Kürtlerin dramına dahil bir tutam ot

Vahdettin İnce - Yazar
17.08.2013

Cumhuriyetin modernist kadroları gök ekini biçer gibi kıyımdan geçirdi asırların tecrübesiyle oluşmuş ağalık, şeyhlik, melalık, seyyidlik ve pirlik gibi Kürtlerin doğal önleyici, onarıcı kurumlarını. Savunmasız Kürtler kolay asimile olur diye düşünüyorlardı.


Kürtlerin dramına dahil bir tutam ot

Kürtler her zamanki gibi yine gündemdeler. Suriye iç savaşından dolayı ülkenin kuzeyinde batı Kürdistan (rojava) denilen bölgede özerk bir yapının ortaya çıkması en büyük gündem maddesi. Kürtler bundan memnun. Ama rahatsızlık duyup hop oturup hop kalkan büyük bir kesim de var. Bence sevinmek için de kahrolup kendini kederin derin sularına vermek için de erken. Meselenin aslı şudur: Ortadoğu’nun emperyalistler tarafından döşenmiş temeli, üzerinde yükselen sistem binasını taşıyamıyor. Her taraftan bel veriyor. Payandalar kar etmiyor. Ortadoğu’nun sarsak zemini üzerinde yükselen bu duvarın taşları oynuyor. Yıkıldı yıkılacak. Bölge halklarına dar geliyor bu gömlek. Ama Arap baharı ülkelerinde de görüldüğü gibi halkların değişim yapma, daha doğru bir ifadeyle değişime zorlama gücü var fakat bu değişimi sürekli kılma gücü yok. Yani değişim sonrası sürecin belirleyici gücü de ne yazık ki yine emperyalistlerdir. Halkların dipten vuran değişim dalgası henüz kalıcı ve özgün bir sistemi doğuracak güçte değilse de Emperyalistleri sistemi revize etmeye zorluyor. Bu yüzden Emperyalistler Arap baharı ülkelerine ve bölgenin geneline müdahale etme gereğini duyuyorlar, sistemi revize etmek için. 

Kürt yoktur’dan Kürt azdır’a

Yirminci yüzyılın sistemi Ortadoğu denkleminde Kürtlere yer vermemeyi gerektirmişti. Şimdilerde ise yeni restorasyon gereği Kürtlerin bu sefer biraz daha öne çıkacakları anlaşılıyor. Önceki Sistemin sağladığı imkanı Kürtleri asimile etmenin altın fırsatı olarak düşünen, sisteme rağmen Kürtlerle bir kardeşlik hukuku oluşturacakları yerde emperyalistlerin kurdukları çatının altında Kürtleri eritmeyi daha karlı gören bölgesel egemen kesimler bu yüzden fena halde şaşkınlar. İsmet İnönü Lozan’dan emperyalistlerin oluşturdukları çatının altında dilediği gibi hareket etme hakkını koparmış olarak dönerken “yüz yıl kazandık” demişti. Bu yüz yıl içinde Kürtleri asimile etme imkanını elde ettiklerini düşünüyordu. Geriye dönüp baktığımızda bu yüz yılda kimin karlı çıktığını ve modernleşmeci zihniyetin fena halde yanıldığını görüyoruz oysa. Kısacası modernist düşünceye bir doğma gibi itikat edenler açısından öngörülemeyen bir durum söz konusu. İngiliz-Fransız ortak yapımı Ortadoğu sisteminin semavi bir sermedilik (sonsuzluk) ifade etmediğini görmenin şaşkınlığı içindeler. Neredeyse her oynatılan taşın altından Kürt uç veriyor. Bu da onların uykularını kaçırıyor. Emperyalistler bir yüzyıl daha kazanmak için Irak’a dokunuyorlar, Suriye’ye dürtüyorlar, Türkiye’yi silkeliyorlar, İran’ı hırpalıyorlar. Onların hesapları alt üst oluyor. Yine mi Kürt? Stratejistlerimiz sıtmaya tutuluyor. Ülkemizin analiz tüketicileri ekranlarda fikir üreticisi edasıyla ahkâm kesmeye başlıyorlar. Analizler, yorumlar, çıkarsamalar, öngörüler havada uçuşuyor. Yılların “Kürt yoktur”cuları şimdilerde tv ekranlarında ellerindeki değnekleri bir şef edasıyla sallayarak haritalar üzerinde “Kürt azdır”cılık oynuyorlar, yeni sistemde Kürtlerin “azıcık” yer almaları için. “Kürt yoktur” masalının hüzünlü finaline ağlayan birilerinin yüreğine su serpiyorlar mı bilmiyorum. Ama Kürtlerle kardeşlik hukuku temelinde bir gelecek kurmayı öngören hükümeti etkilemeye çalıştıkları aşikardır.  Bu arada yeni restorasyondan alabildiğine memnun görünen Kürtler var. Onlar da sistemin bu sefer Kürtlere cömert davranacağını düşünerek mutlu oluyorlar. Öyle ya, nihayet talih (emperyalistler) Kürtlere gülüyor. Gündemde Kürt var.  Sistem şimdilik bağımsızlık öngörmüyorsa da zararı yok, özerklik de idare eder, yeter ki gündem olalım edasındalar. Yeni emperyalist restorasyon sürecinin bir asrın da bağımsızlık için dökülecek kanlarla renklenmesini öngördüğünü görmemek için insanın Kemalizmin Türkçesi ve Kürtçesiyle beslenmiş olması mı gerekiyor! Gündemde Kürt var ya sen ona bak diyorlar.

Bir başka gündem daha var 

Ama bir başka gündem var. Gerçek ve alabildiğine yakıcı bir gündem. Yine Kürtlerle ilgili. Yine geçmiş yüzyılın Kürtleri konumlandırdığı yerden kaynaklı. Kemalizmin Kürt izdüşümü aydınların oralı olmadıkları bir gündem. Son iki ayda biri Muş-Bulanık’ta, biri Diyarbakır’da olmak üzere iki olay meydana geldi. Birinde yedi, birinde de sekiz kişi hayatını kaybetti ve her iki olayda onlarca yaralı var. Her ikisi de bir tutam ot yüzünden çıkmış üstelik. Kürdün nihayet literatüre adım atmasının coşkusunu veya kahredici kederini yaşayan yüksek entelijansyanın aortlarını doldurarak medyaya boca ettikleri fikirlerinin yanında üçüncü sayfada bile yer alamadı ne yazık ki bu gerçek ve yakıcı gündem, birkaç şu cehaleti görüyor musunuz ayol!’ türü ekabirce yüz ekşitmeler ve bundan bile ‘çağcıl’lığından haz alma fırsatını kaçırmayan ucuzluklar dışında. Bir kız çocuğunun biraz erkence bir yaşta evlendirilmesi veya (yine geleneksel kurumların itibardan düşürülmesinden dolayı) bir namus cinayetinin işlenmesi karşısında Hakkari’nin en ücra köşesinden Diyarbakır’ın dar sokaklarına dek Stockholm’u kıskançlıktan çatlatacak bir çağdaşlık duyarlılığıyla gösteri üstüne gösteri düzenleyen Kürt aydınlarının bu olaylar karşısında diyecek iki lafının olmaması ayrıca düşündürücü. Modern konseptte ilkellerin(!) kan davası gütmelerine dair bir çözümleme mi yoktur acaba!

Kaçtır yazıyorum, Kürt coğrafyası sarp, engebeli inişli-çıkışlıdır. Kürdün yaşam tarzı da bundan etkilenerek şekillenmiştir. Bu yüzden Kürtlerde belirgin bir şiddet eğilimi var. Kainatta da bir denge var. “Göğü Allah yükseltti ve dengeyi O koydu.” (Rahman -7) 

Kürtlerin şiddet eğilimini dengeleyen yüzlerce yılın ürünü kurumlardan söz ediyorum. Şeyhler, Melalar, Seydalar, Ağalar... Tekkeler ve Medreseler gibi. Bu kurumlar cumhuriyete kadar bölgede dengeleyici işlev gördüler. Tarihin meşhur Kürt Mirleri köşklerinin yanında Medrese ve Tekke kurmayı ihmal etmezlerdi mesela. Ama Cumhuriyetle birlikte daha önce ülkenin batısının geleneksel kurumlarını itibardan düşürüp işlevsiz hale getiren kadrolar Kürt coğrafyasında öncelikli olarak bu kurumlara yönelik korkunç bir kıyıma giriştiler. Dengeyi bozdular. Şiddet eğilimini besleyen yaşam tarzı yerinde duruyordu, onu frenleyecek mekanizma ise tamamen devre dışıydı. Modernist zihniyet Kürtlerin geleneksel savunma mekanizmasını yıktıktan sonra yerine bir şey koymadan Ankara’nın çakır keyif bulutlarının gerisine çekilmişti.

Tavuk yüzünden, komşunun bahçesine giren inek yüzünden ya da aslı astarı olsun olmasın çıkan bir dedikodu yüzünden onlarca insanın can vermesi ve kuşakları perişan eden bir kan davasına dönüşmesi İngiliz-Fransız ortak yapımı Ortadoğu sisteminin kalıpları içinde düşünmekten öte bir meziyeti olmayan bu modernist kafanın umurunda değildi. 

Kırlık kesimin çelişkileri, nizaları, kavgaları elbette tavuk yüzünden, komşunun tarlaya giren ineği yüzünden ya da bunun gibi çoğu kimse açısından dehşet verici bir ilkellik ifade eden olaylar yüzünden olacak. Bunda garipsenecek bir şey yok. Tarlalarının hava sahası üzerinde keşif uçuşu yapan heronlar yüzünden çıkacak hali yok ya!.. Sorun yüzlerce yılın tecrübesiyle oluşmuş ağalık, şeyhlik, melalık, seyyidlik ve pirlik gibi Kürtlerin doğal önleyici, onarıcı, dengeleyici kurumlarının itibardan düşürülmüş olmasıdır. Geleneksel kurumlar ayakta iken bu çelişkiler gündeme geldiğinde zamanında müdahale edip önleyici tedbirler alınabiliyor ve en az zararla kapatılabiliyordu. Bu kurumların toplum nezdinde yüksek bir itibarı vardı. Türk modernciliğinin bu kurumları kasıp kavurması sürecinden nasılsa kurtulmuş bazı örnekleri ellili altmışlı yıllara kadar bile etkinlik gösterebiliyorlardı. Bir tutam ot yüzünden çıkan son olaylardan çok daha ciddi sorunlar bu kurumlar tarafından büyük bir sühuletle çözüldüğünü kaç kere müşahede etmişliğim var. Bölgenin dağlarından eksik olmayan eşkıyalar, azılı suçlular bile bunlara derin saygı duyarlardı.

Erciş’in yakınında Wêrane (Örene) diye bir köy var. O köyün ufak tefek ve sırtında kamburu olan bir hocası vardı. Kamburundan dolayı Kûzê Xoce (Kambur hoca) derlerdi. Onun da aralarında bulunduğu bir kafile Erciş’ten Van’a gitmek üzere yola çıkar. Muradiye (Bêgirî) vadisine açılan boğazın ucundaki Karahan (Qerexan) köyü yakınlarında eşkıya yollarını keser. Yolcuları soymaya başlarken Kûzê Xoce atından iner ve eşkıyaya sert bir dille çıkışır. Diğer yolcular Kûzê Xoce’nin bu tutumundan dolayı canlarının derdine düşerler. Bu ufak tefek adam resmen silahlı ve azgın eşkıyaları azarlar. Başlarındaki adam Kûzê Xoce’yi tanır ve ellerine kapanarak bağışlanmasını ister. Yolcuların paralarını iade ederek yollarına gitmelerine izin verir. Geleneksel kurumların azgın eşkıyaları bile icabında zapturapt altına alan bu etkinliği ne yazık ki artık yok. Manevi otoritesi tartışmasız bir Şeyhin ya da ilmiyle nam salmış bir Melanın iki tarafı küçük bir sohbetle sakinleştirerek son vereceği birçok hadise onlarca cana mal oluyor bu yüzden.

Dediğim gibi Cumhuriyetin modernist kadroları gök ekini biçer gibi kıyımdan geçirdi bu kurumları. Savunmasız kalan Kürtlerin daha kolay asimile olacaklarını düşünüyorlardı. (Nitekim Bediüzzaman Said Kürdi gibi geleneksel kurumları zamanın ruhuna göre yeniden yorumlayıp işlevsel kılacak istidatta olduğunu göstermiş bir alimin bölgeden hiçbir gerekçe gösterilmeksizin apar topar batıya sürülmesi de bu projenin gereğiydi.) Ardından medyanın itibarsızlaştırıcı kara propagandası kabus gibi çöktü üzerlerine. Şehvet düşkünü, kabak baş, çember sakallı, kara cahil yobaz adam ve fok balığından hallice kara çarşaflı kadın tipini çizmek suretiyle gazetelerde icrayı sanat eden bazı zatların bu memlekette yıllarca oscarlık sanatçı muamelesi gördü. Sinema ve TV dizileriyle karikatürize edilerek itibardan düşürülmüş geri kalanların da etkinlik gösterecek mecali kalmamıştı zaten. Geleneksel, köklü ve etkin kurumlar sistematik olarak yok edilirken ülkenin batısında bunların düzmecelerinin neşvünema bulması için de her türlü destek sağlanıyordu. Böylece medyanın karikatürize eden söylemine sahadan gerçek malzemeler de üretiliyordu. On yılda bir darbe yapar gibi konjonktürel olarak basına servis edilen mide bulandırıcı şeyh(!) tefrikalarını hatırlayın. 

Önleyici kurumlar yok edildi

Başka bir vesileyle de yazdığım gibi Avrupa başkentlerinde bir kısım Türk aydınıyla “gavurluk” yarışına giren bir kısım Kürt aydınının yaklaşımı ise zaten Kemalizmin Kürtçesi olmaktan öteye geçemezdi. Ama en ölümcül darbe altmışlardan itibaren belirginleşmeye başlayan bazı dindar akımlardan geldi. “İslamda ruhbanlık yoktur” düsturuna yönelik yanlış bir okuma ile toplumsal hiyerarşinin bu en temel kurumlarını ıslah etmek dururken radikal reddiyecilikle sahnenin dışına ittiler. Yeniden “Kur’an’a dönüş” sloganının cazibesiyle ayaklarının altındaki yüzlerce yıllık tecrübeyi bir çırpıda ötekileştirdiler. Vahiy tohumlarının boşluğa serpilmeyeceğini akıllarına bile getiremediler. Bazen seni beni terbiye eden ciltler dolusu tefsirin bir Şeyhin sırlı bakışında mündemiç olarak en kırılmaz huşunetleri pamuğa çevirdiğini akıl edemediler. Kemalizmin düşkünleştirdiğine bir tekme de onlar vurdu. Böylece genelde bütün Türkiye toplumu özelde de Kürtler iyice savunmasız kaldılar. Demek ki boşuna “Kemalislitlik sâridir” dememişler. Panzehir olacak antitezini bile etkileyebiliyormuş.

Denge bozulmuş bir kere. Yeniden kurulması uzun bir zamanı gerektirir. Kürtlerin yeni emperyalist restorasyon sürecinde gündemin önüne çıkmış olmaları da dengeyi sağlayamayacak. Denge, yapay Kürtlüğün akılları başlardan alan gürültüsünden kurtulup doğal, kültürel, gerçek Kürtlüğün bin yılların mücerrep kurumlarını ihya etmekle kurulur ancak. İşe Bediüzzaman’ın ‘el-Ezher’in kızkardeşi’ dediği ‘Medresetü’z- Zehra’ üniversitesinin kurulmasıyla başlanabilir mesela. Ama bu sefer Kürtçe vacip (zorunlu) olmalıdır. Yerlerde sere serpe yatan bir tutam ot değildir anlayacağınız, eşyaya fütursuzca müdahale edip dengeyi bozan sistemin hasat zamanıdır. 

[email protected]