Siyaset, anı yönetme sanatı değildir. Geleceği öngörmek ve zamanın ruhunu doğru anlamaktır. 30 yıl önce bugün AK Parti’nin Kürt meselesinde attığı adımlar atılmış olsaydı ne Kürt meselemiz olurdu, ne de buradan beslenen PKK.
MEHMET METİNER/Siyasetçi
Bir Müslümanın savunacağı şeyler, siyasetinde esas alacağı ölçüler ve bir bütün olarak yaşam tarzı hiç kuşkusuz kutsal kitabındaki ölçüler olmalıdır. Kim ki kendi kutsal kitabının ölçülerinin dışına çıkar modern zamanların ulus/ulusçuluk, milliyet/milliyetçilik ve ulus-devlet formu içinde düşünmeye başlarsa farkında olmadan İslâm’a aidiyet temelinde ortaya çıkan “İslam milleti” anlayışına ve Habeşli köle Bilal ile Mekke’nin en soylu aşiretine mensup Hz. Ebubekir ve Hz. Ali (r.a) efendilerimizi kardeşleştiren anlayışa aykırı davranmış olur. Bu ülkenin Müslüman aydınları ve siyasetçileri Kürt kardeşlerinin meselelerine yaklaşırlarken öncelikle bu ana ilkeyi unutmamalıdırlar diyorum.
Kutsal kitabımızda yüce Allah der ki: “Ey insanlar! Şüphe yok ki biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışasınız diye sizleri milletlere, ırklara, kavimlere ve topluluklara ayırdık. Muhakkak ki Allah katında en değerli olanınız takva sahipleridir. Hiç kuşkusuz Allah her şeyi bilendir ve her şeyden haberdardır.” (Hucurat Suresi, ayet: 13)
İslam’ın millet anlayışı
İslam’ın millet anlayışı da, kardeşlik anlayışı da bu inanç ve ahlakî ilkeler üzerine kuruludur. O yüzden Habeşli köle Bilâl Peygamberimizin nezdinde müşrik olan öz amcasından daha değerlidir.
Burada İslam milleti tabirine bir açıklık getirmemiz gerekiyor. Osmanlıdaki millet anlayışı bunun tam bir pratiği aslında. İslam milleti dediğimiz bütünlük yapı, aynı dine mensup farklı ırkların, milletlerin, kavimlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Bu yapının içinde Kürtler de vardır, Türkler de, Araplar da ve diğer milletler de... Osmanlıdaki “millet” tanımı din eksenli olduğu için farklı milletlere mensup Müslümanlar aynı zamanda bir tek millet olarak tanımlanırlardı. Sonra bu milletin adı Cumhuriyetle birlikte değiştirildi. “İslam Milleti” veya sonradan “Osmanlı Milleti” olarak tanımlanan millet bütünlüğündeki anlam ile Cumhuriyet döneminde esas alınan “Türk Milleti”ndeki anlam hiç kuşkusuz birbirinin aynı değildir. İçlerinde Müslüman aydın ve siyasetçilerin de yer aldığı bir kesimin anlam veremediğim bir biçimde “Türk Milleti” tabirine Cumhuriyetçi ulusçu seçkinlerin yüklediği anlamı göz ardı ederek bütünleştirici bir kimlik olarak tıpkı “İslam Milleti” biçimine dönüştürmeye kalkışmalarını zoraki ve iknadan uzak bir çaba olarak görüyorum. Bu çabaya ne gerek var anlamıyorum. Cesareti olan çıkar hepimizi birleştiren “millet” tanımının altında İslam olduğunu söyler. Biliyorum, “Türk Milleti” deyimini kullanan çoğu Müslüman aydın ve siyasetçi bu tanımın içine sözgelimi Kürt kardeşlerini de koymaktadırlar. Ama bu durumda anlam veremediğim bir biçimde Kürtlerin de tıpkı Türkler gibi bir millet oldukları gerçeğini kabule yanaşmıyorlar. Israrla “Türk” tanımının etnik/ırksal bir tanımlama olmadığını ispat etmeye çalışıyorlar. Oysa bu ispat çabasının bizatihi kendisinin Müslüman düşünüşle bir alakasının olmadığını/olamayacağını görmüyorlar.
Ulus-devletin eğitiminden geçmiş Müslüman beyinler bu tür sapmaların farkına varmadan “Kürt meselesi”nin çözümünde doğru bir anlayış ve siyaset ortaya koyamazlar. Biz nasıl bir Türkiye ve nasıl bir dünya inşa etmek istediğimizi kendi ölçülerimiz çerçevesinde ortaya koyarak farklılığımızı gösterebiliriz. “Devletin bekası” elbette gereklidir, “milletin bütünlüğü” hiç kuşkusuz elzemdir, ama hangi devletin ve milletin? Milletimizin bileşenlerini oluşturan her bir ırk, kavim ve topluluk bizim için aynı değerdedir.
Peygamberimiz (s.a.v) ne güzel koyar ölçüyü: “Hepiniz bir tarağın dişleri müsavisiniz!” Evet, İslam milletini oluşturan bütün kavimler ve ırklar bir tarağıs0n dişleri gibi eşittirler. Hiçbir Türk’ün bir Kürt’ten, hiçbir Kürt’ün bir Arap’tan üstünlüğü olamaz. Türk kardeşimiz hangi hakka sahipse Kürt ve Arap kardeşimiz de aynı hakka sahiptir. Temel hak ve özgürlüklerde herkes eşittir. Herkesin dili muteberdir. Hiç kimsenin dili bir diğerinden daha ayrıcalıklı değildir. Türk kardeşimiz dilini hangi alanda kullanıyorsa Kürt ve Arap kardeşimiz de aynı alanda kullanma hakkına sahiptir. Herkes bir diğer kardeşinin dilini kendinden bilir ve o dili öğrenmek için de çaba gösterir. Herkesi/hepimizi ortaklaştıran bir dil pekala olabilir. Ancak bu dilin resmiyet kazanması, öteki dillerin özgürlüğünün önünde bir engel olarak dikilirse, kardeşlik hukukuna da, demokrasinin hür ve eşit vatandaşlık anlayışına da ters davranılmış olur. Bir ırkın dilini öteki ırkların dili üzerinde egemen ve baskılayıcı bir dil haline getirme siyaseti, başka bir deyişle, bir ırkın devletini yaratma siyaseti modern zamanlarda ulusçuluk/milliyetçilik olarak adlandırılan ideolojinin bir gereğidir. Cumhuriyet Türkiyesinde CHP zihniyeti işte bu ulusçuluk ideolojisinin mimarıdır. “Kürt meselesi” de bu ulusalcı CHP zihniyetinin yarattığı bir meseledir. CHP zihniyetinin inkarcı, asimilasyoncu ve baskıcı politikaları süreç içinde PKK sorununu doğurmuştur. Hepimizin canını yakan ve gerçekte Kürt meselesiyle alakası olmayan PKK terörüne odaklanıp Kürt kardeşlerimizin en temel insani, İslami ve demokratik haklarını öteleyen bir anlayışa hiç kimsenin bizi sürüklemesine izin vermemeliyiz.
Böyle bir anlayış noktasına sürüklenmek, Kürt meselesini veya Kürt kardeşlerimizin haklarını kendi örgütsel varlığı ve bekası için birer mobilizasyon aracı olarak kullanan PKK’nın değirmenine su taşımak anlamına gelir. Süreç içerisinde pek çok Müslüman dindar Kürt kardeşimizin de PKK saflarına itilmesi gibi trajik bir sonucu beraberinde getirir ki bunun manevî vebali ağır olur.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle deniliyor: “Dillerinizin ve renklerinizin farklı olması, Allah’ın ayetlerindendir/delillerindendir. Şüpheniz bunda bilenler için ibretler vardır.” (Rum Suresi, ayet: 22)
Türkçe ne kadar bizimse Kürtçe ve Arapça da bizimdir. Sadece bu topraklarda değil, bu toprakların dışındaki coğrafyalarda yaşayan tüm kardeşlerimizin dilleri de bizimdir. Bizi tek millet kılan bilinç böyle bir şeydir. Kardeşlik hukuku dediğimiz şey böyle bir şeydir.
2023 reformları
Benim öteden beri savunduğum çözüm şu: Devletin okullarında Türkçe’nin dışında diğer diller seçmeli ders olarak öğretilsin. Çok şükür bu AK Parti iktidarı döneminde gerçekleştirildi. Özel okullarda da Türkçe’nin yanı sıra diğer dillerde eğitim yapılabilsin. Başka bir deyişle, isteyen özel okullarda Türkçe’nin yanında kendi anadilinde de eğitim öğretim yapabilsin. Bunun önünde varsa yasaklar kaldırılsın. Anayasamızda, yasalarımızda ve mevzuatımızda etnik ayrımcılığı içeren bütün unsurlar bir bir ayıklansın. AK Parti’nin “2023 Siyasi Vizyonu” kitapçığında mevzuatımızda etnik ayrımcılık algısı oluşturan unsurların tümüyle kaldırılacağı vaadinde bulunuyor olmasını bu açıdan kendi ölçülerimizin siyaseti çerçevesinde çok anlamlı ve değerli buluyorum.
CHP’nin faşist ve otoriter bir anlayışla tek tip ulus yaratma çabasının inkar, asimilasyon ve baskıyla karşımıza çıktığını tarihsel bir gerçek olarak biliyoruz. Kürt meselesinin de tam da bu anlayışın ürettiği bir dram olduğunu ve süreç içerisinde Kürt kardeşlerimizin hem dinî yaşam tarzlarından, hem de etnik aidiyetlerinden ötürü iki kat zulme maruz bırakıldıklarını pekala biliyoruz. Bize düşen yeni bir millet anlayışıyla ve kardeşlik hukukuyla bu sorunu çözmek olmalıdır. Bunun yolu da kendi ölçülerimize uygun bir siyasal düşünce ve pratik geliştirmekten geçiyor. Milliyetçilik/ulusçuluk kendimizi içine yerleştireceğimiz kavramsallaştırmalar asla olmamalıdır. Buradan başka trajediler çıkar. CHP’nin inşa ettiği paradigmayı inanç ölçülerimizle çelişmeyen yeni bir demokrasi paradigmasıyla pekala aşabiliriz. O paradigmanın ana rüknü şudur: Kardeşimizin nefsini kendi nefsimize tercih etmek. Kendimiz için ne istiyorsak kardeşlerimiz için de onu istemek. Herkesi temel hak ve özgürlüklerde eşitleyen bir demokratik vatandaşlık anlayışını hayata geçirmek...
Sonsöz: Siyaset, anı yönetme sanatı değildir. Geleceği öngörmek ve zamanın ruhunu doğru anlamaktır. 30 yıl önce bugün AK Parti’nin Kürt meselesinde attığı adımlar atılmış olsaydı ne bir Kürt meselemiz olurdu, ne de buradan beslenen PKK meselemiz.