Küreselleşme sürecinin felsefi söylemi

Murat Güzel / Açık Görüş Kitaplığı
5.11.2022

Prof. Dr. Yasin Aktay, 'Postmodern Kavşakta Din ve Sivil Toplum' adlı eserinde din sosyolojisi, modernizm, postmodernizm, sekülerleşme ve sivil toplum tartışmaları etrafında yazdığı makaleleri bir araya getirerek kavşakların genelde farklı seçenekler sunduğunu, modernitenin aksine postmodernitenin farklı yol ve güzergahlardan gidilebileceğine dair açık alanlar bıraktığını vurguluyor.


Küreselleşme sürecinin felsefi söylemi

Yirminci yüzyılın son çeyreğinde sanat ve edebiyattan şehirleşme ve mimariye felsefe ve dinden sosyoloji, siyaset ve ahlaka kadar hemen hemen bütün beşerî faaliyet alanlarında etkili olan bir tartışmaydı postmodernizm ve elbette onun türevi sayılabilecek diğer tartışmalar. Felsefede ilkin bir talep üzerine "son derece gelişmiş toplumlarda bilginin durumunu ortaya koymak" amacıyla Fransız filozof Jean-François Lyotard'ın hazırladığı ve 1979'da yayınlanan raporda işaret edilen postmodernite ya da postmodern durum deyişi bu toplumlarda ortaya çıkan meşruiyet krizini niteleme girişimi olarak görülebilir. Lyotard aşırı bilgisayarlaştırılmış toplumlarda toplumsal bilginin meşruiyeti probleminin oluştuğunu; bu toplumlarda her türlü bilginin geçerli sayılmayıp ancak bilgisayar diline aktarılan bilginin geçerli kabul edileceğini ileri sürmüştü. Lyotard'ın tasvir ettiği şekliyle postmodern durum modernist dönemde etkinlik kazanmış meta-anlatıların inanırlılıklarının olmadığı bir dönemi ifade ediyordu. Eşitlik, adalet, hümanizm, ilerleme, özgürlük vb. kelimelerle işaret edilen meta-anlatıların (bir bakıma üst bir bakıma büyük anlatılardır bunlar) çevresinde, onlara dayanarak geliştirilen kapsamlı kitle ideolojilerinin de postmodern durumda eski önemlerinin kalmayacağını öngören Lyotard belki bu bakımdan sosyalizmin 1989'daki çöküşünü önceden haber vermiş sayılabilirdi.

Kavşaklar ve seçenekler

Felsefe ve sosyolojide postmodernist söylemin ikinci dönemiyle Wittgenstein ve Heidegger, Foucault, Lyotard, Richard Rorty, Gilles Deleuze, Jacques Derrida, Roland Barthes,Pierre Bourdieu gibi isimlerin eserlerinde ön plana çıktığını söylemek mümkün. Batılı hümanizme, Avrupamerkezcilikle malul dünya algısına ve daha genel anlamda aydınlanma ve modernlik düşüncesine yönelik köklü eleştiriler geliştiren bu isimlerin "dil oyunları, söylem, ideoloji, doxa, habitus" vb. kavramları kullanarak bu eleştirilerini dile getirdikleri görülür. Postmodernizmin özellikle Nietzsche ve Heidegger gibi iki Alman düşünürü kök sayan yaklaşımlarıyla 1960'lardan sonraki Fransız felsefesinin önemli isimleri arasında yer alan Lyotard, Foucault, Derrida, Deleuze gibi isimlerin önayak olduğu ve modern özne tasavvurlarının kapsamlı bir eleştirisinin gerçekleştiği bir mecra olduğu iddia edilebilir. Bu eleştirileri dile getirenlerin önemli bir kısmının geçmişlerinde Cezayir tecrübesinin bulunduğunu da eklemek gerekir. Buradan yola çıkarak Fransız işgali altındaki Cezayir tecrübeleri modernliğin kavramsal iddialarının geçerliliğini nihai kertede çürütmüş addedebiliriz.

Postmodernizmin küreselleşmeyle aynı zamanlarda geliştiğini hatırlatarak onu bir anlamda küreselleşme sürecinin felsefi ya da siyasi söylemi addedebileceğimizi söyleyen Prof. Dr. Yasin Aktay, Postmodern Kavşakta Din ve Sivil Toplum adlı eserinde din sosyolojisi, modernizm, postmodernizm, sekülerleşme ve sivil toplum tartışmaları etrafında yazdığı makaleleri bir araya getirerek kavşakların genelde farklı seçenekler sunduğunu, modernitenin aksine postmodernitenin farklı yol ve güzergahlardan gidilebileceğine dair açık alanlar bıraktığını vurguluyor ve ekliyor: "Görecelik postmodernitenin sadece keşfettiği bir hakikattir, bu hakikat, insanın insanlığını, faniliğini, sınırlarını, yani aslında yerini ona öğreten bir etki de yapıyor. İnsanı tanrılaştıran ve bütün hakikatlerin tek ölçüsü haline getiren modernizmin hümanizminin, bizi alıştırdığı kesinlik duygusunun kendisinde bir maraz olduğunu bugün anlamaya bu sayede daha fazla yaklaşmış bulunuyoruz."

Postmodern Kavşakta Din ve Sivil Toplum Yasin Aktay Tezkire, 2022

Devlet geleneğimizi yaralayan trajedi

Kıbrıs meselesi dolayısıyla 6-7 Eylül 1955'te gerçekleşen ve akabinde yaşanan trajedinin Türk devlet geleneğinde önemli bir yaraya yol açtığı iddia edilebilir. Bu olayların Yassıada Mahkemeleri'nde de ciddi bir gündem maddesi olarak görüldüğünü bu iddiaya ekleyebiliriz. Dönemin Trabzon Milletvekili Mahmut Goloğlu'nun özel arşivinin yanısıra mevcut literatürde kullanılmayan arşiv belgelerini ve gazete koleksiyonlarından da yararlanarak yeni bir bakış açısı ile tarihe 6-7 Olayları olarak geçmiş hadiseyi inceleyen Uğur Üçüncü ve Hikmet Öksüz, bu olaylarla ilgili çeşitli sorulara cevap arıyorlar. Soruların bazıları ise şunlar: 6-7 Eylül Olayları sadece psikolojik etkenlerle açıklanabilir mi? Hükümetin sorumluluğu komünistlere yüklemesi ne kadar doğruydu? Olaylar hükümetin tertibi miydi? Olaylarda dış servislerin etkisi var mıydı? Olaylar iktidar, muhalefet ve azınlıklar üzerinde ne tür etkiler bıraktı?

6-7 Eylül 1955 Olayları, Uğur Üçüncü-Hikmet Öksüz, TİMAŞ, 2022

Osmanlı'da bir sufi adli bir olaya karışırsa

Osmanlı toplumunda sufilerin devletle, bürokrasi ve ilmiye çevreleriyle ilişkileri öteden beri ilgi konusudur. Bu ilişkilerin daha sahih bir zeminde anlaşılması için Zekeriya Işık eserinde sufilerin günlük hayat döngüsü içerisinde karşılaştıkları ve karıştıkları adli olayları; idari, hukuki ve adli kovuşturma ve muhakemeleri, aldıkları cezaları ve ceza infaz süreçlerini inceliyor. Sufilerin Osmanlı toplumunda yatay ve dikey ne kadar bir alanı kapladığı sorusuna bir cevap arayan Işık böylelikle birey ve toplulukların gündelik hayatlarında maddi ve manevi olarak nüfuz ettikleri alanın, geliştirdikleri ilişki biçimlerinin varyasyonlarının frekanslarının nasıl ölçülebileceğini de ortaya koyuyor. Işık eserinde tarihsel veriler kadar din sosyolojisi, din psikolojisi ve sosyal antropoloji disiplinlerinden de yararlanıyor.

Kanun ve Şeyh, Zekeriya Işık, Çizgi Kitabevi, 2022

@uzakkoku