Kürt Sorunu’nun çözümünde ‘şiddetli kriz’ evresi

Fahriye Keskin Karagöl - Sakarya Ünv. Siyasal Bilgiler Fak.
26.09.2015

Üst çatışma halini yaşadığımız çözümün bu evresinde yapılması gereken başlıca iki husustan bahsedilebilir: Çatışmaları daha da arttırmamak için sert beyanlardan kaçınmak ve spekülasyonları engellemek adına belirsizliği ortadan kaldırmak.


Kürt Sorunu’nun çözümünde ‘şiddetli kriz’ evresi

Barış ve müzakere süreçleri olağanın üstünde sabır gerektirir. Uzun süredir devam eden ve artık yapısal bir hale bürünmüş, kemikleşmiş anlaşmazlıklar ve çatışmalardan politik normalleşme sürecine geçiş şüphesiz kolay değildir. Bir defa güvenlikleştirilmiş bir meselenin normalleşmesi yahut da normal siyaset alanına döndürülmesi çatışan tüm tarafların da bu yöndeki iradesine, kararlılığına ve sabrına bağlıdır.

Teşhis tedavinin parçası

Herhangi bir çatışma veya anlaşmazlık durumunda çözüme dair başlatılan süreçlerin kanaatimizce en önemli aşamalarından ilki, normalleşme ve diyalog taleplerindeki samimiyeti göstermektir.  Bu aşamanın önem arz etme sebebi niyet okuma veyahut sorgulama değildir elbette, bilakis en başından tarafların isteklerini açıkça ifade etmeleri, mevcut krizden ne anladıklarını ya da bunu nasıl adlandırdıklarını ortaya koyarak ortak bir anlayış ve uyum yakalamaya çalıştıkları, ‘sorunu tanımladıkları’ evre olmasındandır. Zira bu noktada uzlaşmak, belirsizlikleri netleştirmek ya da ortak bir barış dili yakalayabilmek sürecin sonraki aşamalarının hızlı ve kolay bir şekilde ilerleyebilmesi ve nihayetinde çatışma halinin barış haline evrilebilmesi açısından elzemdir. Kısaca “sorunu anlamak çözümün yarısıdır”... Tabi burada adlandırmadan kastedilen nominalizm veya basit bir şekilde sürecin ya da şahısların ne şekilde ifade edildiği de değildir. Temel çıkmaz, bu durumun ‘sorunun tanımlanması’ olarak ifade edilen ilk tanım-evrenin tamamlanmamış olmasıdır. Nitekim iyi tanımlanamamış bir sürecin iyi yönetilmesi de düşünülemez. ‘Bisiklet’ metaforunun yetersiz kaldığı açıktır.

Bunun yansımaları ise en hissedilir şekilde Heilderberg Institute for Internetional Conflict Research (HIIK) tarafından 2009 yılında paylaşılan raporda, şiddet içeren çatışmalar başlığı altında yer verilen ‘kriz’ evresinde görülmektedir. Zira bu evre, çatışmanın nasıl yönetilirse o şekle geleceği bir evredir. Çatışmalar bağlamında nötr bir evre olarak ifade edilen bu noktada ne sistematik bir çatışma silsilesi ne de tam bir çatışmasızlık hali vardır. İyi yönetilemeyen kriz bu aşamadan sonra yüksek düzeyde şiddet yoğunluğu içeren ‘şiddetli kriz’ evresine tırmanacak ve bu evre sistematik ve organize çatışmaları da beraberinde getirecektir. Nitekim bundan sonraki evre ise en üst çatışma hali olan savaş olacaktır.

Organize şiddet

Bu durumu bir örnek üzerinden açıklamak gerekirse, 20 Temmuz’da Suruç’ta bir DAEŞ üyesi tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen ve 31 kişinin yaşamını yitirdiği saldırı sonrasında gelişen olaylar, Türkiye’yi DAEŞ ve PKK gibi iki büyük güvenlik sorunu arasında bırakmış, bu tarihten sonra çözüm süreci ani bir şekilde şiddetli kriz evresine doğru evrilmiş ve hemen her gün Türk askeri ve polisine yönelik eylemler gündeme gelmeye başlamıştır. Suruç saldırısı sonrasında Türkiye eylemlere karşılık olarak hem Kandil’e hem de Suriye’de DAEŞ hedeflerine karşı hava operasyonları düzenlemeye başlamıştır. Bu aşamadan itibaren Türk ve Kürt taraflarının beyanatları süreci daha da germiş ve şiddetli kriz evresinin işaretlerini vermiştir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milli birlik ve kardeşliğimize kast edenlerle çözüm sürecini devam ettirmenin mümkün olmadığı açıklamasına karşılık PKK’lı Duran Kalkan’ın ateşkes durumunu fiilen AKP ve Genelkurmay’ın sona erdirdiği ifadelerinin dışında, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın hükümete yönelik olarak mecliste çoğunluğu kaybetmesinin intikamını almak için ülkeyi kaosa sürüklediği iddiası, sürecin geldiği son durumu gözler önüne sermektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çözüm sürecinin terörü şımartma süreci olmadığı, şu anda buzdolabında olduğu ve “Teröre destek veren parti HDP”ye yönelik sert ifadeleri bu gergin süreci ve dili ortaya koyan göstergelerdendir. Dahası ardı ardına ilan edilen sözde özerlik açıklamaları sonrası yapılan gözaltına almalar üzerine Selahaddin Demirtaş’ın halkın özyönetiminden daha meşru bir şeyin olmadığı ve HDP’nin resmi olarak özerkliği öneren bir parti olduğu şeklindeki beyanatları çözüm sürecine bağlı tarafların sarf edecekleri türden sözler ve eylemler olmasa gerektir.

Dolayısıyla 7 Haziran seçimleri ve Suruç saldırısı öncesinde daha statik olup, sistematik bir şiddet sarmalının bulunmadığı ‘kriz’ evresinde nitelendirilen süreç bugün bir ‘şiddetli kriz’ evresine doğru tırmanmıştır. Zira bu aşamada taraflar organize bir şekilde şiddete başvurmakta ve barış dili artık kullanılmamaktadır.

Bu evrede ne yapmalı?

Bu aşamadan itibaren yapılması gereken başlıca iki husustan bahsedilebilir. Birincisi tarafların kaçınması gerekenlerle ilgilidir. Türkiye’de devlet ve PKK arasındaki çatışma sürecini ve dinamiklerini incelerken Kürt sorununu sadece fiziki çatışma boyutuyla görmemek gerektiği açıktır. Fiziki çatışmaya götüren önemli sebeplerden biri olarak Türkiye’de hukuki ve siyasi dışlanma pratiklerinin toplumsal gruplar ve bireyler tarafından nasıl ‘varoluşsal bir güvensizlik’ sorunu olarak algılandığını hatırlamak yeterlidir. Bununla beraber, Kardaş’ın ‘toplumlararası güvenlik ikilemi’ adını verdiği etkileşim sürecine hapsolmuş Kürt sorununun çözümünü sadece toplumsal aktörlerin kimlik temelli-maksimalist-beklenti ve eylemlerine teslim etmek de çözümsüzlüğü sürdürmekten başka bir işe yaramayacaktır. Sorun büyük ölçüde siyasi bir sorundur. Fiziki çatışma başladıktan sonra aktörlerin şiddet ve çözümsüzlüğü sürdürmeye sebep olan indirgemeci ve sert resmi beyanatlardan kaçınması sorunun devasa, sıfır toplamlı bir kimlik sorunu haline gelmemesi açısından kritik öneme sahiptir. Ayrıca, Yeğen’in de vurguladığı üzere, taraflar süreci bir bağımlı değişken gibi görmekten acilen vazgeçmelidir. Yani çözüm sürecini tarafların başka hesaplarına giden yolda bir araç haline getirmeleri örneğin bunun AKP’ye seçim kazandırıp kazandırmayacağı, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı gibi hesaplar sürece ciddi zarar vermiştir. Dolayısıyla bağımlı değişken değil başlı başına bir bağımsız değişken olarak görülmesi ve ona göre sürecin yürütülmesi gerekmektedir.

İkinci husus da ivedilikle yapılması gerekenlerdir. Başından itibaren vurguladığımız üzere, süreçteki belirsizlik haline son verilmesi gerekiyor. Böyle bir süreçte sağlıklı bir müzakere anlayışı ve ortamını kolaylaştırması açısından, tarafların üzerinde uzlaşacağı ve yine farklı beklenti ve algıları barındırmayacak şekilde kurumsal denetim mekanizmalarının oluşturulması önemlidir. Bugün Kürt çözüm sürecinin bu tür gerekliliklerden yoksun olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Herkesin farklı bir anlam çıkardığı ve çıkaracağı bir süreç, kısa vadede bir sükûnet ortamı oluştursa da orta ve uzun vadede çatışmasızlık halini sona erdirecek potansiyele sahiptir. Özetle açık, net, farklı yorumlara açık olmayan ve en önemlisi tarafların barış ve çözüm noktasında samimi oldukları bir süreç başarıyla sürdürülebilir.

[email protected]