Küresel siyasette müzakereden dayatma dönemine geçiş

Dr. Gökhan Bozbaş / Necmettin Erbakan Üniv., ORSAM
7.02.2020

Sözde barış planının ilanı ile Filistin-İsrail meselesinde müzakere döneminden tek taraflı dayatmalar dönemine girildiği dünyaya deklare edilmiştir. Dünya kamuoyunun baskıları sonucu mevcut tablo değiştirilmediği takdirde ise sadece bölgede değil küresel anlamda da dayatmalar dönemine geçileceği açıktır.


Küresel siyasette müzakereden dayatma dönemine geçiş

20 Ocak 2020 tarihi itibari ile Trump’ın son üç yıldır dünya kamuoyunu oyaladığı ve Ortadoğu’ya barış getireceğini iddia ettiği “Yüzyılın Anlaşması” adlı tiyatro sahnelendi. Bu tiyatronun senaryosu önceden hazırlanmıştı ve Trump’ın damadı bu senaryoyu üç yıl boyunca, oyunculara ince ince anlatmak için Ortadoğu Arap ülkelerini gezdi. Bu üç yılın sonunda Trump ve Netanyahu’nun geçtiğimiz hafta sergiledikleri açılış sahnesinden sonra birçok Arap devletinin Kushner’in gösterdiği şekildeki ‘başarılı’ oyunculukları perdede yerini aldı.

Neden bugün?

Trump seçildiği günden bugüne dünya kamuoyuna kendisinin açıklayacağı barış planının seleflerininkinden farklı olacağını ve bunun Ortadoğu halklarına ebedi bir barış getireceğini savundu. Bu yüzden önce Trump, sonra kamuoyu tarafından yüzyılın anlaşması olarak adlandırılan sözüm ona barış planı, Filistin ve İsrail halkının yaşamlarını iyileştirme projesi olarak deklare edildi. Beklenildiği üzere projenin içi boş ve tek yanlı bir anlayışın dayatılmaya çalışılmasından başka bir durum söz konusu değil.

Fakat burada önemli olan başka hususlara dikkat çekmek gerekiyor. Öncelikle üç yıldır temcit pilavı gibi gündeme getirilerek sürekli ertelenen bu yüzyılın planı neden tam da bugün açıklandı? Açıklanan bu planın doğrudan muhatabı olan Arap devletleri nasıl bir tepki verdi? Bu plan Filistin-İsrail çatışma sürecine nasıl etki edecek?

Bugüne kadar Amerika açısından Ortadoğu’daki problemleri çözme konusunda arabulucu sıfatını kendisine yakıştıran Amerikan yönetimleri özellikle Trump’ın başkan seçilmesinden sonra taraf bir pozisyon almaya başlamıştır. Trump’ın başkan seçilmesinden hemen sonra yapılan yemin törenine uluslararası hukuk çerçevesinde yasadışı kabul edilen Yahudi yerleşimcilerin liderlerini çağırmış olmasından başlayarak attığı her adım aslında İsrail’in Filistin topraklarındaki varlığının meşruiyetini sağlamlaştırma üzerine kurgulanmıştır. Kudüs’ün başkent olarak tanınması, Büyükelçiliğin Kudüs’e taşınması, mültecilere yapılan insani yardımların kesilmesi, uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde yapılmış olan mülteci tanımının değiştirilmeye çalışılması, yerleşimcileri yasallaştırma çabaları Amerika’nın bu sorun üzerindeki yancı politikalarının en ön plana çıkan konu başlıklarıdır. Peki bu kadar İsrail yanlısı hamle yapılmışken neden Trump ve Netanyahu tarafından böyle bir tiyatro sahnelendi?

Burada öncelikli hedefin bu iki liderin kendi iç siyasetlerinde yaşadıkları sıkıntılara dikkat edilmesi gerekmektedir. İki lider de kendi ülkelerinde yüz kızartıcı suçlardan dolayı soruşturma geçirmekte ve dolayısıyla gündem değiştirmeye ihtiyaç duymaktadır. Yapılan bu açıklamalar tam da Trump’ın azledilmesi süreci ve yine geçtiğimiz Kasım ayında Netanyahu’ya yönelik sürdürülen yolsuzluk suçlamalarının gündemde olduğu bir anda gelmiştir. Ayrıca belki de bundan daha da önemlisi her iki lider de genel seçimler ve yürüttükleri seçim kampanyalarının tam ortasında böyle bir tiyatro sergilemişlerdir. Netanyahu geçtiğimiz yıl yapılan iki seçimden de boynu bükük ayrılmış ve yeni atraksiyonlar ile 2 Mart 2020’de yapılacak seçimlerden başarı beklemektedir. Ancak seçildiği taktirde kendisine yöneltilen suçlamalardan temizleneceğine inanmaktadır. Bunun için Amerikan yönetimini dahi iç siyasetine malzeme yapmaktan kaçınmamaktadır. Bunu da özellikle Trump’ın etrafından olan Yahudi mesai arkadaşları üzerinden sürekli olarak yürütmektedir. Trump ise özellikle ABD’de bulunan Yahudi lobisinin desteğini yanında tutabilmek için Filistin üzerinden bir siyaset yürütmeyi kendisine adet edinmiş durumdadır. ABD’de yaklaşan genel seçimler sürecinde bu lobinin desteğini almak maksadıyla böylesine büyük bir adım atmak onun için önemliydi.

Ümmetin büyük sıkıntısı

Filistin’in içinde bulunduğu durum ve yaşadıkları elbette ümmetin bir sıkıntısı ve sorumluluk alması gereken bir konudur. Bu konuda herkes üzerine düşeni yapmak zorundadır. Fakat tarihi süreç içerisinde değerlendirildiğinde bazı ülkeler gerek uluslararası hukuk açısından gerekse yaşanan sürecin etkileri sebebiyle konunun doğrudan muhatabı iken diğerleri dolaylı olarak konunun muhatabı konumundadır. Filistin meselesi herkesin bildiği gibi on yıllar boyunca bir Arap meselesi olarak telakki edilmiş ve hatta Türkiye’nin konu ile alakalı aldığı inisiyatifler Arapların iç işlerine burnunu sokmak şeklinde değerlendirilmiştir. Bu sebeple böyle bir tiyatrodan sonra Arap devletlerinin nasıl bir tavır takınacağı herkesin merak konusu olmuştur.

Fas parantezi

Normal şartlar altında Arap Birliği’nin, yapılmış olan bu açıklamadan hemen sonra birkaç gün içinde toplanarak bir açıklama yapması gerekirken Filistin’in toplantı çağrısı birkaç kez değişik mazeretler ile karşılığını bulmamıştır. Son olarak 1 Şubat tarihinde toplanmayı başarmış olan Arap Birliği her ne kadar toplu olarak planı reddettiğini açıklasa da müstakil olarak Arap devletlerinden farklı açıklamalar gelmektedir. Öncelikle açıklanan bu yüzyılın anlaşmasını en sert şekilde reddeden Arap devletleri olarak Kuzey Afrika devletlerini örnek gösterebiliriz. Kuzey Afrika Arap devletleri içerisinde Fas’a ise ayrı bir parantez açmamız gerekmektedir. Fas özellikle kendi ülkesinin Batı Sahra’da yaşadığı problemlere karşılık Filistin meselesinin öncelediğini her fırsatta dile getirmektedir. Nitekim Fas Dış İşleri Bakanlığının yaptığı açıklamada bu durum ön plana çıkarılmıştır. Batı Sahra’da yaşanan problemlerde karşı tarafın Avrupa’nın desteğini alma politikalarına karşılık Fas yönetiminin de Amerikan yönetiminin ve İsrail’in desteğini almaya çalıştığı bilinmektedir.

Bir diğer husus ise Körfez ülkeleri tarafından konunun farklı bir şekilde değerlendirildiği gerçeğidir. Körfez ülkelerini elbette tam bir blok şeklinde değerlendirmek mümkün değildir. Burada ön plana çıkan devletler olarak Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in takındığı tavır önemlidir. Bu devletler son on yılında İran’ın kendilerini kuşattığı şeklideki bir tehdit algısı ile yaşamaktadır. İran’ın, Irak ve Suriye’de artan İran etkinliği ile Lübnan ve Hamas üzerindeki etkinliği birleşince Körfez ülkeleri kendi kara yollarının kapatıldığını, adeta bir kuşatma altına alınarak yarımada hapsedildiklerini düşünmektedir. Bu tehdit algısına karşılık yeni Körfez ülkeleri politikası bu kuşatmayı kırmak üzerine inşa edilmiş ve bu noktada İsrail stratejik bir ortak ülke olarak belirlenmiştir. Her ne kadar bu ortaklık dünyaya deklare edilmemişse de yürütülen politikalarda bu net olarak görülmektedir. Bu sebeple bu ülkeler bölgede kendilerine yönelik bu tehdidi bertaraf etmek için kesin ve net bir şekilde başta Amerikan yönetiminin desteğini almayı olmazsa olmaz olarak görmektedir. Amerikan yönetiminin desteğini almanın yolu ise bu ülkeler için İsrail’in desteklenmesi veya Filistin yönetiminin belli başlıkları kabule ikna edilmesidir.

Filistin ve İsraillilerin yaşamış oldukları bu çatışma bugüne kadar birçok uluslararası platformda dillendirilmiş ve çözüm için taraflar birçok kere bir araya gelmiş/getirilmiştir. Buna karşılık meselenin çözümü bir yana her seferinde taraflar arasında çatışma ortamı daha da derinleşmiştir. Bununla beraber bugüne kadar yapılan tüm görüşmelerde iki taraf arasındaki terazi dengesi hep korunmuş ve iki taraf arasındaki askeri güç dengesi her ne kadar gece gündüz gibi farklı olsa da şekli olarak siyasi görüşmelerde her iki taraf eşit tutulmuştur. Buna karşılık Trump’ın başa geldiği günden bu yana atılan tüm adımlarda Filistin tarafı sürekli olarak yok sayılmıştır. Gerek Mahmut Abbas’ın Trump ile yaptığı dört zirve gerekse ABD yönetiminin Filistin tarafını ziyaret ederek gerçekleştirdiği 37 toplantı, aslında müzakere için değil alınan birtakım kararların dayatılması ve takibi için gerçekleştirilmiştir.

Kushner’in şantajı

Bu çerçeveden değerlendirildiğinde 20 Ocak 2020 tarihi Trump yönetimi ile beraber malum bir durumun ilanı şeklinde değerlendirilmelidir. Kısacası tek taraflı olarak üç yıl boyunca alınıp uygulamaya konulan kararların dünya kamuoyuna ilan edilerek bunların artık kabul edilmesi gerektiğinin sunumudur. Bu durumun aslında bu şekilde gerçekleştirileceği Trump’ın damadı tarafından, üç yıl boyunca bölge ülkeleri tek tek ziyaret edilerek taraflara anlatılmıştır. Bir diğer ifade ile bu sözde barış planı Trump’ın damadı Kushner’in bölge ülkelerini ziyaretleri sırasında müzakere ederek ulaştığı bir metin değildir. Kendilerinin yapmış olduğu ve üç yıldır uyguladığı bir metnin dünya kamuoyuna ilanıdır. Kısacası malumun ilanıdır. Bölge ülkelerinin tehdit algıları ve yaşadığı iç sıkıntılar ise aslında bölge ülkelerine karşı bir şantaj aracı olarak Kushner’in ziyaretleri sırasında kullanılmıştır.

Yapılan bu deklarasyon ile dünya kamuoyu karşısında üç yıldır perde arkasında oynanan bir tiyatro 20 Ocak’ta gösterime girmiştir. Bu başlangıç gösterisinden sonra artık dünya kamuoyunun nasıl bir tavır takınacağı sadece bölgesel barış için değil aynı zamanda küresel bir barış için de önem arz etmektedir. Zira bu durumu sadece bölgesel bir meselenin bölgedeki iki ülkeye veya birkaç ülkeye dayatıldığı şeklinde okuyanların, yarın küresel bir meselenin küreye dayatıldığını gördüğünde şaşırmaya hakları kalmayacaktır. Bu malum meselenin ilanı elbette iç siyasetler ile bağlantılı bir şekilde şimdi ilan edilmiştir. Fakat konunun içeriği bu ilanın zamanlamasından çok daha öte bir anlama sahiptir. Kısacası evet iç siyasette tam da ihtiyaç duyulan bir zamanda bu plan ilan edilmiştir ama bu bizim indirgemeci bir yaklaşım takınmamıza sebep olmamalıdır.

Diğer taraftan bu tablonun Arap Birliği için de bir dönüm noktası olduğu kanaati ön plana çıkmaktadır. Zira Arap Birliği dışarıya karşı her ne kadar sert bir mesaj yayınlamış olsa da içeride çok büyük bir çatlak olduğu, ülkelerin müstakil açıklamalarında ortaya çıkmıştır. Hatta bazı ülkelerin bir diğerini aleni olarak ihanetle suçladığı bir süreç başlamıştır. Bu durum Arap Birliği’nin bu haliyle daha uzun süre devam ettirilemeyeceğini de ilan etmiştir. Araplar Trump tarafından kendi içlerine bir fitne atıldığını göremeyecek kadar büyük bir tehdit algısı ile yaşamaktadır. Sonuç olarak Filistin-İsrail meselesinde bu sözde barış planının ilanı ile birlikte müzakere döneminden tek taraflı dayatmalar ile meselenin yürütülmesi dönemine girildiği dünyaya deklare edilmiştir. Dünya kamuoyunun baskıları sonucu mevcut tablo değiştirilmediği takdirde ise sadece bölgede değil küresel anlamda da dayatmalar dönemine geçileceği açıktır. Filistin özelinde ise artık İsrail’in önü açılmıştır. Filistinliler buna razı olmazsa kanlı bir şekilde İsrail politikalarının yürütüleceği ilan edilmiştir.

@gbozbash