Küresel temerkuz kampı ve toplu sözleşme!

Hasan Hüseyin Öz / Araştırmacı-Yazar
2.09.2017

Üretimin ve hizmetin öznesi emekçinin, sosyal diyalogun tarafı olarak denklemdeki yeri iyiden iyi flulaşırken, finansal kapitalizmin oluşturduğu illüzyon hayatın belirleyicisi olmaya devam ediyor. Oysa, finansal kapitalizmi aşmanın tek yolu dayanışmadır. Kendi gizli ajandalarını sendikal kılıfla örtmeye çalışanların bu konuda bir kere daha düşünmeleri gerekiyor.


Küresel temerkuz kampı ve toplu sözleşme!

4.Dönem Toplu Sözleşme’ye ilişkin tartışmalar devam ediyor. Fakat tartışmalar esasa ilişkin değil. Üstelik bu durum sadece bu konuyla da sınırlı değil. Kavramların alt-üst edildiği, olguların içinin boşaltıldığı bir zeminde maalesef ülkemizde en azından bir kesimin gerçekle teması kopmuş görünüyor. Burada “bir kesim ifadesi” salt siyasal algı ve ideolojik tutuma karşı konumlanma olarak algılanmamalı. Zira sorun daha derinlerde ve içinde yaşadığımız dünyaya ilişkin.

Mesele açık: Kimileri yeni gelişen sürece karşı pencerelerini kapatmış, daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi ezberlerini silaha dönüştürerek geniş kitlelere karşı kullanmaktadır.

Bizim derdimiz bellidir; Türkiye’nin tarihî hesaplaşmayı yaşadığı bir dönemde, buradan, yani bu toprakların değerleriyle, hadi biraz daha açalım, Türkçe’nin imkanlılığıyla olguları ve olayları kavrayıp analiz etmektir. Evet, itiraf ediyorum, bu yönüyle ben de bir tarafım; objektifliğimin sınırlarını da bu topraklar belirliyor. Zira “evrensellik” kelimesinin hegemonun hizmetinde olan en kirli kavramlardan biri olduğunu bu yaşımda çok iyi biliyorum. Levanten’de kozmopolitizm bataklığından sudur etmiş “aydınların” hegemona nasıl hizmet ettiklerini, nasıl emperyalizmin karakoluna dönüştüklerini de biliyorum. Süreç birbirinin tekrarı şeklinde aynen devam ediyor.

Biraz daha ileri gideyim mi? Ben batıdan sudur etmiş fikirlerin sömürgen olduğunu düşünüyorum. Oksidantalist değilim elbette. Ama, bazı batılıların bile –Gramsci, Robert Cox gibi- kendi sınırlılıkları içinde belirttikleri gibi, hegemonik sistemin en masum kelimeyi dahi nasıl sömürge aracına dönüştürdüğüne şahit oldukça, batıdan gelen kavramlara karşı ihtiyat payımı genişletiyorum.

Tam da buraya gelmişken Ekrem Tahir’in “Yarı Türk Düşüncenin Vücudu” adlı kitabının arka kapak yazısından çarpıcı bir bölümü buraya konduruverelim. “Batı bir avuç düşünen insanın dışında, hep hecesiz kelimeler ve mefhumlar medeniyetidir: Kanlı, kıyıcı ve ebedi sömürgeci.”

İki ayaklı siyasal strateji

Afganistan demokrasiyle tanıştı! Irak özgürleştirildi! Suriye’nin demokratik ve özgür dünyaya katılması için temizlik operasyonu yapılıyor; özgürlük savaşçıları gökten bomba yağdırıyor, kendileri için devşirdikleri lejyonerlerin ellerine verdikleri silahlarla dört bir yanı ateşe veriyor, güya devirmek istedikleri diktatör varil bombalarıyla şehirlerde kalan son insanları da temizliyor. Ve Türkiye bütün bu özgürleştirme çabalarına karşı “otoriter bir rejime” doğru sürükleniyor! Fakat Türkiye, diğerleri gibi kolayca yutulacak bir ülke değil.

Hikâye şöyle devam ediyor. Krizin yoğunlaştığı, herkesin yeni konumlar elde etmek için stratejiler geliştirdiği hengamede Almanya, Türkiye’nin yüzde 50’sine yardım edeceğini açıklıyor. Kimin aracılığıyla? Tabii ki, Türkiye’yi şikâyet etmeyi ahlak edinmiş bir zihniyetin temsilcisiyle. Fakat ortada bir sorun var; yüzde elli homojen değil. Beş benzemez bir arada.

“Konumuzla ne alakası var?” demeyin. 4. Dönem Toplu Sözleşme sürecini esastan tartışmıyorlar dememin sebebi bu. Söz konusu stratejinin, en küçük kriz alanından sızıntısını gerçekleştirme gibi bir özelliği var. Çünkü sofizmin egemen olduğu bir çağdayız. Doğrular ve yanlışlar, çıkar için yer değiştirebilir.

Mesela finans kapitalin kanallarından biri olan FOX TV’nin Portakal’ı, toplu sözleşme görüşmelerinin sürdüğü son gece ne kadar heyecanlanmıştı bir hatırlayın. Küresel vesayet bu dil aracılığıyla Türkiye’de hükmünü sürdürmek istiyor. Sözleşme imzalandıktan sonra ise histerik cümlelerle, yetkili konfederasyon Memur-Sen ve başkanına olmadık hakaretler yağdırması başka nasıl açıklanabilir.

Almanya’nın yüzde 50 strateji ile söz konusu sunucunun yüzde bir buçuklu hesabı aynı yerde, aynı mantık içinde buluşurken, nafilenin oluşturduğu iklimde histeriye kapılan kapılana yani...

Manüplasyon mühendisliği

Küresel vesayet iş başında. Bizdeki Levanten’den devşirilmiş kozmopolit yarı aydınlar ile onların tercümelerinden beslenip siyaset yapanlar koro halinde seslerini yükselterek, vesayetin ateşine odun taşımaya devam ediyorlar.

İlke yok. Her şey manüple edilebilir. Ne de olsa, tercümenin oluşturduğu zihin dünyasında her yol mubahtır. Çünkü tercüme köksüzlüktür. Kökü olmayanın da en masum ifadeyle savrulması mukadderdir. Ne ki, finansal kapitalizm spekülasyonlar üzerinde yükselen bir düzendir ve insanları metropollere sürerek “küresel temerküz kampı” üzerinde hükmünü icra eylemektedir. İnsan; yalıtılmış, yığınının içinde istatistiksel manüplasyonun aracıdır. Sosyal mühendislik devam ediyor. Liberal evren içinde oluşmuş temerküz kamplarının en sert yöntemlerinden biri darbeler.

Gezi olayları temerküz kampında özgürlük sloganlarıyla darbe çağrısıydı. 15 Temmuz, işgale kapı aralayacak darbe girişimiydi. Ne var ki, bu süreçlerin özellikle ikincisinin gerçekliğinin sorgulandığı bir zeminde, sözün hükmünün kalmadığı, küresel vakumun emdiği beyinlerin göğe fırlattıkları akortsuz seslerin gürültüsüyle her şey birbirine girmiş durumda. Tam da sosyal mühendisliğin istediği ortam.

Toplu sözleşmeyle alakası ne mi?

Sosyolog Simmel, metropol üzerine yazdığı eserinde insanların anlık tepkiselliklere hapsedildiği söyler. Şimdi hesap edilmesi gereken, hatta ciddi anlamda sorgulanması gereken bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Toplu sözleşmeyle bu konunun ne alakası var demeyin.

“Küresel temerküz kampı” kavramını tam da bunun için kullandım ben. Özellikle emek hareketlerinin doğuşu ve gelişimi bu konudan azade değil. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, emeğin maliyet hanesine hapsedilmesinin sosyolojik zemini tam da burasıdır. Her şey bu kamp içinde gerçekleşmektedir.

Küresel finans kapital ve sosyolojik tasavvuru da bu köksüzlüğü istismar ederek teori geliştirir. Türkiye’deki gizli ajanda sahipleri de aynı yöntemle hareket ederler. Olguları saptırıp, insanları küçük tepkimeler içine hapsederek, bağlı bulundukları ajanslara hizmet ederlerken, tutamağı olmayan cümlelerle insanların üzerine çullanırlar. İşte, 4. Dönem Toplu Sözleşme masasına yetkili olarak oturan konfederasyona çullanmalarının sebeplerinden biri de burada gizlidir.

Mesele, kamu görevlilerinin mali ve sosyal hakları değil miydi? Niçin kimse bu konuda konuşmayıp da, sosyal mühendislik çalışmaları için kamu görevlilerini bir aparata dönüştürmek istiyor? 2018-2019 Orta Vadeli Mali Plan ortada dururken, zam parantezinde neden insanlara yalan yanlış bilgiler veriliyor?

Cevabı belli sorular bunlar; küresel temerküz kampında sadece algılara indirgenmiş insanın finans kapital tarafından sömürülmesini pekiştirmek. Daha açık ifadeyle öngörülemeyen, Türkiye’nin her fırsatta denendiği gibi, son toplu sözleşme sürecinin sonuçları üzerinden istismar edilerek sistem içine çekilip kontrol edilmesidir.

Orta vadeli mali plan

Ben, bugünkü sistemde kumar ekonomisinin veya Marks’ın kavramsallaştırmasıyla “hayali sermayenin” yani finans kapitalin her şeyi emdiği bir ortamda üretimin ve hizmetin öznesi emeğin hakkının reel zemine çekilip savunulmasının çok güç bir iş olduğunu düşünenlerdenim. Ne var ki, küresel finans sisteminin yakıp yıktığı ortamın yeniden tamirinin sağlanabilmesi için üretim-emek ilişkisinin yeniden kurulması, tekelin dışındaki alanın yeniden tahkim edilmesi gerekiyor. Onun için de finans kapitalin sebep olduğu illüzyonu dağıtacak gerçeklik algısına ihtiyacımız var. Tam da bu yüzden olayın bir başka yönüne dikkat çekmek istiyorum.

2017 ila 2019 yılları arası “Orta Vadeli Plan” verilerine bakıldığında, hükûmet tarafından 2017 yılında personel giderlerinin 162.639 Milyon TL, 2018 de 177.049 Milyon TL ve 2019 yılında da 190.080 Milyon TL olması hedeflenmektedir. Buradaki verilerden 2017 ila 2019 arasında personel giderine ilişkin olarak %16, 87’lik bir artış öngörülmüştür. Bu artış içerisine yeni alınacak personel sayısı ile mevcut çalışan personelin kadro ve derece ilerlemelerine bağlı olarak maaş artışları da dahildir. Yeni personel istihdamı ile kadro-derece kaynaklı maaş artışları yıllık ortalama %2-2.5’luk bir gideri temsil etmektedir. Bu durumda orta vadeli plan açısından memur maaşlarının artış oranı dikkate alındığında kümülatifte % 17,54’lük bir artışın önemi daha iyi kavranacaktır.

Meselenin reel boyutu budur. İdeal noktada ise finans kapitalin oluşturduğu ve tamamen tüketime dayanan hayal dünyasının dağıtılması gerekiyor. Memurların haklı çıkışlarını unutmadan bu uyarıyı yapıyorum. İşin garip tarafı, bugün meydanlarda nutuk atan, neo-liberal politikaların yıkıcılığından dem vuranlar, bu gerçekleri bilmelerine rağmen, baştan çıkarıcı söylemler kullanarak yine finans kapitalin çıkarlarına hizmet ediyorlar. Özellikle enflasyon rakamları üzerinden yürütülen tartışmalar, enflasyonun psikolojik bir hadle hareket ettiğini bilmelerine rağmen, hükûmetlerin gelecek planlarındaki iyimser havayı dağıtmak için de felâket tellallığına soyunduklarını söyleyiverelim. Ne de olsa, yüce amaç için bu gereklidir.

Yetkisiz konfederasyonlar

Türkiye’de toplu sözleşmeleri sürdüren sendikalar, kanaatimce 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu’ndan kaynaklanan sıkıntılardan dolayı zor durumda kalıyorlar. Zaten küresel çapta bir sendikal kriz yaşanıyor. Bir de bu kanunun oluşturduğu sıkıntılar eklenince kriz derinleşiyor. Mesela, toplu sözleşme masasına hükûmet tek başına otururken, her yıl Mayıs ayında açıklanan rakamlara göre yetkili sıfatı kazanmasına rağmen yetkili konfederasyon, ‘yetkisizle’ beraber masayı paylaşmak zorunda kalıyor. Sonrası istismar, kriz. Bu yıl, KESK, kanunun oluşturduğu boşluktan faydalanarak KHK ile ihraç edilen eşbaşkanlarını –kanunen mümkün olmadığını bile bile- masaya oturtmak istedi. Amaçları belliydi: Zaten sendikayı “devrimin volan kayışı” olarak gören KESK, bu hamlesiyle Türkiye’yi şikâyet etmek için bir fırsata dönüştürmek.

Bana göre KESK, küresel vesayetin taşıyıcılarından biri. Dolayısıyla bu tarz stratejilere teşne. Diğer yetkisiz sendika ise, geçmişin hesabı ortada dururken, kamuoyunu enflasyon hesapları üzerinden yanıltma girişimlerini sürdürdü.

Bugün gerek dünyada gerekse ülkemizde yaşanan sendikal kriz, bu tarz şark kurnazlıklarıyla daha da derinleşmekte. Üretimin ve hizmetin öznesi emek tarafının ise sosyal diyalogun tarafı olarak denklemdeki yeri iyiden iyi flulaşırken, finansal kapitalizmin oluşturduğu illüzyon da hayatın belirleyicisi olmaya devam ediyor. Oysa, finansal kapitalizmi aşmanın tek yolu dayanışmadır. Kendi gizli ajandalarını sendikal kılıfla örtmeye çalışanların bu konuda bir kere daha düşünmeleri gerekiyor. Hele hele yol ayrımındaki bir ülkede yaşıyorlarsa. 

[email protected]