Kurumsal ırkçılığın yeni sürümü: NSU 2.0

Aydın Enes Seydanlıoğlu/ Yazar
9.02.2019

Alman güvenlik makamlarının gözü önünde ve polisin eylemsizliğiyle 13 yıl boyunca bir terör örgütü tarafından işlenen seri cinayetlerin acıları ve mağduriyetleri henüz unutulmadı. Bugün ise polis içinde NSU gibi örgütlere yakınlığı olan grupların ortaya çıkması Almanya gibi insan haklarının ve eşitliğin önemsendiği bir hukuk devleti için geri dönüşü olmayan sorunları da beraberinde getirecektir.


Kurumsal ırkçılığın yeni sürümü: NSU 2.0

Geçtiğimiz Aralık ayında yayınlanan bir internet dizisi Dogs of Berlin (Berlin’in Köpekleri), Alman milli takım kalecisi Türk kökenli bir futbolcunun öldürülmesiyle başlar ve neredeyse bütün karakterlerini, günümüz Almanya’sındaki sosyolojik çözümlemelere uyarlayabileceğimiz içeriğe sahiptir. Dizide en dikkat çeken ise, Berlin emniyet teşkilatında görevde bulunan ve daha önce Neonazi terör örgütünün faaliyetlerine karışmış olan Kurt Grimmer’in öldürülen Türk kökenli Alman futbolcunun soruşturmasında görevlendirilmesidir. Dizide milli kaleci, emekli bir asker tarafından, ırkçı bir duyguyla öldürülmüş, cinayet soruşturmasına Nazi yapılanmalarında yer almış ve ailesi hala bu faaliyetlerde rol alan bir Alman polis dahil edilmiş ve bu şahıs cinayeti kendi lehine çevirmenin yollarını aramıştır. Uyuşturucu çeteleri, mafya hesaplaşmaları ve Neonazi üyelerinin şiddet eğilimini gözler önüne seren dizinin yayınlanmasıyla eşzamanlı ortaya çıkan bir olay ise kurumsal ırkçılık tartışmalarını yeniden gündeme getirmiştir. Geçtiği-miz günlerde Nasyonel Sosyalist Yeraltı (NSU) Örgütü davasının müdahil avukatlarından Seda Başay Yıldız’ın iki yaşındaki kızıyla tehdit edildiği mesajlar alması ve bu mesajları Hessen polis teşkilatında görevli, biri kadın altı polis memurunun gönderdiği şüphesi, kurumsal ırkçılık meselesini kamuoyunda yeniden gündeme taşımıştır.

Irkçı şiddet kurbanları

2016 yılında Uluslararası Af Örgütü tarafından yayınlanan “Güvensizlik içinde yaşamak: Almanya, ırkçı şiddet kurbanlarını nasıl yüzüstü bıra-kıyor” adlı rapor, Almanya’da ırkçı saldırıların istatistiklere yansımamasıyla birlikte, güvenlik makamlarının soruşturma ve kovuşturma aşamalarında ırkçı şiddet mağdurlarını önemsemediği ve kolluk kuvvetlerinin olaylara sadece kendi perspektifinden yaklaştıkları üzerinde durulmuş ve güvenlik makamlarının, sekiz Türk’ün katledildiği NSU terörünün kurbanlarına suçlu muamelesi yapıldığına dikkat çekmiştir. NSU cinayetlerini Neonazilerin işleyebileceğine ihtimal vermeyen Alman polisi, bu şekilde örgütün 13 yıl gizli kalmasının sorumlularından biridir. Aynı zamanda NSU örgütünü üç kişiden ibaret gören ve bunlardan ikisinin intihar etmesi, baş sanığın da tutuklu bulunmasıyla örgütün sona erdiğini iddia eden Federal Savcılığın da, Almanya tarihinin belki de en büyük davasını sadece üç kişi ile sınırlı tutarak, aşırı sağ terörün tehdit olmaya devam etmesindeki etkisi göz ardı edi-lemez. NSU cinayetlerinin son kurbanı Halil Yozgat, Hessen eyaletinin Kassel şehrindeki iş yerinde öldürüldüğünde Hessen Anayasayı Koruma Teşki-latı ajanı Andreas Temme’nin olay yerinde olmasına rağmen, daha sonraki ifadelerinde cinayeti görmediğini ve silah sesi duymadığını iddia etmesi, üstelik Temme’nin o günlerde Neonazi lideri Benjamin G. ile uzun telefon görüşmelerinin tespit edilmesi, dönemin eyalet başbakanı Volker Bouf-fier’in ise istihbaratçı Temme’nin polis tarafından soruşturulmasına engel olması ile istihbarat teşkilatı ve Neonaziler arasında bir temas olduğu çokça konuşulmuştu.

Yine Hessen’de, 2018 Temmuz’da nihai kararın verildiği, ancak Nazi terör kurbanlarının yakınlarını tatmin etmeyen davada mağdur avukatla-rından Seda Başay Yıldız, mahkeme kararının açıklanmasının ardından “NSU 2.0” imzasıyla ve hem kendisinin hem kızının tehdit edildiği bir mesaj aldı. Mesajda ev adresinin ve iki yaşındaki kızının isminin kullanılması Başay-Yıldız’ı şüpheye düşürmüş ve bu bilgileri ancak bir kamu görevlisinin edinebileceği düşüncesiyle Hessen Eyaleti Kriminal Dairesine başvurmuştur. Bunun üzerine soruşturma, Frankfurt polisine devredilmiştir. Bu süreçte avukat Başay-Yıldız’a herhangi bir koruma tayin etmeyen polis, Frankfurt’tun 1 NO’lu karakolunda bulunan bilgisayarda kadın bir polis memuru tarafından avukat Seda Başay Yıldız hakkında arama yapıldığını ortaya çıkartmıştır. Söz konusu memurun telefon incelemesinde, bir WhatsApp grubu üzerinden, 2015 Ekim ve 2016 Ekim aralığında halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçunu karşılayan Nazi görsellerinin ve ırkçı içerikli yaklaşık 50 mesajın paylaşıldığı tespit edilmiştir. Ardından bu sohbet grubundaki diğer dört polis memurunun da yine Frankfurt karakolunda görevde olduğu, içlerinden bir kişinin de Frankfurt dışındaki bir başka karakolda çalıştığının anlaşılmasıyla altı polis memuru açığa alınarak, haklarında soruşturma başlatılmıştır.

NSU üç kişiden ibaret mi?

Böylece tıpkı avukat Seda Başay ve diğer müdahil avukatların NSU davasında başından beri “örgütün üç kişiden ibaret olmadığını” savunması gibi, poliste ortaya çıkan bu Neonazi ağının, Hessen eyaletinde bulunan diğer Wiesbaden, Offenbach ve Fulda karakollarıyla da ilişkisi olduğu şüp-hesi üzerine soruşturma genişletilmiştir. Bu açılan soruşturmalar, kamuoyunda Türkler tarafından bir nebze iç ferahlatıcı karşılansa da Almanya’da bugüne kadar polis hakkında yürütülen davaların yüzde 92’sinin durdurulduğu da bilinmektedir. Diğer taraftan Ağustos başında gerçekleşen bu tehdit skandalının, Hessen polisiyle ilgisi bilinmesine ve olayda NSU isminin geçmesine rağmen, Hessen eyaleti İçişleri Bakanı Peter Beuth tarafından İçişle-ri komisyonuna bilgi paylaşımı yapılmaması da 28 Ekim’deki eyalet seçimlerinde olumsuz etki oluşturacağı düşüncesiyle kasıtlı olarak gizli tutuldu-ğunu akıllara getirmiş ve Anayasasının ilk maddelerinde “insan onuru ve haysiyetinin, yaşam hakkının, kişiliğinin ve özgürlüğünün korunmasına” vurgu yapılan Almanya’da siyasi kaygıların, Anayasayı dahi ikinci plana itebildiğini göstermiştir. Zira avukat Seda Başay’a Ağustos ayında gönderi-len bu tehdit mesajı son olmamış, polis soruşturması devam etmesine ve altı polis memurunun açığa alınmasına rağmen, bugüne kadar kendisine üç tehdit mesajı daha gönderilmiştir. Bu mesajların birinde “meslektaşlarımızın başına neler açtığının farkında değilsin anlaşılan” ifadesine yer verilmesi, ayrıca Almanya’da sıradan vatandaşların emniyet teşkilatı için kısaca LKA (Eyalet Kriminal Dairesi) ifadesini kullanırken, sadece teşkilat mensupla-rının, tehdit mesajında geçtiği şekliyle, HLKA (Hessen Eyaleti Kriminal Dairesi) ifadesini kullandığının deşifre edilmesi, bütün şüpheleri teşkilat içeri-sine yoğunlaştırmıştır. Her ne kadar geçtiğimiz Kasım ayında özellikle Almanya’daki aşırı sağcı parti AfD (Almanya için Alternatif Partisi) ile yakın ilişkilerinin olduğu, partiyle bilgi paylaşımı yürüttüğü tahmin edilen ve parlamentodaki SPD (Sosyal Demokrat Parti) gibi sol tabanlı partiler için “ra-dikal” ifadesini sarf eden Anayasayı Koruma Teşkilatı başkanı Hans Georg Maassen, görevinden uzaklaştırılsa da Almanya’nın NSU terörünün sadece Türk topluluğuna değil, bütün Alman toplumuna yaşattığı mağduriyetten hiçbir ders çıkarmadığı da ortadadır. Sol tandanslı Alman Tageszei-tung (taz) gazetesinin Eylül ayında yayınlamış olduğu bir araştırmada, Alman ordusu içerisinde ve hatta özel birliklerde dahi, Neonazi ağların mevcut olduğu iddia edilmişti. Araştırmada en dikkat çeken, “Almanya, Avusturya ve İsviçre’de devlet içinde kendi devletini inşa etmeye çalışan gruplar olduğu” ifadesidir. Askeri istihbarat şefi, Christof Gramm, Alman ordusunda siyasi motifli şiddet suçuna eğilim ve/veya hazırlık söz konusu olmadığı-nı belirtmiş olmasına rağmen, sol partili bazı siyasilerin orduda, silah bulunduran ve ağır eylemlere hazırlık yapan Neonazi gruplar olduğuna dair muhtemel emareler bulunduğunu iddia etmesi bir hukuk devleti için tüyler ürperticidir. Öte yandan Alman Askeri İstihbarat Servisi’nde görevli bir yarbayın, orduda görevli olup Neonazi bağlantıları sebebiyle hakkında soruşturma yürütülen Franco A.’nın yakın çevresinden bir başka askeri Franco A. soruşturması hakkında bilgilendirdiği gerekçesiyle önümüzdeki günlerde mahkemeye çıkması bekleniyor. Her ne kadar Frankfurt Yüksek Eyalet Mahkemesi Franco A.’nın olası faaliyetlerini “çok düşük bir ihtimal” olarak değerlendirse de Hessen’li Franco A.’nın Neonazi örgütlerle işbirliği halin-de olduğu ve Almanya’da bir politikacıya veya bir insan hakları aktivistine yönelik eylem hazırlığında olduğu iddia edilmektedir.

‘Acınızı paylaşıyoruz’

Anlaşılan şu ki, Almanya’da medya ve sivil toplum örgütleri kurumsal ırkçılık konusunda kamuoyunda bir farkındalık oluşturmaya çalışırken, siyasi kurumların bu tehlikeyi mütemadiyen sümenaltı etme gayreti gösterdikleridir. Almanya’daki polis sendikası başkanı Rainer Wendt’in, 2012’de siyahi bir Alman gencin Hessen polisinin ayrımcı davranışına yönelik açtığı davanın reddedilmesine istinaden “Bir kez daha gördük ki, mahkemeler, görünürde adaleti sağlasalar da uygulamada bunun çok uzağındadırlar” açıklaması da bu görüşü desteklemektedir. Özetle 90’lı yıllarda Almanya sokaklarında yaşanan ırkçı saldırıların bugün korkutucu şekilde kurumsallaştığı müşahade edilmektedir. Bu durumun genellikle güvenlik makamla-rında yoğunlaşması, bugüne kadar entegrasyon merkezli tartışmaların da artık Türklerin güvenliği konusuna evirileceğini gösterir. Nitekim Alman kolluk kuvvetlerindeki bu hücrelerin deşifre olması, Türklerin öncelikli güvenlik makamı olan, ırkçılıkla mücadele etmesi beklenen ve yabancı toplu-luklarla iyi ilişkiler geliştirmesi istenen polise güvensizliklerini artıracak tetikleyici bir hadisedir. Almanya’daki Türklerin polise güvenleri, NSU cinayet-lerinin işlendiği yıllarda polisin tutumuyla zaten sınanmıştır. Bu güvensizliğin en açık dışavurumu, Neonazilerin son kurbanı olan Halil Yozgat’ın annesi Ayşe Yozgat’ın mahkemede Alman polisine yönelttiği şu sorudadır: “11 yıldır uyuyamıyorum. Oğlumu öldürmekle elinize ne geçti? Sayın mahkeme başkanı, size de güvenim yok. Benim umudum sizdiniz ama sonuç yok. Arı gibi çalıştınız, fakat bal yapamadınız. Bize devamlı ‘Acınızı paylaşıyoruz’ deniyor. Paylaşmak başka, yaşamak başkadır. Polis teşkilatına da lafım şu; bizi yargılar gibi sorguya çekerken her türlü şeyi araştırdı-nız, buna ihtiyaç var mıydı?”

Polis-göçmen ilişkisi

Türklerin polise güvensizlikleri, avukat Seda Başay-Yıldız’a polis tarafından gönderildiği tahmin edilen tehdit mesajlarının çok daha öncesine dayandırılabilir. 1998’de Almanya Gençlik Enstitüsü (DJI) tarafından Alman ve Türk gençleri arasında yapılan araştırmalarda, 18-25 yaş aralığında-ki Türk gençlerinin yaklaşık yüzde 84’ünün polise güvenmedikleri anlaşılmıştır. Ancak 2015 yılında da bu güvensizliğin devam ettiğine, Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansının Avrupa Birliği azınlık ve ayrımcılık konulu araştırmasında şahit oluyoruz. Sunulan verilere göre, 2015 yılında 12 ay boyunca, saldırı, tehdit ve taciz mağduru olduğu halde polise başvurmamış olanlar arasında yüzde 87 ile Türkler ilk sırada yer almıştır. Yine Uluslara-rası Demokratlar Birliği (UID)’nin 2017 yılındaki Siyasal Katılım Raporu’nda da, ayrımcılık yaşadıklarında verdikleri tepkiler analiz edildiğinde, polise başvurma ve şikayette bulunma yüzde 8 oranla en az başvurulan yol olmuştur. Bu durum da Almanya’daki Türklerin polise güvensizliğinin kanıtıdır. Bugüne kadar farklı ülkelerde gerçekleştirilen polis ve göçmen ilişkisine dair araştırmalar, polise güvenin göçmenlerin içinde bulundukları topluma aidiyet hissetmelerinde etkili olduğu kadar, polisin meşruiyetini kabul etmenin ülke kanunlarına duyulan inancı da artırdığını göstermektedir.* Bu sebeple güvenlik makamlarının gözü önünde ve polisin eylemsizliğiyle 13 yıl boyunca bir terör örgütü tarafından işlenen seri cinayetlerin acıları ve mağduriyetleri henüz unutulmamışken, bugün polis içinde bu tip grupların ortaya çıkması ve hatta bu memurların da NSU terör örgütü gibi, devletin bizzat kendi kurumları tarafından korunması olasılığı, Almanya gibi insan haklarının ve eşitliğin önemsendiği bir hukuk devleti için geri dönüşü olmayan sorunları da beraberinde getirecektir.

@EESeydanlioglu

* Özden Dumanlı, Almanya Kreuzberg´te Polisin üçüncü kuşak Türkiye kökenlilerle ilişkisi, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2017