Küresel enerji güvenliği krizi ve Türkiye

Prof. Dr. Metin Aksoy / Konya Selçuk Üniversitesi Rektörü
16.09.2022

Enerji kaynaklarına yakınlık ve kaynakların taşınması için yeterli teknik altyapıya sahip olması hasebiyle Türkiye üzerinden enerjiye ulaşma, AB enerji arzını arttırma açısından en az maliyetle gerçekleştirilebilecek stratejidir.


Küresel enerji güvenliği krizi ve Türkiye

Enerji güvenliğini, tüketici devletlerin enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri noktasında enerji arz güvenliğinin sağlanması olarak tanımlamak mümkündür. Ancak enerji güvenliğini yalnızca enerjinin arzı ve onun güvenli şekilde talep eden devletlere nakledilmesi olarak görmek yeterli değildir. Çünkü enerji, başta ekonomik ve askeri alan olmak üzere milli gücün unsuru olan birçok bileşeni yakından ilgilendiren bir etmen olarak da enerji ithal eden devletler nezdinde önemli bir güvenlik meselesidir. Dolayısıyla devletlerin dış politikalarının asli amaçlarından birinin güvenliklerini tesis etmek olduğu düşünüldüğünde, enerji güvenliği bu dış politikanın oldukça önemli bir alanını işgal etmektedir. Hatta bir korelasyon kurmak gerekirse, bir devletin enerji kaynakları noktasında öz kaynakları ne kadar yetersiz ve dışa bağımlılığı ne kadar fazla ise söz konusu devletin dış politikasında enerji güvenliğinin yeri de o kadar genişlemektedir. Bu durumda bir devletin enerjide dışa bağımlılığı ne kadar az ise bahse konu devletin dış politikasında enerji güvenliğinin kapladığı alan da o kadar daralmaktadır.

Epistemik kırılma

Ancak enerjinin küresel ilişkilerin özgül bir bileşeni olarak ortaya çıkmasından sonra enerji güvenliği neredeyse her devletin dış politika gündeminin bir parçası haline gelmiştir. Bu noktada öne çıkan ve siyasi tarihte epistemik kırılma yaratan gelişmelerden bir tanesi 1973 tarihli Petrol Krizi'dir. Nitekim Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü'nün (OPEC) Arap üyeleri, Yom Kippur Savaşı olarak da bilinen 1973 Arap-İsrail Savaşı'nda İsrail'i destekleyen -başta ABD ve Hollanda olmak üzere- Batılı devletlere yönelik petrol ambargosu uygulamıştır. Bu durum 1973 yılında petrol fiyatlarında çarpıcı bir artışa sebebiyet verdiği gibi 1973-1974'te borsanın çöküşünü beraberinde getirmiş ve özellikle Batılı ülkelerde yüksek enflasyon, artan işsizlik ve ekonomide durgunluğa yol açmıştır. Ancak bahse konu ambargonun etkileri sıralanan bu sonuçları da aşmış ve ABD'nin II. Dünya Savaşı'ndan sonra tesis ettiği ve halihazırda sarsılmakta olan Bretton Woods sistemine -Vietnam Savaşı'nın beraberinde getirdiği ekonomik yükle birlikte- son darbeyi vurduğu gibi özellikle Batılı devletler nezdinde enerji bağımlılığı konusunda alternatif kaynaklara yönelimin başlamasına sebebiyet vermiştir.

Dolayısıyla 1973 Petrol Krizi itibariyle, daha önce alçak politika alanında görülen enerji güvenliğinin yüksek politika alanı içinde olduğu anlaşılmış, bizatihi enerjinin dış politika hedeflerine ulaşılması noktasında yetkin bir araç olarak kullanılabileceği görülmüş, yine enerjinin askeri bir silah gibi işlev gösterebileceği ortaya çıkmış ve enerji, güvenlik ve dış politikanın iç içeliği tespit edilmiştir. 1973'ten günümüze enerjinin ve enerji güvenliğinin küresel ilişkileri özgül ağırlığıyla etkilemesi ise daha da görünür hale gelmiştir. Çünkü ilk olarak yalnızca gelişmiş devletlerin değil gelişmekte olan devletlerin de sanayi üretimindeki payları artmış ve bu durum bahse konu devletler gurubunun enerjiye olan talebini arttırmıştır. İkinci olarak gelişmiş devletlerin meta üretimlerini üretim maliyetlerini azaltmak amacıyla gelişmekte olan ve gelişmemiş devletlere kaydırmaları yine bu devletlerin enerjiye olan talebini arttırmıştır. Üçüncü olarak dünya nüfusundaki artış hem küresel hem de devletler temelinde enerjiye olan ihtiyacı arttırmıştır. Nitekim 1970'lerde 4 milyar olan dünya nüfusu günümüzde 8 milyara yaklaşmıştır. Son olarak günümüzde yaşanan küresel siyasi krizlerin yapısı enerjinin küresel ilişkilerdeki özgül ağırlığını arttırmıştır. Çünkü devletler için enerjiye olan bağımlılık arttıkça devletler arası krizlerde enerjiyi bir silah olarak kullanma potansiyeli de yükselişe geçmiştir.

Bu durumun güncel örneği Rusya'nın Ukrayna'yı işgaliyle birlikte ortaya çıkmış, krizden önce halihazırda enerji piyasasında dengesizlikler yaratan Covid 19 pandemisi mevcut durumu küresel enerji politikaları nezdinde daha fazla zora sokmuştur. Çünkü Covid 19 pandemisi enerjiye olan talebi arttırırken küresel enerji tedarikinde ve arzında sekteye yol açmış ve bu durum enerji noktasında arz-talep dengesini bozmuştur. Salgının yakın ve orta vadeli sonuçları henüz yaşanırken Rusya-Ukrayna Savaşı'nın başlaması ve Batılı devletler tarafından Rusya'ya uygulanan ambargo enerji krizinin derinleşmesine ve bu da devletlerin ekonomisinde enflasyonist baskılara sebebiyet vermiştir. Gazprom'un Kuzey Akım 1 hattındaki teknik sorunlar nedeniyle Avrupa'ya gaz akışının durdurulduğunu açıklaması mevcut enerji krizini daha fazla üzerinde durulması gereken bir konu haline getirmiştir.

Krizini aşmaya yönelik politikalar

Rusya-Ukrayna krizi patlak verince bu savaşın özellikle AB ülkelerini enerji politikaları bağlamında zora sokacağını öngörmek çok da zor olmamıştır. Nitekim AB'nin Rusya'ya enerji noktasındaki bağımlılığı bu öngörüyü kolaylaştırmıştır. Öyle ki, savaş öncesinde AB ham petrol ihtiyacının yüzde 26'sını, petrol ürünleri talebinin ise yüzde 17'sini Rusya'dan karşılamıştır. AB'nin Rusya'dan 2021 yılında 155 milyar metreküp doğal gaz ithal ettiği göz önüne alınırsa aynı bağımlılık durumu doğal gaz için de geçerlidir. Çünkü doğalgaz noktasında az önce verilen rakam AB doğal gaz ithalatının yüzde 40'ına tekabül etmektedir. Dolayısıyla enerji bağlamında savaşa kadar güvenilir bir ortak olarak görülen Rusya'nın Ukrayna işgali ve küresel düzeyde Rusya'ya yönelik uygulanan yaptırımlar AB'nin enerji arz güvenliğini olumsuz yönde etkilemiştir.

Öyle ki, Rusya-Ukrayna Savaşı'nda ABD ile birlikte hareket eden AB ilk olarak Rus petrolüne yönelik ambargo kararı almış, bu çerçevede AB ülkeleri 2022 yılının sonuna kadar Macaristan, Slovakya ve Çekya gibi ülkelerin muafiyeti dışında Rusya'dan ithal edilen petrol miktarını yüzde 90 oranında azaltma konusunda uzlaşmıştır. Birlik üyeleri söz konusu uzlaşmanın Avrupa'nın en büyük enerji tedarikçisi olan Rusya'nın gelirlerini azaltacağı düşünürken, Rusya petrol ihracını Asya pazarlarına doğru yönlendirerek, yaptırımların yükünü hafifletmiştir. Öte yandan AB savaş başladıktan sonra Rusya'dan ithal edilen gaza olan bağımlılığını azaltmak amacıyla birtakım girişimlerde bulunmuştur. İlk olarak AB 2022 yılının sonuna kadar Rusya'dan tedarik edilen gazın üçte iki oranında azaltılmasını ve 2030'a kadar tamamen sonlandırılmasını hedeflemiştir. İkinci olarak AB üye ülkelerden enerji tüketimlerinde kısıtlamaya gidilmesini istemiştir. Bu kapsamda örneğin, Belçika gıdaların ısıtılmasında mikro dalga kullanılmasını önermiş, İspanya 27 derecenin altında klima kullanımını yasaklamış, Almanya tarihi yapıların aydınlatılmasını sonlandırmış, düzenli kullanılmayan mekânların ısıtılmamasını önermiş ve İsviçre odun ve mum stoklama çağrısı yapmıştır. Tüm bu tasarruf tedbirleri neticesinde Birlik genelinde yıllık 45 milyar metreküp doğal gaz tasarrufu amaçlanmıştır.

Üçüncü olarak AB doğal gaz depolarını doldurmaya çalışmıştır. Ancak depolar doluluk oranları tam kapasiteye ulaşsa bile bu doluluk AB'nin ancak üç aylık gereksinimini karşılayabilecek potansiyele sahiptir. Dördüncü olarak AB enerji kaynaklarında çeşitliliğin sağlanması bağlamında kömür santrallerinin yeniden faaliyete geçirilmesi, Danimarka örneğinde görüldüğü üzere doğal gaz üretimine devam edilmesi, Schiermonnikoog Adası açıklarında Almanya ve Hollanda'nın yeni bir doğal gaz sahası geliştirmesi ve Macaristan'ın doğal gaz üretimini arttırması gibi hidro-karbon kaynaklarının üretiminin teşvik edilmesi gibi kararlar almıştır. Son olarak AB hem enerji arzının çeşitlenmesi hem de boru hatlarına alternatif olması bakımından sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) satın alınmaya başlamıştır. Bu bağlamda AB, ABD ve Katar'dan LNG satın alma kararı vermesine rağmen Avrupa'da sınırlı sayıda LNG tesisi bulunmaktadır. Bu durum söz konusu LNG transferinin sağlanması amacıyla tesisler inşa edilmesini gerektirmektedir. Tüm bu girişimlere rağmen AB, enerji bağlamında halen Rusya'ya bağımlı olma durumuna herhangi bir somut çözüm bulamamıştır. Zira AB'nin uygulamaya koyduğu çözümler teknik ve altyapı yetersizliği nedeniyle kısa sürede işlevsel görünmemektedir. Bununla birlikte Batı'nın aldığı yaptırım kararlarına karşılık Rusya'nın gaz akışında kesintiler yapması sorunu daha da derinleştirmiştir. Nitekim Rusya tarafından Kuzey Akım 1 hattında gaz akışının kesilmesi gaz fiyatlarını yaklaşık yüzde 30 oranında arttırmıştır.

Hem coğrafyasının beraberinde getirdiği jeopolitik fırsatlar hem de mevcut siyasi iktidarın söz konusu jeopolitik fırsatları küresel gücü arttırmaya yönelik politik iradeye çevirmeye çalışması Türkiye'yi küresel enerji krizinin çözümünde kilit ülke konumuna getirmiştir. Nitekim Türkiye dünyanın en büyük hidro-karbon kaynaklarına sahip ülkelere komşu durumundadır. Öyle ki Türkiye; kuzeyde Rusya, doğuda Azerbaycan, İran ile başta Türkmenistan ve Kazakistan olmak üzere Orta Asya ülkeleri, güneyde Irak, Mısır, İsrail ve Cezayir ile Libya gibi Kuzey Afrika ülkeleri ile komşudur. Bu bağlamda Türkiye enerji kaynaklarına sahip ülkeleri Avrupa'ya bağlayan geçiş güzergâhı üzerinde bulunması ve bölgesinde en çok enerji tüketen ülkelerden biri olması hasebiyle önemli bir enerji pazarıdır. Ayrıca LNG tesislerinin depolama ve LNG'nin farklı ülkelere taşınmasında önemli bir rol oynaması bağlamında Türkiye'nin sahip olduğu LNG tesisleri, enerjide merkez/transit ülke olma hedefini olumlu yönde etkilemektedir. Dolayısıyla Türkiye enerji kaynaklarına yakınlık ve mevcut teknik altyapısı sayesinde AB'nin yaşadığı enerji krizine yönelik yegâne çözüm üretici güçtür. Orta Asya, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu kaynaklarının Avrupa'ya taşınmasında Türkiye'nin rolü ve Rusya-Ukrayna Savaşı'nda uygulanan tarafsızlık politikasının enerji üzerindeki etkisi bu iddiayı destekler niteliktedir.

Orta Asya enerji kaynakları

Orta Asya'nın hem petrol hem de doğal gaz açısından zengin bir bölge olması, söz konusu kaynakların Rusya kontrolünden çıkarılarak Avrupa'ya taşınmasını AB için önemli bir hale getirmektedir. Bu önem hasebiyle AB'nin enerji arzını artırma ve çeşitliliğini sağlama amacıyla Güney Gaz Koridoru boru hattı sistemi oluşturulmuş ve Türkiye, Trans Anadolu Gaz Boru Hattı (TANAP) ve Trans-Adriyatik Boru Hattı (TAP) inşaatı ile Güney Gaz Koridoru'nda kilit bir ülke olmuştur. Bu çerçevede AB enerji arzının arttırılması için Güney Gaz Koridoru'na Azerbaycan doğal gaz kaynaklarına ilaveten Türkmenistan gazının eklenebileceğini belirtilmektedir. AB ve Türkmenistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini sağlayabilecek olan Türkiye, AB-Türkmenistan arasında bir anlaşma yapılmasına ön ayak olabilecek potansiyele sahiptir. Söz konusu anlaşma bağlamında aktarılacak gazlar TANAP ve BOTAŞ'ın Türkiye'deki boru hattı içerisindeki âtıl kapasite üzerinde teknik çalışmalar yapılmasıyla kısa süre içerisinde Avrupa'ya taşınabilecektir. Öte yandan petrol ambargosu sonrasında Rusya'dan tedarik edilmeyen petrolün karşılanması ve dünyada petrol fiyatlarının dengelenmesi bağlamında Kazakistan ve Türkmenistan petrolleri Türkiye'den geçen Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru (BTC) Hattı üzerinden Avrupa'ya sevk edilebilir. Bu durum AB'nin enerji arzını arttırma hususunda Orta Asya enerji kaynaklarının kullanılmasında Türkiye'nin önemini ortaya koymaktadır.

Enerji kaynaklarının çıkarılması önünde hala siyasi, teknik ve altyapı eksiklikleri olsa da Rusya-Ukrayna Savaşı'nın başlamasıyla Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları Rus enerji kaynaklarının alternatifi olarak değerlendirilmiştir. ABD'nin EastMed projesinden çekilmesi sonrasında Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının Türkiye üzerinden taşınması ihtimali ortaya çıkmış ve Türkiye'nin dış politikada Mısır ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirme girişimleri enerji kaynaklarının Avrupa'ya taşınmasında fırsatlar sunmuştur. Nitekim 12 Haziran 2022'de imzalanan AB'nin Mısır ve İsrail'den doğal gaz alımı hususundaki mutabakat zaptına göre İsrail gazı Mısır'a ulaştırılacak ve Mısır'daki tesislerde gaz LNG'ye dönüştürülerek Avrupa'ya aktarılacaktır. Ancak var olan LNG depolarının Mısır tarafından tamamen doldurulmuş vaziyette olması ve boru hatlarıyla Avrupa'ya taşınmasının mümkün olmaması bahsi geçen mutabakat zaptının pratikte gerçekleşmesine engel oluşturmaktadır. Söz konusu engel Türkiye tarafından TANAP, BOTAŞ sistemi ve boş bir batı hattına sahip olması bağlamında boru hatları ile veyahut olası İsrail ve Mısır ile enerji alanında yapılacak SWAP anlaşmalarıyla enerji kaynakları Türkiye'deki LNG tesisleri kullanılarak Avrupa'ya taşınması ile çözülebilir. Öte yandan Türkiye'nin Libya'da siyasi çözümün sağlanmasına yönelik çabaları, Libya'nın enerji piyasasına geri dönüşünde ve sahip olduğu kaynakların AB'ye transferi çerçevesinde önemli bir rol üstlenecektir.

Ortadoğu'daki rezervin arzı

Bölgedeki zengin petrol ve doğal gaz kaynakları, Rus enerji kaynaklarının en önemli alternatifi olması hasebiyle Ortadoğu AB enerji arzının çeşitlendirilmesindeki önemli bölgelerden biridir. Bu nedenle Ortadoğu'daki kaynakların Avrupa'ya taşınması gündeme gelmektedir. Öncelikle, hem en büyük petrol rezervlerine hem en az üretim maliyetine sahip olan Irak'ta bulunan petrollerin üretim düzeyine getirilmesi ve Türkiye üzerinden Avrupa'ya taşınması petrol fiyatlarının dengelenmesini sağlayabilir. Buna ek olarak, Rusya-Ukrayna savaşı, Körfez doğal gaz rezervlerinin Avrupa'ya taşınmasında önemli bir hat olabileceği düşünülen Katar-Irak-Türkiye boru hattının tekrar gündeme gelmesine neden olmuştur. Ayrıca Körfez ülkelerinde üretilen LNG'ler, Avrupa'da tesis yetersizliği göz önüne alınarak Türkiye'ye yönlendirebilir ve boru hatlarıyla Avrupa'ya taşınabilir.

Tüm bu ifadeler ışığında, enerji kaynaklarına yakınlık ve kaynakların taşınması için yeterli teknik altyapıya sahip olması hasebiyle Türkiye üzerinden enerjiye ulaşma AB enerji arzını arttırma açısından en az maliyetle gerçekleştirilebilecek stratejidir. Diğer taraftan Avrupa'ya kesintisiz doğal gaz akışı sağlayan TürkAkım bağlamında Rusya Devlet Başkanı Putin'in "Avrupa Türkiye'ye minnettar olmalıdır" söylemi göz önüne alındığında Türkiye'nin uyguladığı tarafsızlık politikası AB ve Rusya arasında enerji hususundaki ilişkilerin eski haline döndürülmesinde önemli bir aktör olmasını sağlamaktadır. Dolayısıyla Rusya-Ukrayna Savaşı sonrasında enerji arzında yaşanan sorunlar ve çözüm kapasitesi ile Türkiye, AB'nin enerji güvenliğinde kilit bir ülke ve çözüm üretici bir güç konumundadır.

[email protected]