Küresel sarkaç ve Türkiye

Dr. MURAT YEŞİLTAŞ Sakarya Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü
5.01.2013

Türkiye uluslararası konumu bağlamında içerden ve dışardan farklı düzeylerde tanımlanagelmiştir. Bu tanımlamaların çoğu kez Türkiye’nin nasıl bir jeopolitik konumu olduğuna ve uluslararası sistem içinde kendisine nasıl bir rol verildiğine ilişkindir.


Küresel sarkaç ve Türkiye

Örneğin, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Yeni Dünya Düzeni söylemine paralel bir şekilde kendine yeni bir jeopolitik konum belirlemeye çalışan Türkiye daha buna tam olarak karar veremeden uluslararası sistem içinde bölgesel konumu da dikkate alınarak ‘cephe’ ülke olarak tanımlanmıştı. Bu konum karşısında içerden çok da gerçekçi olmayan bir biçimde ‘Adriyatik’ten Çin seddine’ söylemi eşliğinde ‘köprü’ ülke konumuyla cevap verilmeye çalışılarak Türkiye’nin jeopolitik konumu yeniden pekiştirilmişti. Bu jeopolitik konuma göre Türkiye, krizlere yönelik müdahale açısında coğrafyasının sağlamış olduğu oparasyonel avantajı sayesinde stratejik olarak bölgesel kriz kuşağının en değerli ülkelerinden biri olarak ele alındı. Bu dönemde cephe ülke tanımlamasına paralel bir şekilde bölgesel kriz kuşağının tam ortasında yer alan Türkiye’ye yine dışardan, bu sefer daha pozitif bir anlam yüklenerek ‘eksen’ (pivot) ülke tanımlamasıyla özellikle Amerikan eksenli uluslararası politika analizlerinde yer almaya başladı. Pivot ülke olarak Türkiye, ABD merkezli küresel liderlik politikasının sürdürülmesi konusunda en önemli bölgesel müttefiklerden bir olarak gösterildi. Ne var ki kriz kuşağına atıfla ele alınan dışardan bir bakışla cephe ülke olan Türkiye 1990’ların sonuna doğru özelikle içerde Kürt sorunun derinleşmesiyle birlikte jeopolitik konumunu oldukça savunmacı bir şekilde tanımlayarak içerde daha güçlü olmanın bir gerekçesi olarak kullanmaya başladı. Avrupa Birliği’nin demokratikleşme talepleri karşısında jeopolitik konumunu gerekçe göstererek bir çeşit Türkiye istisnacılığı oluşturmaya çalışan siyasi ve bürokratik elitler bu sefer daha ideolojik ve pragmatik bir şekilde Avrasyacılık ekseninde doğulu Türkiye konumunu öne çıkararak Türkiye’nin köprü rolünü Batıya karşı bir muvazene unsuru olarak inşa ettiler. Bu durum, içerde farklı spekturumlarda dağınık halde bulunan milliyetçi grupları aynı cephe altında olmaya sevk ederken, Türkiye’yi de uluslararası sistem içinde marjinalleştirme tehlikesini gündeme getirmişti.

 

2000’lerin başında ise Türkiye’nin uluslararası konumu ve sistem içindeki rolüne ilişkin geçmişte yapılan tanımlamalardan daha iddialı bir kavramsallaştırma ortaya atıldı. Bu sefer Türkiye’nin uluslararası konumuna dair dışardan her hangi bir tanımlama olmaksızın ‘merkez ülke’ söylemi Ahmet Davutoğlu tarafından Türk dış politikasının mihenk taşlarından biri haline getirildi. Merkez ülke jeopolitiğinin önceki söylemlerden en temel farkı, Türkiye’yi bölgesel bir aktör olarak güvenlik eksenli savunmacı bir siyaset kurgusu üzerine inşa etmek yerine, küresel ve düzen kurucu bir ülke şeklinde inşa ederek ofansif bir dış politika pratiğinin devreye sokulmasına hizmet etmesiydi. Bu dış politika söylemi, Türkiye’yi jeokültürel düzeyde dünya tarihinin merkezi medeniyet havzalarından biri olarak yeniden uluslararası düzenin içine dahil ederken, jeopolitik düzeyde ise uluslararası sisteminin dönüştürülmesinde kilit ülkelerden biri olarak ön plana çıkardı. En temelde bu siyaset, yeni bir uluslararası düzen için Türkiye’ye kurucu bir rol atfediyordu. Özellikle 11 Eylül gibi, uluslararası sistemi önemli ölçüde etkileyen bir dönüşüm sürecinde Türkiye’nin dış politikada göstermiş olduğu aktivizmin de bir sonucu olarak merkez ülke yaklaşımı uluslararası siyasi ve akademik çevrelerde oldukça fazla ilgi gördü.

Türkiye’nin son on yıl içinde ekonomiden dış politikaya birçok alanda ortaya koymuş olduğu performansın uluslararası sistem içinde bir fark oluşturduğunu söylemek mümkündür. Ne var ki son on yıl aynı zamanda küresel sistemi derinden sarsan gelişmelerin yaşandığı da bir dönem olmuştur. Başta güvenlik merkezli 11 Eylül, daha sonra ekonomik merkezli finansal kriz ve en sonunda da sosyo-politik merkezli Arap Baharı ile birlikte uluslararası düzenin temel parametrelerinde önemli kırılmalar yaşandı. Daha da önemlisi var olan mevcut uluslararası düzenin üç önemli ayağında önemli değişimler yaşandı. Bu nedenle hem uluslararası hem de bölgesel düzenlerde var olan durumun devam ettirilemeyeceği çok açık bir biçimde görüldü. Türkiye bu süreçte üç dönünüşümün de doğrudan ya içinde yer alan ya da etkilenen bir ülke olarak ortaya çıktı.

Gerek bu dönüşümü anlamaya çalışan gerekse bu dönüşüm içinde yeni uluslararası düzenin nasıl ve hangi eksenler üzerinde şekilleneceğine ilişkin yıl boyunca bir dizi rapor yayınlandı. Bu raporların en sonuncusu ise geçtiğimiz Kasım ayında ABD merkezli German Marshall Found (GMF) tarafından yayınlanan Global Swing States: Brazil, Indonesia, Turkey and the Future of International Order (Küresel Sarkaç Devletler: Brezilya, Endonezya, Hindistan, Türkiye ve Uluslararası Düzenin Geleceği) başlıklı rapordu. Brazilya, Endonazya, Hindistan ve Türkiye’yi uluslararası düzenin yeniden inşa edilmesinde küresel sarkaç (swing) devletler olarak tanımlayan söz konusu rapora göre, bu devletler gerek yükselen ekeonomileri, derinleşen demokratik sistemleri ve kritik jeopolitik konumları nedeniyle Amerikan merkezli küresel düzenin en önemli devletleridir. ABD’ye söz konusu devletlerle kapsamlı ve ortak bir strateji ile yaklaşması tavsiyesinde bulunan raporda, özellikle beş alanın uluslararası düzenin yeniden yapılandırılması için kritik önemde olduğu belirtilmektedir. Bunlar, ticaret düzeni, finansal düzen, denizcilik düzeni, silahsızlanma düzeni ve insan hakları düzenidir. Rapor Çin’in yükselişi karşısında ABD’nin bu devletlerle kapsamlı bir stratejik işbirliği yapması halinde küresel liderliğini koruyabileceğini ve uluslararası düzenin yeniden yapılandırlabileceğini ileri sürmektedir. Aksi durumda bu devletlerin uluslararası düzene yönelik eleştirileri ve derin şupheleri nedeniyle var olan düzen daha farklı bir biçimde şekillenececektir.

Uluslararası düzen ile imtihan

GMF On Turkey yazıları serisi kapsamında söz konusu raporu Türkiye perspektifinden değerlendiren Şaban Kardaş’ın Global Swing States and International Order: A Turkish View (Küresel Sarkaç Devletler ve Uluslararası Düzen: Türkiye Perspektifi)  adlı yazısında ise Türkiye’nin uluslararası düzenin yeniden yapılandırılması konusunda önemli bir ülke olduğuna dikkat çekilirken, gerek uluslararası sistem içinde bu devletlerin farklı pozisyonları gerekse Türkiye’nin bu devletlerden ayrışması nedeniyle sarkaç devletler argümanının uluslararası düzenin dört önemli ilişkisel boyutunu gözden kaçırdığını ifade edilmektedir. Buna göre, düzen ve güç, iç düzen ve uluslararası düzen, bölgesel düzen ve uluslararası düzen ve son olarak düzen ve adalet arasındaki ilişki Türkiye açısından bakıldığında diğer sarkaç devletlerden oldukça farklılaşmaktadır. Kardaş’ın vardığı sonuç şöyle özetlenebilir. Türkiye’nin iç ve bölgesel düzen konusunda sahip olduğu perspektif ve özellikle uluslararası düzene bağlılığı diğer şarkaç devletlerden hem daha farklı hem de sarkaç devletler argümanının ileri sürdüğü iddiadan daha güçlüdür.

Türkiye’nin uluslararası düzenin yeniden yapılandırılmasına ilişkin güçlü bir eleştirisi olduğu açık olmakta birlikte, kendisini bir sarkaç devlet olarak küresel düzenin ABD liderliği merkezinde edilgen bir unsuru olarak konumlandırdığını söylemek oldukça zor. Bu anlamda Türkiye’nin uluslararası sistem içindeki konumuna ve uluslararası düzenin yeniden yapılandırılmasına ilişkin perspektifini belirleyen üç ana eksenden bahsetmek mümkündür.

BM düzenine yönelik eleştiri bu perspektifin ilk çıkış noktalarından biridir. Türkiye, özellikle son on yılda yaşanan krizlerde BM düzeninin gerek var olan realiteyi tam olarak yansıtmaması gerekse de krizlerde tam bir çözüm üretememesi nedeniyle uluslararası düzeni politik eksende yürütecek bir örgüt olma vasfını giderek yitirdiğini düşünmektedir. Türkiye bu çerçevede, BM Güvenlik Konseyi’nde var olan karar alma yapısının değiştirilmesini talep etmektedir. İkinci olarak, Türkiye bölgesel düzenin kurulmasının yeni bir uluslararası düzenin inşa edilmesi için daha öncelikli olduğunu düşünmektedir. Özellikle Arap Baharı’nın ortaya çıkarmış olduğu Yeni Ortadoğu’da istikrarlı, güvenli ve sürdürülebilir bir bölgesel düzen inşa edilmeden uluslararası düzenin şekillendirilmesi Türkiye açısından mümkün gözükmemektedir. Burada, Türkiye’nin özellikle düzen ve adalet ilişkisine ilişkin sert çıkışları, önceliklerinin stratejik bir restorasyon olmaktan ziyade adil bir düzenin kurulması olduğunu göstermektedir. Türkiye’nin sadece Arap Baharında aldığı tavır değil aynı zamanda İsrail’e ve İran’a yönelik ABD’den daha farklı bir pozisyona sahip olması onu sarkaç devlet tartışmasının ileri sürdüğü argümandan daha farklı bir noktaya yerleştirmektedir. Dolayısıyla Türkiye’nin uluslararası düzene yönelik katkısı öncelikle Ortadoğu’yu küresel sistemin istikrarlı bir parçası yapmakla mümkün olacaktır. Bu ise öngörülenden daha fazla bir sorumluluğu Türkiye’ye yüklemektedir.

Üçüncü olarak, Türkiye iç düzeniyle bölgesel ve uluslararası düzen arasında sıkı bir bağ olduğunu düşünmektedir. Başta Kürt sorunu olmak üzere demokratik sistemini derinleştirme problemiyle uluslararası düzene dönüştürücü bir katkı sağlama arasında doğrusal bir bağlantı vardır. Türkiye diğer sarkaç devletlerle karşılaştırıldığında içerde sahip olduğu sorunlar aynı zamanda bölgesel nitelikli sorunlardır. Kürt sorunu Türkiye’nin tek başına bir sorunu olmadığı gibi demokratik rejimin derinleştirilmesi de bölgesel sonuçlar doğuracaktır. Bu nedenle stratejik derinlik ile demokratik derinlik arasınaki kurduğu bağ Türkiye’nin daha fazla inisiyatif almasını da gerekli kılmaktadır. Son olarak sarkaç devletler argümanı uluslararası düzenin yeniden inşa edilmesinde kültürün önemini göz ardı etmektedir. Türkiye’nin uluslararası düzenin yeniden inşa edilmesinde sahip olduğu ve dış politikada uyguladığı kültürel kodlar oldukça önemlidir. Bu nedenle Batı merkezli mevcut uluslararası düzenin yeniden üreteleceği bir düzeninin kurulmasından yana bir tavır almak yerine böylesi bir girişime meydan okuyucu bir tavır alması daha muhtemeldir.  

[email protected]