Küresel kırılmada Türkiye’nin pozisyonu

Adnan Boynukara / Ak Parti Adıyaman Milletvekili
11.02.2017

Türkiye; son altı yıldır gerçekleşen müdahalelere rağmen ayakta ve yeni binyıla, yeni bir yükselişle ilerliyor. Dünya kendi içinde kaosla uğraşırken, Türkiye atması gereken adımları atarsa, hem yeni problemlere karşı ön almış hem de yürüyüşüne ivme kazandırmış olur.


Küresel kırılmada Türkiye’nin pozisyonu

Süreçleri analiz etmek ve anlamak için, soruların doğru sorulması önemli. Şu an ön plana çıkan temel sorular; yeni bir sürece evirilen dünyayı ne bekliyor, Türkiye’nin pozisyonu nedir ve belirsizlik düzeninde Türkiye ne yapmalıdır? Bu temel sorular üzerinden yapılacak sahici bir tartışma, süreci anlamamızı kolaylaştırır ve yapılması gerekenlerin neler olduğunu ortaya koyar.

Dünyanın gidişatı nereye?

Soğuk Savaş’ın sonlanmasından bu yana yerküre, siyasal krizle uğraşıyor. Aslında bu dünyaya egemen olan küresel güçlerin bilinçli tercihi! Kalıcı bir çözüm ve ihtiyaç duyulan yeni bir düzen kurmak yerine kriz bölgeleri oluşturarak egemenliklerini sürdürmeyi tercih ettiler. Bu ise özünde işgal, savaş, kan, ölüm ve zorunlu göç anlamına geliyor. Dünya haritasına baktığımızda; Asya’nın güneyini oluşturan Afganistan, Pakistan, Hindistan, Bangladeş ve Sirilanka’da kaos egemen. Asya’nın kuzeyini oluşturan Kore bölgesinde kriz var. Kafkaslar ve Ortadoğu’nun durumu ortada! Balkanlar, neredeyse şehir devletçiklerine bölünüyor. Afrika kıtası Avrupa ülkelerinin sömürge sonrası dönemine ilişkin krizleri yaşıyor. Güney Amerika ülkeleri düzenli aralıklarla krize sürükleniyor.

Tabloya baktığımızda krizin olmadığı iki bölge görüyoruz; Kuzey Amerika ve Avrupa. Ancak son zamanlarda yaşananlar dikkatlice incelendiğinde, küresel sisteme egemen olan güçlerin geliştirmiş oldukları, kriz bölgeleri oluşturma ve “kriz bölgelerine müdahale doktrini” üzerinden dünyayı yönetme sistemi çökmüş durumda. Daha düne kadar, kaos üreten güçler, bugün krizle boğuşmak zorunda kalıyor. Son ABD seçimlerinin ortaya çıkardığı sonuç ve sergilenen ‘ulusalcı’ diye yorumlanabilecek popülist politikalar yavaş yavaş krize dönüşüyor. Daha da ötesi, kendini korumak için içe kapanmacı bir sürece giriliyor ve sorun derinleşiyor. Avrupa’da da durum farklı değil. İlk işaret, İngiltere’nin AB’den ayrılmasına ilişkin referandum süreciyle kendini göstermişti. Avrupa’da asıl krizin ise 2017 yılında yapılacak seçimlerle ortaya çıkacağı ve durumun daha da karmaşık bir hal alacağı açık. Çünkü ulusalcı, ırkçı ve içe kapanmacı anlayışlar giderek güçleniyor.

Peki, Türkiye?

Küresel sisteme egemen olanların uzun zamandır dünya genelinde oluşturmak istedikleri bölgesel sorunların aksine, ABD ve Avrupa’da ortaya çıkan/çıkacak olan krizler, üretilen değil, takip edilen politikaların sonucu oluşan sahici siyasal krizlerdir. Bu kaotik durumdan nasıl çıkacakları konusunda durum henüz net değil. Öncelikle esiri oldukları akıl tutulmasından kurtulmaları şart. Sonrasını ise hep birlikte göreceğiz. Ancak kimi mahfillerde çözüme ilişkin arayışların olduğu biliniyor. Bu arayışlar, soğuk savaş sonrası kurulamayan ve basit çıkarlar için ötelenen yeni sistemin kurulmasını kaçınılmaz kılabilir.

Uzun zamandır devam eden küresel kaosun Türkiye’ye yönelik en kritik adımı, 15 Temmuz darbe girişimiydi. Türkiye, küresel kaosa karşı dayanma ve savunma dinamiğini milletin tüm fertleriyle birlikte bu darbe girişimine karşı ortaya koydu. 15 Temmuz ruhu diyebileceğimiz bu tutum, Türkiye’nin temel dayanma noktası olarak ortaya çıktı. Bununla birlikte küresel krizin/kaosun derinleştiği bu zaman diliminde odaklanılması gereken konu, devam eden olumsuz atmosferin Türkiye’yi etkilememesi için nelerin yapılması gerektiğidir. Yani; dünya genelini kuşatan siyasal krizden kurtulmak için ne yapmak gerekiyor? Cevap basit. Türkiye’nin üzerinde odaklanması gereken konular; Siyasal yönetim sistemini gözden geçirmek ve 1. Dünya Savaşı sonrası ‘iyiliğimiz için’ bize ‘hediye’ edilen iç sorunları çözmek.

Siyasal yönetim sitemine ilişkin sorunlu alanlar, uzun zamandır, dillendiriyor. Konuya ilişkin kapsamlı değerlendirme ve analizlerin yapıldığı da aşikar. 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimleri ile ekonomik kuşatma girişimlerinin ana hedefi de yönetilemeyen demokrasi üretmekti. 15 Temmuz sonrası oluşan siyasal atmosfer, bu sorunu çözmenin koşullarını ortaya çıkardı. Yönetim sorununun, millet tarafından yetkilendirilmemiş iktidar alanlarının ortadan kaldırılmasını sağlayacak Cumhurbaşkanlığı modeliyle aşılması benimsendi. Değişikliğin, sorunu tam olarak çözüp çözemeyeceğini süreç içinde göreceğiz. Ancak; yönetmeden hükmeden ve milleten kopuk devlet yerine, millete başvekalet eden icra makamını, gerçekten yöneten konuma taşımak önemli. İktidarda muktedir olmayı, önceki gibi sorumsuzca değil devletin başını milletin doğrudan denetimine açıp sorumlu bir makam haline getirmek anlamlı…

Açık yara bırakmamak

TBMM’de kabul edilen anaysa değişikliğinin millet tarafından kabul edilmesinden sonra başlayacak yeni sürecin üzerinde durması gereken en temel hedef, devletin konsolidasyonudur. Bu ise devletin millet tarafından temellükü, yani doğrudan ve nitelikli demokrasi, devlet çarkının etkin, pratik, hızlı işlemesini sağlayan bir sistem, milli askeri endüstriyel kompleksle beslenen güçlü ordu, ehliyet-liyakatle seçilmiş bürokratik kadroların hem kamu adına denetleyen hem siyaset tarafından denetlenen bir role kavuşması ve genel olarak sistemin adil, hızlı, güvenilir bir yargı düzeni ile tahkim edilmesi.

Türkiye’nin yapması gereken ikinci önemli çalışma ise, iç sorunları çözmek/minimize etmektir. Zira 1. Dünya Savaşı sonrası bize ‘hediye’ edilen sorunlarla 90 yıl daha yaşama şansımız yok. İç sorunların çözümü, devletin tüm vatandaşların devleti olmasıyla mümkündür. Diğer bütün çözüm yolları bu ana çözümden beslenmelidir. Bu süreçte yapılması gereken, vatandaşlarla açık yüreklilikle konuşmak, her türlü hak talebini karşılamaya yönelik adımları atmak ve aidiyet duygusunu onarmaktır. Hiçbir yabancı istihbarat örgütünün müdahale edemeyeceği, operasyon çekemeyeceği kadar net bir biçimde üzerine düşeni yapmak. Uluslararası güçlerin kaşıyabileceği açık yara bırakmamak. Bunların tümünü ise daha fazla demokrasi ve özgürlük alanını genişletme perspektifi çerçevesinde yapmak. Kim olursa olsun, tüm vatandaşların hak talebini kerim devlet anlayışı kapsamında çözmek, karşılamak. Talepleri rutin dışı güvenlikçi yaklaşımlara kurban etmemek…

Sonuç olarak; Türkiye; son altı yıldır üst üste gerçekleşen müdahalelere rağmen ayakta ve yeni binyıla, yeni bir yükseliş ve büyüme ruhuyla ilerliyor. Dünya kendi içinde kaos ve krizle uğraşırken, Türkiye atması gereken adımları atarsa, hem yeni müdahale ve problemlere karşı ön almış hem de yürüyüşüne ivme kazandırmış olur. Küresel güçler, dünyaya yaşattıkları krizin derinleşmesinden sonra kendilerinin de içine düştükleri krizi aşmaya yönelik çözüm arayışı içindeyken Türkiye’nin kısa süre içinde bahsettiğimiz alanlarda adım atması önemli bir avantaj olacaktır. Söz konusu avantajın değerlendirileceğine dair umut ise oldukça güçlü…

[email protected]