‘Kusursuz Avrupa'

Dr. Hülya Bulut / Marmara Üniversitesi
16.09.2022

Nüfusları yaşlanan, inovasyonu kaçıran, ırkçılık gibi eski hastalıklarına geri dönen Avrupa'nın kültür dünyasıyla ve sanayisiyle bu gerilemeyi kapatması hiç de kolay değil. Avrupa Birliği'nin akibeti de meçhul. Brexit'ten sonra, sırada İtalya ve Macaristan olduğu söylenebilir.


‘Kusursuz Avrupa'

Bir zamanlar "The Perfect Storm" (Kusursuz Fırtına) isminde bir film izlemiştim. 1997 yılında Sebastian Junger'in yazmış olduğu kitabın 2000 yılında sinemaya uyarlanmış haliydi. Az buz değil, 120 milyon dolar bütçeli bir yapımdı. Sinemalarda da hatırı sayılır bir gişe yapmıştı. Malumunuz, başta ABD olmak üzere Batı dünyasında doğa olayları, korku, gerilim, uzaylılar, afetler, dinozorlar, köpek balıkları, salgın hastalıklar, hortlaklar ve tabii ki Armagedon sinema endüstrisinin sevdiği temalar arasındadır. Kusursuz Fırtına'da da sıradışı doğa olaylarına yine denk gelen Amerikan "kahramanlığı ve fedakarlığı" anlatılıyordu. Yani bir nevi kendin pişir, kendin ye!

Tarihi ileri saralım

Bugünün tarihi 10 Eylül, 2022. Gelin tarihi çoğu zaman yaptığımız gibi geriye değil de, bu sefer ileriye doğru saralım. Tam bir yıl sonraya; örneğin 10 Eylül 2023'e bakmaya çalışalım. Öyleyse ilk soracağımız sorular "Hayrola? Niye bu yıl? Bir yıl içinde ne olabilir ki? Odak Avrupa mı?" olabilir. Bu satırları, tam da kendisini "Brexit" ile zar zor "Kusursuz Avrupa'dan kurtaran, bu süreçte de pıtır pıtır başbakanları ve hükümetleri feda eden Birleşik Krallığı bir arada tutmaya çalışan Kraliçe II. Elizabeth'in 96 yaşında yaşamını yitirdiği haberlerinin basına yansıdığı sırada kaleme aldım. Aslında Batı'nın tesadüf ve şans dediği şeylerin Doğu'da kader ve tevafuk olarak ele alındığını, inanç ve felsefe açısından derinlikli ve anlamlı bulunduğunu da bir kenara not etmiş olalım.

Oyun değiştirici hamleler

Evet bir şeyler oluyor olmasına da, bu olup bitenler arasında yer alan bazı şeylerin önümüzdeki bir yıllık dönemi kapsayan sonbahar ve kış aylarında "oyun değiştirici" niteliğe haiz olması bizi şaşırtmamalı. Yani Allah kısmet eder de gelecek yıl Eylül ayında bir durum değerlendirmesi yapabilirsek kim bilir hangi muhasebeye, hesaba, yepyeni bir duruma şahitlik edeceğiz. Tabii o gün içinde bulunulan durumu analiz etmek kısmen kolay da, zor olan bugünden geleceğe dair isabetli tahminlerde bulunmak.

Siyasal, ekonomik, diplomatik ve askeri alanlarda tahmin yürütmeden önce "Kusursuz Fırtına'nın" hazırlandığı son yirmi yıla şöyle kısaca bir bakmak lazım. Ne de olsa tahminlerimizi yaparken yaşadığımız olaylardan beslenmek pek yanlış olmayacaktır. Bu bağlamda, 1989'da utanç duvarının yıkılması ve 1991'de Sovyetler Birliği'nin çökmesi ile Soğuk Savaş'ın bitmesini de hatırımızda tutarak, yine de önemli bir kırılma noktası olarak 11 Eylül 2001'i baz almak mümkündür.

Dolayısıyla, şuursuz ve şımarık çocuğu olduğu tek kutuplu dünyada istediği gibi at koşturan ABD başta olmak üzere, Batı'nın fikir insanları ve planlamacıları bugün çok daha net anlaşıldığı gibi tamamen kurgusal ve hayali düşmanlar yaratmakta pek de marifetliler. Bunun da çıban başı Hungtington'a sipariş edilen Medeniyetler Çatışması, başlangıcı da 11 Eylül 2001 yılındaki masum insanları öldüren terör saldırısıdır.

Aslında şöyle bir bakmak lazım; kimler gelmiş, kimler geçmiş... Örneğin ABD'de savaş çığırtkanlığı yapan şahinlerin oğul Bush ile baş gösterdiği sekiz yıllık dönemin üzerine demokratlık! fiyakasıyla pazarlanan Barack Obama-Hillary Clinton'ın tuzakları, komploları, Arap Baharı unutuldu mu? Peki ya sonrası? Dört yıllık Trump dönemi! Twitter ile dünyaya ayar vermeye çalışan Trump'a Twitter'ın ayar vermesi! Yani, Amerikan sermayesi ile Amerika'da kurulan bir sosyal medya şirketi ne ola ki Trump'ı Twitter'dan atabile?

Küreselci sermayenin talebi

Küreselci sermaye belli ki Trump'ın değil, küreselci konsorsiyumun dünyayı yönetmesini istedi. Hatta, unutmayalım ki bazı görüşlere göre de 2020 seçimlerinde ikinci defa kazanması beklenen Trump'a karşı küreselciler tarafından yapılan son darbe Covid-19 salgını oldu. Söylendiğine göre, bu duruma isyan eden Trumpizm yanlıları kongre binasını basmayı kendilerine hak gördüler.

Bugün ABD'de yapılan kamuoyu yoklamalarında ne gariptir ki, insanların yüzde 60'ından fazlası küreselci Biden'a güven duymuyor. Bir başka anket sonucuna göre ise toplumun yarıya yakını önümüzdeki yıllarda ABD'de bir iç savaş çıkmasını kaçınılmaz görüyor. ABD bu dertlerle uğraşırken, acaba Kıta Avrupası'nda durum acaba çok mu farklı? Düşünün ki, Chirac'tan beri doğru düzgün bir cumhurbaşkanı gelmiyor. Cüce ve yolsuz Sarkozy liderliğini "normal Hollande" takip etmişti. Şimdi ise görev ve sorumlulukları altında ezilen, her yaptığı Afrika ziyaretinden hüsranla dönen, Putin'in meşhur altı metrelik masasının bir ucunda cüceleşen Macron da küçülen ve umutlarını yitiren Avrupa'ya bir emsal teşkil ediyor.

Yabancı düşmanlığı

Kıta Avrupa'sının amiral gemisi durumundaki Almanya'nın ise göreceli istikrarı sağlamış olan Angela Merkel'den sonra döküleceği şimdiden belli. Haydi Avrupa'nın diğer ülkelerini geçtim. Avrupa sanayisinin bel kemiği olan Almanya'nın Rusya-Ukrayna savaşında ABD'nin tuzağına düşmüş olması inanılır gibi değil. Yaklaşık son 8-10 yıldır başta Avusturya, Hollanda, İtalya, Fransa, Almanya ve Yunanistan'da yükselmekte olan ırkçılık ve Xenofobia (yabancı düşmanlığı) zaten durumu anlatmaya yetiyor. Xenofobia zaten çoğu zaman yaşlanan, şımaran, tembelleşen ve umudunu tüketen toplumlarda baş göstermedi mi bugüne kadar?

O Avrupa ülkeleri değil miydi ki, pandemi döneminde önce koruyucu maskeleri, sonra da aşıları birbirinin gümrüğünden çalıp el koyan? Merak ettiğim; 'İtalya ne ara Enzo-Avitabile'den Salvini İtalyası'na savruldu?' sorusuna da hal böyle iken aslında yanıt bulmuş oluyoruz. Adeta bütün bir Avrupa'da akıl tutulması değil midir ki, mültecilerin şişme botlarının batırılmasını kendilerine görev bilmek!

Hangi bedeller ödenecek?

Necip Türk toplumunun paha biçilmez vicdanını, adeta Türk Salvini'si olan Özdağlar'ın akıl tutulması bile kirletemiyor çok şükür. Türk toplumu vicdanlı ve merhametlidir, hem de kendisini koruyamayacak kadar. Şu son yıllarda Avrupa'da yaşanan rezillikleri ister istemez unutuyoruz, bu tip şeylere de hafızamızda uzun süre yer vermeyi pek sevmiyoruz. Bu sebeple listeyi uzatmaya, sinirleri bozmaya pek de gerek yok. Ama biz yine de Avrupa'nın en güçlü ekonomilerinin akıl tutulması karşılığında büyük olasılıkla önümüzdeki yıllarda ödeyeceği bedellere kısaca değinelim: Çok fazlaca Rus gazına bağımlı bir sanayiden söz ediyoruz. Bunun ana aksının; Danimarka-Almanya-Avusturya-İsviçre-Fransa-Belçika ve Hollanda olduğunu buraya not edelim. Rusya hızla yükselen petrol ve doğalgaz fiyatları ile Ukrayna savaşını rahatlıkla finanse edebilirken, acaba Avrupa'da neler olabilir? "Sıklıkla duş almayınız, ıslak bezle kol altlarınızı siliniz, okulları üç güne düşürünüz" gibi öyle talimatlar ve öneriler geliyor ki, Avrupa'nın "Kusursuz Akıl Tutulması" içinde olduğu net bir şekilde anlaşılıyor.

Uzun süredir nüfusları yaşlanan, inovasyonu kaçıran, ırkçılık gibi eski hastalıklarına geri dönen Avrupa'nın kültür dünyasıyla ve sanayisiyle bu gerilemeyi kapatması hiç de kolay olmayacaktır. Bu bağlamda, Avrupa Birliği'nin akibeti de meçhuldür. Brexit'ten sonra, sırada İtalya, Macaristan ve diğer birkaç ülkenin olduğu söylenebilir.

Peki ya Türkiye böyle bir süreçten nasıl etkilenir? İşte, tam da bam teli burası. Çünkü, Erdoğan liderliğindeki Türkiye uzun bir süredir önemli bir makas değişimini arıyor ve zorluyor.

Bir taraftan tam bağımsızlık mücadelesine, diğer taraftan da gelişmiş ve refahı yakalamış ülkelerle olan mesafeyi kapatma mücadelesine belki bütün bir siyasi hayatını adayan Erdoğan, iktidardaki yaklaşık yirmi yılında bu vizyonun hazırlık aşamasını kesin olarak tamamladı.

Mevcut savaş durumundaki, hem Rusya hem de Ukrayna ile masaya oturan tek ülke Türkiye'dir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın girişimiyle açılması sağlanan "tahıl koridoru" Türkiye'nin güçlü duruşunun dünyaya ilanıdır. Avrupa'dan kaçan yatırımcı ve sermaye için Türkiye cazibe merkezi olacaktır. Türkiye, enerji zengini ülkelerden aldığı gazı Avrupa'ya satıp bundan hem para, hem de prestij kazanacaktır. Sadece üç-dört ay boyunca deniz ve güneş turizmine kendini hapseden Türkiye, ısınmak ve taze meyve sebze meyve ile beslenmek için Avrupa'dan kaçanlara tüm yıl boyunca turizmini canlı tutacaktır.

Rekabetçi üretim üsleri

Finansal varlığı olan çoğu Avrupa ülkesi vatandaşlarını Türkiye gibi sıcak ve bütçe açısından uygun ülkelere uzun süreli gidip kalmaya teşvik etmeye başladı bile. Hatta, orta ve uzun vadede varlıklarını nakde dönüştüren ve adeta hızlı gelişmekte olan ülkelerde kendilerine yeni yaşamlar kurmak peşinde olan bireyler ve aileler de olacak. Önümüzdeki haftalarda ve aylarda, adı sanı bilinir veya bilinmez önemli sanayi kuruluşlarının Avrupa'da iflaslarını isteyecekleri, küçülmeye gidecekleri ve/veya eğer agile (çevik) davranabilenleri varsa, tesislerini ve üretimlerini Türkiye gibi çok rekabetçi üretim üslerine kaydıracakları bugünden görünüyor.

Türkiye'nin şüphesiz kendine has problemleri ve sorunları bugün de mevcuttur. Örneğin, kadın cinayetleri, sosyal adalet, liyakat ve bugünkü yüksek enflasyon. Ancak, pandemiye ve dünyada baş gösteren pahalılığa rağmen, Türk ekonomisinde son sekiz çeyrekte (iki tam yıl boyunca) kayda değer oranlarda büyüme yaşanması ve kamu mali disiplininden de taviz verilmemesi çok önemlidir. Şüphesiz ki; yüksek enflasyonun düşürüldüğü, büyümenin farklı kesimlere doğrudan yansıtılabildiği ve genç bir nüfusa sahip olması sebebiyle istihdamın güçlendirildiği bir tabloyu da göreceğimize inanıyoruz.

Kırılgan bölgeler

Dünya konjonktüründeki çok zor dengelere ve yüksek belirsizliklere bağlı olarak bu iyileştirmeler zamana ihtiyaç duymaktadır. Özellikle dünyanın belli bölgelerinde kuraklığın ve doğal afetlerin sıklıkla yaşandığı 2022'de, Türkiye'nin tarımsal üretimi olumlu sonuçlanmıştır. Nitekim tarım, savunma veya imalat gibi sektörlerde elde edilen pozitif sonuçların 2022'nin son aylarında, hatta daha önemlisi 2023'in Mart ayından itibaren piyasalara yansıyacağı ve kayda değer bir satın alma gücü artışı yaratacağı beklenebilir.

Yol, köprü, havalimanı, hızlı tren gibi altyapılar ile kentsel dönüşüm ve toplu konut projeleri, misliyle artan OSB ve teknoparklar, dünya radarına giren girişimcilik ekosistemi, katma değerli ihracat kalemine dönüşen havacılık ve savunma sanayi, THY, AFAD, Kızılay, TEKNOFEST gibi özgün modellerin yanı sıra şüphesiz son derece çevik ve rekabetçi olan sanayi ve KOBİ yapılanması Türkiye için büyük bir şanstır.

Türkiye, İHA ve SİHA'ları ile nasıl alışılagelmiş savaş doktrinlerini değiştirmeyi başardıysa, yenilenebilir enerji, elektrikli otomobiller ve nadir bulunan elementlere yönelmesiyle de dış ticaretinde hem genişleme hem de var olan açığı kapatma imkanı yakalayacaktır.

Kısacası, son 20 yılda genel olarak Batı, özel olarak Kıta Avrupası sistemli hatalar silsilesi ile kendi "Kusursuz Çöküş" ünü hazırlarken, Türkiye ise öğrenilmiş çaresizlik prangalarını kırarak "Kusursuz Çıkış" ını inşa etmektedir.

Seçim bizim; ya karamsar bir Türkiye öyküsüne kendimizi kaptırıp geleceğimizi heba edeceğiz. Ya da gerçekçi olacak, mevcut sorunları anlayıp kültürümüzün ve inancımızın da tuttuğu ışık doğrultusunda iyimser ve olumlu bakış açısı ile yaptığımız işi, çalıştığımız alanı en iyi seviyeye çıkartabilmek için işimize, hayatımıza, ülkemize dört elle sarılacağız.

[email protected]