Küresel-bölgesel taktikler ve devlet vizyonu

Adnan Boynukara / Ak Parti Adıyaman Milletvekili
22.10.2016

ABD ve AB ülkelerinin amacı PKK’yı Irak ve Suriye coğrafyasına kalıcı ve ‘meşru’ bir şekilde yerleştirmektir. Bunun için hem İran ve Merkezi Irak Yönetimi’yle işbirliği içinde Barzani yönetimini sabote ediyor hem de PKK’nın, DEAŞ’ın insansızlaştırdığı Sincar Dağı’nı ikinci Kandil yapmasına destek veriyorlar.


Küresel-bölgesel taktikler ve devlet vizyonu

Dar ve mikro ölçekleri gören perspektifle iç politikalara, bölgesel ve küresel politikalara bakanların Türkiye’nin ne yapmaya çalıştığını anlamamalarını ve hatta tehlikeli sulara açıldığını düşünmelerini anlayışla karşılarız. Peki, ‘bölgesel aktör’ perspektifinden ele alındığında hakikat nedir? Dünya, bölge ve Türkiye haritasını birlikte önümüze koyup tepeden baktığımızda hem tüm aktörleri hem de sosyal, siyasal, stratejik ve taktiksel gelişmeleri net okuyabiliyoruz. Biraz detaylandırarak irdeleyelim.

Irak yönetimi ve İran/Şiilik

Analize konu olan bölge, Irak ve Suriye’nin oluşturduğu bizim coğrafyamız. Bölgedeki aktörlerden biri, merkezi Irak hükümeti ve onun mezhepsel hamisi olma pozisyonunu saklama gereği duymayan İran. Bizim kuşak, İran devriminin ABD karşıtı olduğuna ilişkin değerlendirmeleri okuyarak büyüdü. Aslında bu tür değerlendirmelerin gerçeklikle ilişkisi süreç içinde ayan beyan ortaya çıktı ve İran’ın devletlerarası ilişkide olabildiğince Makyavelist olduğu kısa sürede görüldü. Başka bir ifadeyle, egosantrizme, benmerkezciliğe teslim olmuş bir devlet geleneğinden bahsetmek mümkün. Bunun somut örneklerinden birisi, 2010 yılında İran’ın Türkiye ve Brezilya aracılığıyla imzaladığı ve yayınladığı Tahran Deklarasyonu’dur. İran’ın bu deklarasyonla nükleer enerjinin barışçıl amaçlı olduğunu ilan etmesine rağmen ABD bunu kabul etmediğini açıkladı. Ancak bu açıklama üzerine hiç kimse ABD’nin İran ile direkt ilişkiye geçtiği sonucunu çıkarmadı!

Halbuki, ABD yönetimine hakim olan güç merkezleri ile İran arasında 2010 yılından bu yana direkt ilişkinin olduğu bilinen bir gerçek. Bu ilişki, giderek iki ülke açısından, adı konulmamış bir ‘ortaklığa’ dönüşmüştür. Çünkü karşımızda egosantrizme teslim olmuş iki ülke var. ABD ile İran arasında adı konulmamış bir ortaklığın olduğunun temel göstergelerinden birisi de Irak işgali ve sonrasında ortaya çıkan siyasi sonuçlardır. Bu sonuçlar analiz edildiğinde, ABD’nin Irak ve Suriye’den oluşan bölgedeki yeni müttefikinin Şiilik maskeli enstrüman olduğu görülür. Bu konu son zamanlarda oldukça netleşmiş durumda. Ancak bahsettiğimiz bölgedeki ortaklık, diğer bölgelerde de ortaklık yaptıkları sonucunu doğurmaz.

Tabii ki, ABD’nin bölgedeki yeni ortağı olan Şiilerin İran’dan bağımsız hareket ettiğini söylemek mümkün değildir. İran’ın, 79 devrimi sonrası temel hedefi olarak belirlediği ‘ortak Şii irade’ önermesi ABD’nin Irak işgali üzerinden hayat buldu. Irak’ta yönetime gelen hükümetlerin tek motivasyonu mezhepçilik. Musul üzerinden Türkiye’ye karşı sergilenen tutumda da bu motivasyonun olduğunu görüyoruz. Konuşanın Irak merkezi yönetimi olması bu sonucu değiştirmiyor.

ABD’ye hakim olan akıl

Uluslararası ilişkilerde çıkar ilkesini hayata geçiren ülkelerin başında ABD gelir. ABD, ‘müttefiklerine’ karşı terör örgütleriyle işbirliği yapacak kadar çıkarcıdır. ABD’nin diğer belirgin özelliği ise bulunduğu bölgelerde ‘kompartmantasyon’ uygulamasıdır. Mesela; Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Bahreyn’de birbirinden oldukça farklı toplumsal kesimlerle, örgütlerle işbirliği yapabilmektedir.

İşbirliğinden öteye, Irak’tan çekilme planıyla eşgüdümlü olarak ABD’nin bölgeyi dizayn ve kontrol etmek için ihtiyaç duyduğu terör örgütünü oluşturması dahi vakıa olarak karşımıza çıkmıştır. DEAŞ, Müslüman halkların yaşadığı coğrafyaların maruz kaldığı işgal süreçlerinde edindikleri tecrübeyle organize ettikleri asimetrik savaşın bir ürünüdür. Baas kadroları, Maliki-Esed desteği, bölgedeki kimi ülkelerin lojistiği ve Batılı istihbarat örgütlerinin katkılarıyla yapılandırılıp yönetilen terör örgütü. Burada dikkat edilmesi gereken temel hususlardan birisi de, DEAŞ’a yüklenen anlam ve verilen görevdir.

DEAŞ’a iki farklı rol yüklenmiştir. Bir yanıyla bölgede süren halkların doğal değişim süreçlerinden rol çalmak, öte yandan da bölgede olası kontrol dışı düzen kurulmasının önüne geçmek için mevcut güçler arası dengede, kıvrak saf kaymalarıyla kaosun sürekliliğini sağlamak. Bu kapsamda; bir yandan Şengal bölgesine saldırıp orayı insansızlaştırıp PKK terör örgütüne bırakırken, diğer yandan Suriye’de ÖSO’ya saldırıp Esad rejimine can suyu vermektedir. Aynı şekilde Irak’ın kuzeyinde Barzani’ye saldırarak merkezi yönetimin elini güçlendirirken, siyasal kriz çıkartmak üzere Türkiye’ye yönlendirilmektedir. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Kısacası; ABD yönetimine hakim olan bu akıl, bölgedeki bütün devletleri, halkları ve grupları, DEAŞ aracılığıyla yeniden formatlamaya zorlamaktadır! Bu maksatla DEAŞ hiç kimsenin üstün gelmeyeceği ve kaotik bir denklemin devamı için alanda tutulmaktadır. Bunun yanı sıra, ihtiyaç halinde küçük manipülasyonlarla harekete geçirilebilecek örtülü çatışma zeminleri de oluşturulmaktadır. Musul üzerinden planlanan mezhep çatışması gibi!

PKK terör örgütünün geçirdiği aşamalar dikkate alındığında; KCK, PKK, PYD, YPG gibi yapılanmalarının hepsinin birbirini besleyen ve tek örgütün türevleri olduğu görülür. ABD ve AB bunu net olarak bilmektedir! Buna rağmen, Türkiye sınırlarına yakın bölgelerde ortaya çıkartılan PYD/YPG’ye verilen desteğin amacı Türkiye’yi bölgesel politikanın dışına itip içe kapatmak ve bu örgütlere meşruiyet kazandırmaktır. ABD, KCK alt örgütlenmesi olduğu bilinen PKK’yı, yeni isim ve farklı bir kurguyla bölgemizde tutmak istiyor. Müttefiklikle bağdaşmayan bu politika için ise DEAŞ terör örgütü kullanılıyor. Daha ötesi, bu örgüt üzerinden PKK’ya meşruiyet kazandırılmaya çalışılıyor. Batı ülkelerinde PKK, PYD, YPG adına izin verilen toplantılar da aynı amaca hizmet ediyor.

ABD ve AB herkesin DEAŞ terörünü konuşmasını istiyor. Hiç kimsenin bu örgütün ortaya çıkışı, silahlara nasıl sahip olduğu, bölgede izlediği terör saldırılarının arka planını sorgulamasını ve fikir beyan etmesini istemiyorlar. “Örgütün özünü gizleyerek ortaya çıkan sonuca odaklanın” diyorlar! Daha da ileri giderek, hep bir ağızdan; “DEAŞ’la mücadele verilirken PKK’yı düşünecek halimiz yok, DEAŞ varsa PKK, YPG, PYD meşrudur” diyorlar. Türkiye bu kirli politikaya ve aldatmacaya itiraz ediyor ve diyor ki; “DEAŞ sizin organize ettiğiniz bir terör örgütüdür, yok edilmelidir. Ama PKK’nın Türkiye açısından tehlike olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. PKK’yı da sizler besliyorsunuz ve PYD ile PKK aynıdır. DEAŞ üzerinden bunlara meşruiyet zemini oluşturma çabanız kabul edilemez...” Bu durum, Batı’nın gladyo geleneğini sürdürme konusunda ısrarlı olduğunu ortaya koyuyor. Bölge halklarına düşen ise bunu deşifre etmektir. Türkiye bunu yapıyor... ABD ve AB ülkelerinin amacı PKK’yı Irak ve Suriye coğrafyasına kalıcı ve ‘meşru’ bir şekilde yerleştirmektir. Bunun için hem İran ve Merkezi Irak Yönetimiy’le işbirliği içinde Barzani yönetimini sabote ediyor hem de PKK’nın, DEAŞ’ın insansızlaştırdığı Sincar Dağı’nı ikinci Kandil yapmasına destek veriyorlar. Hızını alamayan ABD, PKK terör örgütüne silah vermeyi dahi gündemine alabiliyor. Kısacası; ABD’yi, AB’yi, bunların bölgesel politikalarını doğru okumak ve birbirine düşman gibi görünen, ama özünde müttefik olanları iyi görmek gerekiyor. Bu politikalar kapsamında ortaya çıkardıkları, silah verdikleri ve kullandıkları DEAŞ, PKK, PYD gibi terör örgütlerini de tanımak önemli. Hem bu kirliliği deşifre etmek, hem de kendi denklemimizi tüm bu berraklık içinde kurabilmek için...