleri başta olmak üzere, medya, yayıncılık, akademi gibi alanlarda etkilidir. Akademik özgürlük noktasında Türk yazarlar herhangi bir ciddi baskıyla karşı karşıya kalmasalar bile yazıp çizdikleri fikirleri daha geniş kitlelere duyurmaya kalktıklarında belli kesimler tarafından takibe alınmışlar, psikolojik baskı görmüşler, yaygın medya kanallarında konuşmaları istenmemiştir. Ucu İsrail'in menfaatlerine dokunan konular aynı zamanda ABD'nin menfaatleriyle özdeş tutularak bu mayınlı tarlaya birilerinin girmesi örtülü operasyonlarla engellenmiştir. Cevat Rıfat Atilhan, Hikmet Tanyu, Yaşar Kutluay gibi isimlerin İsrail, Siyonizm ve Yahudilikle ilgili çalışmaları bugün maalesef yeniden basılamamakta, hayattayken yayınladıkları eserler ancak nadir eserler arasında bulunabilmektedir.

Diğer taraftan mesela Türkiye'de Siyonizm ideolojisiyle ilgili derinlemesine araştırmaların yapılmaması, bunların sonuçlarının yayınlanmaması, bunların basacak yayınevlerinin çekince ile hareket etmeleri elbette bir korkunun ve sindirilmişliğin eseridir. Oysa ki bölgede sorunun esas kaynağını teşkil eden İsrail ve Siyonizm hakkında üniversitelerde en azından birer ikişer araştırma enstitülerinin kurulması, hamasetten uzak bilimsel araştırmaların yoğun bir şekilde yapılması beklenirdi.

Ancak 28 Şubat gibi bir acı tecrübeyle birlikte Türkiye'de İsrail lobisinin askeri darbelerde bile ne denli etkin olduğunu düşünürsek böyle bıçak sırtı konularda akademyadan böyle büyük işler beklemek kısa vadede elbette zordur. Ancak şu an siyasal iklim buna müsaittir. Özellikle üniversitelerin tam da bu zamanlarda İbranice, Yahudilik, Siyonist ideoloji gibi alanlarda çeşitlendirilmiş çalışmalar yapmaları ve bunların sonuçlarını toplumla, devletle ve devletin ilgili organlarıyla paylaşmaları beklenir.

Gazze'de yaşanan insanlık dramından sonra özellikle akademik çevrelerden beklentimiz şu yönde olmalıdır. Bölgede sorunun esas kaynağı İsrail'dir. İsrail'i açıktan destekleyen ABD ve İngiltere de bu sorunu kaşımaktadır ve yarın sorunun, ucu bizim topraklarımıza da uzanacak bir bölgesel işgale dönüşme potansiyeli yüksektir. Öyleyse İsrail ve Siyonizm araştırmaları konusunda cesur olunması, sorunun adının artık Filistin sorunu olarak değil, İsrail sorunu olarak kavramsallaştırılarak literatüre yeni eserlerin kazandırılması elzemdir. Yaygın medya kanallarını elinde tutan, büyük mali güce sahip Siyonist mihraklara aldırmaksızın bu konuda net bir tavır sahibi olmak zamanı gelmiştir. Şu günlerde belediyeler, kamu kuruluşları, üniversiteler İsrail'e destek verdiği bilinen markaların ya da şirketlerin ürünlerini sosyal tesislerde yasaklıyorlar. Aynı cesaret ilmi çalışmalar için de gösterilmeli, bölgede sorunun kaynağı olarak İsrail'i tanımlayan daha geniş akademik çalışmalar için de seferber olunmalıdır. Bu türden bir girişim ilerleyen yıllarda elbette meyvelerini verecek bazı baskı gruplarının sindirmeye dönük girişimlerinin engellenmesi için bir kilometre taşı olacaktır.