Kürtlerde din ve dindarlık

VAHDETTİN İNCE/Yazar
1.12.2012

Cumhuriyete, en azından Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar bizim oralarda üç din (Müslümanlık-Hıristiyanlık-Êzîdîlik) yaşıyordu. Tek tük Yahudi (Kürtler Cuhû derler) de yaşıyordu elbette. Zerdüşt olanını ise ne gördüm ne de duydum.


Kürtlerde din ve dindarlık

Üniversite yıllarında Erzurumlu bir hoca efendiden duymuştum. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Erzurum’a Amerika’dan bir heyet gelmiş, şehrin Ermeni kimliğini araştırmak istiyorlarmış. Zamanın Erzurum müftüsü onlara, Erzurum’un kimliğini öğrenmenin en kestirme yolu mezarlıkları görmektir demiş. Amerikalılar Müslüman mezarlığının Ermeni mezarlığının beş on misli büyüklüğünde olduğunu görünce ne diyeceklerini bilememişler.

Hakikaten mezarlıklar bir yerin kimliğine dair sağlam bilgiler verirler.

Çocukluğumda bizim köyün üç ayrı mezarlığı vardı. Köyün doğusunda “Rasta Xaçan” (Haçlar düzlüğü) denilen yerde Ermeni mezarlığı, batısında “Topikê Rûtik” (“çıplak tepecik” üzerinde ot ağaç falan bitmediği için) denilen yerde “Gorên Êzîdîyan” (Yezidi mezarlığı) ve kıble tarafında (güneyde) Müslüman mezarlığı yer alıyordu. Aslında Yezidi mezarlığının adı vardı kendisi yoktu. Sürülerin güzergahı haline gelmişti. Ama herkes oranın Yezidi mezarlığı olduğunu biliyordu. Bir ara Yezidilerin ölüleriyle birlikte kıymetli eşyalarını da gömdüklerini bir yerlerden duyan bizim köylüler Topikê Rûtiki adeta delik deşik ettiler. Kap kacak, değersiz incik boncuk, bakır yüzük, bilezik, küpe gibi eşyaların dışında bol insan kemiğinden başka kayda değer bir şey bulamamışlardı. Anlaşılan bizim köyün Êzîdîleri pek yoksuldular!

Gördüğüm ilk ve son Zertüşt

Çocukların saklambaç oynarken arkalarına saklandığı üzerlerine haç işlenmiş Ermeni mezar taşlarının yerinde şimdilerde yeller esiyor. Özellikle mehtaplı gecelerde uzayan gölgeleriyle pek ürkütücü oluyorlardı. O mezar taşları bizim köylülerin evlerinin duvarlarındaki yerlerini alalı yıllar oluyor. İtiraf etmeliyim ki Müslüman mezarlığı bugün bile çocukluğumda gördüğüm Ermeni mezarlığının büyüklüğüne erişebilmiş değil.

O mezarlıklar bölgede, en azından bizim köyde bir dinsel çeşitliliğin yaşandığının somut kanıtlarıydı.

Gerçekten de öyleydi. Nitekim Cumhuriyete, en azından Birinci Dünya Savaşı yıllarına kadar bizim oralarda üç din (Müslümanlık-Hıristiyanlık-Êzîdîlik) yaşıyordu. Tek tük Yahudi (Kürtler Cuhû derler) de yaşıyordu elbette. Zerdüşt olanını ise ne gördüm ne de duydum. (Bir keresinde Üsküdar vapur iskelesinin bekleme salonunda aralarında Farsça konuşan iki yaşlı kadına kulak misafiri olmuştum. Yanlış vapura mı biniyoruz diye endişe ediyorlardı. Nereye gideceklerini sordum, Eminönü dediler. Doğru vapura biniyorsunuz dedim. Çok memnun oldular. Tanıştık. İran’dan Türkiye’ye sığınmış Zerdüştler olduklarını söylediler. Gördüğüm ilk ve son Zerdüştler onlardı). Malum gelişmelerden sonra Ermeniler ve Yezidiler buralardan gittiler. Urfa-Viranşehir, Mardin-Kızıltepe, Diyarbakır-Bismil dolaylarında birkaç Yezidi köyü kalmış. Geçenlerde televizyonda Diyarbakır şehir merkezinde bir tek Yezidinin yaşadığını duydum. Arap, Türk, Fars Yezidi yoktur. Bütün Yezidiler Kürt’tür ve istisnasız hepsi Kürtçenin Kurmancî lehçesini konuşur.

Dinsel çeşitlilik yok olunca, bölgemizin tek hakim dini doğal olarak İslam oldu. Türk İslamı, Kürt İslamı, Arap İslamı gibi tanımlamalardan pek hazzetmesem de her kavmin dini hayata kendi karakterini yansıtması bakımından bir dindarlık çeşitliliğinden söz edilebilir ama.

Mesela Türkiye’nin batısında tanık olduğumuz camilerin mimari görkeminin yanı sıra cemaatin disiplini (her Türk asker doğar ne de olsa), derli toplu oluşu bizim oralardaki camilerde pek rastlanan şeyler değildir. Aslında dışarıdan bakan biri hangi binanın cami olduğunu da pek çıkaramaz. Sıradan bir ev gibidir cami ve içerisi de o kadar derli toplu olmaz. Köylülerin tarlada, bağda bahçede çalışmasından veya sürüsünü otlatmasından dolayı cemaat namazı da pek sık kılınmaz. Bu yüzden bireysel bir dindarlık daha yoğundur. Dağda bayırda, yol kenarında, tarla başında şapkasını ters çevirmiş yere serdiği ceketinin veya düz bir taşın üzerinde namaz kılan insan manzaralarına çok sık rastlanır. Cumalar da genelde ilçede kılınır. Ama kışın ilçeye gidişler zorlaştığı için cumalar köyde de kılınır. Şafii mezhebine göre Cuma namazının kılınabilmesi için kırk kişilik bir cemaatin varlığı şarttır. Cemaat otuz dokuz kişi olsa Cuma namazı kılınmaz.

Yarıyıl tatili için köyde bulunduğum bir Cuma günü camiye gitmiştim. İmam efendi vaaz veriyordu. Cemaat kalabalık görünüyordu. İç ezan okunduktan sonra imam efendi cemaati saydı. Tam otuz dokuz kişiydik. Köyde olup da gelmeyen kimse var mı diye sordu. Biri Sait amcanın köyde olduğunu söyledi. Gidin çağırın onu dedi. Bu sırada camide bulunan Mihemedê Koçarê “o gelirse ben giderim” diye ayaklandı. Zar zor ikna ettiler. Sait amcayı çağırmaya giden adam yalnız başına geri döndü. Sait amca “Mihemedê Koçerê”nin olduğu camiye gelmem demişti. Mecburen kalkıp öğlen namazını kılıp dağıldık. Dışarıda Sait amca evinin önünde şapkasını kaşlarının üzerine indirmiş, ceketini omuzlarına atmış vaziyette uzaktaki bir noktayı hasmını alt etmiş bir aşiret nijdevanı (siz buna muzaffer komutan diyebilirsiniz) edasıyla kısık gözlerle süzüyordu. Muhtemelen cumayı kılmasına bile engel olan inadının tadını çıkarıyordu.

Eğlenceli cami cemaati

Bizim köylerde ülkenin batı taraflarında pek rastlanmayan ilginç manzaralara da tanık olabilirsiniz. Cami temizliğini, kışın sobayı tutuşturmayı gönüllü olarak üstlenen mucêwr dediğimiz adam namaz vaktinden önce gelir eğer mevsim kışsa sobayı yakar. Sonra köylüler birer birer gelmeye başlarlar. Sobanın etrafında halka tutan köylüler bir yandan ısınırken ezan okununcaya kadar da kaçak tütünden sardıkları cıgaralarını tüttürürler. İmam efendi gelince pencereleri açar bir güzel havalandırırlar. Soba tahtasının üzerinde ya da halı ve kilimlerin altına sokuşturulmuş onlarca sigara izmaritini görebilirsiniz.

Dışarıdan birinin pek anlam veremeyeceği cami içi uygulamalardan biri de namaza gelen köylülerin büyük kısmının içeri girer girmez önce çoraplarını, sonra pantolonlarını çıkarıp namaza durmalarıydı. Gün boyunca hayvanlarla uğraşan, hayvanlarına yem vermek için ahırlara girip çıkan insanlar ayrıca namaz için giyinebilecekleri bir kıyafetleri de olmadığı için hayvan pisliğinin bulaşmış olması ihtimaline karşı namaza dururlarken pantolonlarını çıkarırlardı. Şeker torbasından, amerikan bezinden dikilmiş uzun donlarıyla namaz kılanlar ilginç bir manzara oluştururdu. Çizgili pijaması olanlar da pek kasıntı olurlardı bu arada. Şeker torbasından ya da Amerikan bezinden mamul donlarıyla namaz kılanlar muhtemelen bir gün çizgili pijama giymenin hayalini kurarlardı. 

Ramazan ayında bir teravih namazını kavgasız gürültüsüz başa götürmek neredeyse imkansızdı. Özellikle çocuklar ve gençler için teravih namazı sanki bir ibadetten çok bir eğlenceydi. Namaz acemisi olanlarla alay etmek, arka sıralarda saf tutup gülmek vakıayı adiyedendi. Şafii mezhebinde teşehhütlerde işaret parmağı hariç sağ eli yumarak tahiyyati okumak müstahaptır. Çocukların çoğu hangi ellerini yumacaklarını bilmezlerdi. Mesela sol elini yuman birine bir başkası namazda müdahale eder, sağ elini yumması gerektiğini söylerdi ve böylece gülüşmeler başlardı. Bazen büyükler de tutamaz kendilerini ve namazı bırakırlardı. Sonra bastonlarını kapıp çocukları kovarlardı. Çocuk bu vazgeçer mi bir daha gelir ve belki bir saatte bitecek teravih namazının saatlerce sürmesine neden olurdu.

Sılo diye saf bir adam vardı. Haylaz tiplerden biri mutlaka ona musallat olurdu namaz esnasında ve onu güldürmeye çalışırdı. O da namazı bırakır ve ağza alınmayacak küfürler savururdu caminin içinde. Bir daha dağılırdı saflar. Bir keresinde rükua giderken fark ettirmeden arkasında saf tutan bu haylaz tiplerden biri kafayı geçirdiği gibi adamcağızla birlikte önündeki bir iki saftan da birkaç kişiyi devirmişti. İbadet mi, eğlence mi, eziyet mi siz karar verin.

Bu kadar eğlenceli olmasa da benzer bir rahatlığı İran camilerinde de görmüştüm. Mesela cemaatle kılınan namazlarda son teşehhütte imam henüz selam vermeden isteyen önceden selam verip namazı bitirebiliyor. Araplar da camilerde pek rahat davranırlar. Bu yüzden her Türk hacısı geri döndüğünde Arapların camilerdeki rahat tutumlarını, sere serpe yatmalarını, hele hele namazda oralarını buralarını kaşımalarını mutlaka eleştirir “gerçek Müslümanlık bizde var” hükmünü koymayı unutmadan.

Ramazan ayında öğlen namazından sonra Kur’an okumasını bilenler camide halka tutarak hatim indirirlerdi. Her gün bir cüz okunurdu ve okumasını iyi bilenler birer sayfa okur diğerleri de onları takip ederdi. Fakat hatasız okumak şarttı. Tecvide uygun demiyorum, çünkü tecvid kuralları uygulansa hepsi sınıfta kalırdı. Sadece harekeleri ve harfleri düzgün çıkarmak büyük bir maharetti. Biri bir harfi yanlış telaffuz eder veya bir harekeyi yanlış çıkarırsa diğerleri “cık!” (bu arada bu sesin Kürtçe’deki karşılığı “niç!”tir) diye onu uyarırlardı. O da bir yeri yanlış okuduğunu anlar, o kısmı tekrarlardı. Koca koca adamlar ne eder ederdi bu hatim halkasını da bir eğlenceye dönüştürürlerdi. Sırf kızdırmak için “cık!” derlerdi mesela. Okuyan kişi de onların niyetini anlayıncaya kadar döner döner okurdu, yine de kurtulamazdı “cık”çılardan. İsmail amca Kur’an okumaya pek hevesliydi. Gel gör ki deyim yerindeyse kafasını gözünü yararak okurdu. Biri “cık!” dediğinde ise canı çok sıkılır ve hatasını asla kabul etmezdi. Yakın dostu hacı Ahmet bir gün onu en az beş on kere “cık!” diyerek durdurmuş ve elinde Kur’anıyla ayağa fırlayan İsmail amca ağza alınmayacak küfürler savurmuştu oruçlu ağzıyla.

Hesenê Cezo diye pek asabi, huysuz bir köylümüz vardı. Yaman bir sigara tiryakisiydi. Normalde çok asabi olan bu adamcağız Ramazanda çekilmez olurdu. Bırakın çocukları yaşlılar bile semtine uğramaktan çekinirlerdi. Bir gün Ramazan ayında köyün kuzeyinde yer alan dereye gitmiş orada vakit geçirmeye çalışıyordum. Hesenê Cezo da oradaydı. Bu arada derenin taşlık olan yamacında bazı oruç tutmayan gençler gizlice sigara içiyorlardı. Hesen amca şimdi köpürecek diye içimden geçirdim. Fakat Hesen amca gayet yumuşak bir ses tonuyla gençlere seslendi, gelin yanımda için dedi. Normalde bastonunu kapıp onları kovalaması beklenirdi. Hesen amcanın evi Camiye çok yakındı. İftar vakti yaklaşınca sigarasını sarar, özenle dudağına yerleştirir, çakmağını ateşlemeye hazır hale getirirdi. İmam caminin damına çıkar, vaktin tam olarak girmesi için düz toprak damda birkaç tur atar, bu arada Hesen amcada sinir tavan yapardı. İmam elini kulağına götürünce Hesen amca çakmağı yakardı. “Allahu ekber” sesiyle birlikte sigarasını tutuştururdu.

Bitmeyen abdest kavgaları

Malum olduğu üzere Kürtlerin çoğu Şafii mezhebine mensuptur. Bir kısmı Hanefi, bir kısmı da Alevidir. Şafii mezhebinde kadın ve erkeğin vücutlarının her hangi bir yerinin birbirine temas etmesi abdesti bozar. Birbirlerine nikah düşenler için geçerlidir bu kural. Dedemle nenemin soğuk kış günlerinde ellerinin birbirine değmesi yüzünden nice kereler kavga ettiklerine tanık olmuştum. O soğukta abdest almak çok zordu ve nenemin dikkatsizliği yüzünden ufak bir dokunmadan abdestinin gitmesi dedemi çileden çıkarırdı. Bu yüzden mesela bizim oralarda bir yere bir şeyh, bir seyyid gelecek olsa kadın erkek herkes elini öpmeye koşar. Şeyh de erkeklere elini öptürür, kadınlara da dirseğini gösterir (Kürt dindarlığını bilmeyenler, bu arada feministler için söylüyorum, bildiğimiz anlamda kadını aşağılama amaçlı bir “dirsek gösterme” değildir bu, sadece abdestin bozulmamasına yönelik alınmış pratik bir tedbirdir) ve kadın çıplak vücuda temas etmeden, dolayısıyla hem kendisinin hem şeyhin abdestini bozmadan elini öpmüş, sevaba da nail olmuş olurdu.

Türkiye’nin özellikle batı bölgelerinde Cami, Cemaat ve Cumanın merkezinde yer aldığı törensel, derli toplu, alabildiğine disiplinli, hatta bir parça şekilci diyebileceğimiz bir dindarlık geçerli iken bizim oralarda yukarıda verdiğim örneklerden anlaşılacağı üzere bir parça amacından saptırılmış eğlenceye malzeme olsa da bireysel davranışlara sinmiş, yoğun olarak yaşandığı halde törensellikten uzak olduğu için pek belirgin olmayan ve de alabildiğine pejmürde bir dindarlık hüküm sürmektedir.

Dini hayat da dahil hayatın çeşitliliği karakterlerin çeşitliliğinin bir yansımasıdır. Diğer bir ifadeyle varlığın çeşitliliğe yönelik güçlü dinamizmi tek dinin çatısı altında dahi olsa mutlaka kendini göstermeye bir yol bulur.

[email protected]