Küresel intifada

Prof. Dr. Cengiz Gül/ Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi
10.05.2024

Hollywood film endüstrisinin de etkisiyle, özgürlükler ve rüyalar ülkesi olduğu imajı verilen ABD'nin, bilimsel ve akademik özgürlükler noktasında da, ne kadar Siyonist zihniyetin güdümünde kaldığı üniversitelerdeki Filistin eylemleri sayesinde görülmüştür. Avrupa üniversitelerine de yayılan eylemlerde protestocuların kararlı ve dik duruşları sayesinde, siyasal yönetimlerden ziyade küresel vicdanın uyanıp ayağa kalkarak, Siyonist vahşet ve soykırımı sona erdirmeye çok yakın olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır.


Küresel intifada

2024 Nisan ayının ortalarından itibaren ABD'de Kolombiya Üniversitesi'nin başını çektiği ve değişik eyaletlerde 70'e ulaşan ve başka ülkelerde de pek çok üniversiteye yayılan, Filistin lehinde soykırımcı İsrail'e karşı yapılan protesto gösteri ve eylemlerinin, şimdiye kadar başka hiçbir eylemde olmadığı kadar, soykırımcı İsrail'i rahatsız ve tedirgin ettiği görülmektedir. Bu hususta işgalci İsrail'in, başından beri Gazze'deki soykırım ve vahşetine suç ortaklığından geri durmayan ABD yönetiminden, ABD üniversitelerinde gittikçe yayılan protesto gösterilerinin acilen yasaklanmasını istemesi de, bu gösterilerin, kendi aleyhinde oluşturacağı kamuoyu tepkisinin, diğer pek çok gösteri ve eylemlere nazaran çok daha etkili olma potansiyelini görmesinden kaynaklanmaktadır. Joe Biden'ın başkanlığındaki ABD yönetiminin, soykırımcı İsrail'in bu isteğini derhal yerine getirmek için, tüm polisiye operasyonlarla binlerce öğrenciyi gözaltına alarak, haklarında soruşturma açıp okuldan attırmaya kadar varan ölçüsüz tedbirlere başvurmasının temelinde de, ABD yönetiminin, sınırsız destek verdiği soykırımcı İsrail ile suç ortaklığını perdelemek istemesinden başka, üniversite öğrencilerinin Gazze'deki insani felaketin sona erdirilmesi noktasında, küresel vicdanın etkin bir sesi ve aktörü olacağına dair güçlü işaretler taşıması yatmaktadır. Bu öğrenciler, üniversite kampüslerinde, ellerinde pankart ve afişlerle, kamu düzeni ve güvenliğini de bozacak şiddet eylemlerine hiç başvurmamalarına rağmen, Gazze'deki katliam ve soykırımın durdurulmasını ve ateşkes yapılmasını istemiş olsalar da, güvenlik güçlerinin hayli orantısız ölçüde güç ve şiddet kullanmasına maruz kalmışladır. Öyle ki güvenlik güçlerinin, hukuki sınırlar içinde kaldığı herkesçe görülebilen, Filistin lehindeki bu gösterileri tam bir zorbalıkla engellemenin de ötesinde, binlerce öğrenciyi ters kelepçeyle, coplayarak ve hatta plastik mermi ve keskin nişancıların da desteğiyle gözaltına almaları, dışarıdan özgürlükler diyarı olduğu zannedilen ABD'nin, dünyanın gözleri önünde cereyan eden Gazze'deki soykırımın protesto edilmesi karşısında, bu gayet masumane ve barışçıl toplantı ve gösteri hakkı ile ifade özgürlüklerini nasıl hiçe saydığını tüm dünya kamuoyu böylece görmüştür.

Özgür üniversiteler!

Güvenlik güçlerinin bu zorbalıklarının yanında, üniversite yönetimlerinin de, soykırıma maruz kalan Filistin ve Gazze lehindeki bu protesto gösterilerine katılan öğrencilere karşı derhal ihraç ve okuldan uzaklaştırmaya yönelik soruşturma tedbirlerine başvurduğuna şahit olunmuştur. Hatta gösterilere katılan bu öğrencilere destek vermeye çalışan aynı üniversitelerin öğretim üyelerine karşı da, benzer tedbirlerin uygulamaya konduğunu ve Gazze'deki soykırımı kınayıp, İsrail aleyhinde açıklama yapan bazı rektörlerin bile, ya özür dilemek ya da istifa etmek zorunda bırakıldıklarını belirtmek gerekir. Kolombiya, Harward, Yale, New York, M.I.T., G. Washington ve Ohaio State gibi özgürlükçü oldukları imajını çizen bu üniversitelerin yönetimlerince acilen devreye sokulan bu aşırı güvenlikçi tedbir ve uygulamaların arkasında ise, ciddi miktarlardaki yardım ve bağışlarla bu üniversiteleri fonlayan Siyonist zihniyetli işadamı ve firmaların, bu mali desteklerini kesme tehdidinde bulunmasının yattığına özellikle dikkat çekmek gerekir. Bu durum ise, eğitim ve araştırma faaliyetlerini böylesine ciddi bağış ve yardımlarla sürdürebilen ABD üniversitelerinin, bu bağış ve yardım sahiplerinin adeta emrinde ve güdümünde hareket etmek zorunda oldukları gerçeğini de ortaya koyar. Daha doğrusu, Hollywood film endüstrisinin de etkisiyle, özgürlükler ve rüyalar ülkesi olduğu imajı verilen ABD'nin, bilimsel ve akademik özgürlükler noktasında da, ne kadar Siyonist zihniyetin güdümünde kaldığı gerçeği böylece görülmüştür. Bu da Siyonist lobisinin, başta ABD olmak üzere, dünya genelinde hayli etkili ve tehlikeli iş ve eylemler yapabildiğini göstermesi bakımından büyük önem arz etmektedir. Her şeye rağmen öğrenci, öğretim üyesi ve yönetici sıfatlarıyla, Gazze'de İsrail'in yapmakta olduğu soykırım ve barbarlıkların sona erdirilmesi için, tümüyle barışçıl gösteri ve ifade özgürlüklerini kullanan bu insanların kararlı ve dik duruşları sayesinde, siyasal yönetimlerden ziyade küresel vicdanın uyanıp ayağa kalkarak, Siyonist vahşet ve soykırımı sona erdirmeye çok yakın olduğunu söylemek de abartılı olmayacaktır. Kampüs eylemleri Avrupa üniversitelerinde de başlamıştır ve sayıları giderek artmaktadır.

UCM ve UAD'ın İsrail ve ABD ile imtihanı

Gazze'de soykırımcı İsrail'in yol açtığı insani felaketin devam ettiği şu dönemde, soykırım, savaş ve insanlığa karşı suçları yargılamak için 2002'de kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ile Birleşmiş Milletler (BM)'nin yargı organı olarak çalışan Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD) küresel ölçekteki itibar ve etkinliklerinin ciddi anlamda teste tabi tutuldukları bir süreçten geçilmektedir. Güney Afrika tarafından UAD nezdinde İsrail'e karşı açılan soykırım davasında, aleyhinde bazı ihtiyati tedbirlerin alınmasını öngören bu mahkeme heyetinden ilgili üyelere karşı tehditler savuran soykırımcı İsrail, benzer bir yaklaşımı da, UCM'nin, İsrail Başbakanı, savunma bakanı ve Genelkurmay Başkanı hakkında çıkartmayı planladığı tutuklama kararını, ABD yönetimi vasıtasıyla engelletmeye çalışarak göstermiş ve her şeye rağmen bu kararın çıkması halinde de, bunun intikamının Filistin yönetiminden çıkarılacağını söyleyecek kadar, uluslararası hukuka ve topluma kafa tutmaktan ve tehditler yağdırmaktan asla geri durmamıştır. İşte böylesine, uluslararası hukuka meydan okuyarak tüm dünya için bir tehdit ve güvenlik sorununa dönüşen işgalci ve soykırımcı İsrail'in bu hukuk tanımazlığı karşısında, UCM ve UAD'nin verecekleri kararlar da, Onların, uluslararası toplum ve küresel vicdan karşısında ne ölçüde güvenilir ve etkin birer yargı mercileri olup olmadığı konusunda belirleyici olacaktır.

'Kendini savunma' algısından 'katiller sürüsü' gerçekliğine

İngiltere'nin öncülüğünde, sömürgeci Batı'nın himayesinde kurulduğu 1948'den bu yana, Filistinlilerin yurtları üzerindeki işgal, kuşatma, zulüm ve katliamlarını kesintisiz biçimde sürdüren ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ve Genel Kurulu'nda, bu işgal ve zulüm politikalarından geri adım atmasına yönelik olarak alınan hiçbir kararın gereğini yerine getirmeyen İsrail'in, 7 Ekim 2023'te Hamas'ın, bütün bu işgal, kuşatma ve zulümleri püskürtmek için meşru müdafaa kapsamında gerçekleşen Aksa Tufanı Operasyonu'na karşı gösterdiği saldırıların, hukuken bir kendini savunma hakkı olarak görülemeyeceği gerçeğini, artık tüm dünya kamuoyu da anlamış durumdadır. Zira İsrail'in, 75 yıldır Siyonist hedeflerine ulaşmak için adım adım ve dozajı gittikçe artan ölçekteki haksız işgal, gasp, zulüm ve katliamlarına karşı, Gazzeli Müslümanların, Hamas'ın öncülüğünde 7 Ekim 2023'te gerçekleştirdiği eylemler, can havliyle vatanlarını bu Siyonist işgal ve zulümden kurtarmaya ve de mutlak şekilde uygulanan kuşatmayı kırmaya yönelik olduğu için, BM Antlaşması m. 51'e göre zaten bir meşru müdafaa kapsamına girmektedir. Filistin'in, hukuken meşru müdafaa kapsamındaki bu eylemlerine karşı, işgalci İsrail'in soykırım ve insanlığa karşı suç boyutlarına ulaşan organize karşı saldırılarının ise, uluslararası hukuk açısından, bir kendini savunma hakkının kullanımı olarak kabul edilemeyeceğini de özellikle belirtmek gereklidir. Zira burada, asıl meşru müdafaa hakkını kullanan Filistin tarafının, bu kapsamdaki eylemlerine karşı, yeni işgal ve katliamlarla karşılık veren İsrail'in bu saldırılarının ise, bir meşru müdafaa olarak değerlendirilmesi zaten pek mümkün değildir. Hukuken, meşru müdafaa sayılan bir eyleme karşı meşru müdafaa olamayacağı için, İsrail'in 8 Ekim 2023'ten itibaren işleye geldiği soykırım ve savaş suçları niteliğindeki saldırılarını, özellikle küresel Siyonist medya organlarında kendini savunma hakkı olarak lanse etmeye kalkmasının hiçbir hukuki ve siyasi zemini de bulunmamaktadır. Dolayısıyla, mazlum Gazzeli sivil Müslümanların üzerine sürdüğü tüm silahlı unsurlarını tanımlamak için kullandığı, 'İsrail Savunma Güçleri (IsraelDefence Forces – IDF)'nin de isminde geçen ve aslında algı manipülasyonu için kullanılan 'savunma' ifadesinin tam tersine, bu yapının, Gazze'deki tüm sistematik katliam ve soykırım saldırılarını yürüten bir cinayet şebekesi ve katiller sürüsü olarak lanse edilmesi daha yerinde olacaktır.

[email protected]