Kut’ül Amare Milli Mücadele’nin bir parçasıdır

Hale Kaplan Öz
23.04.2016

Hasip Saygılı’ya göre, 23 Nisan ile Kut’ül Amare’nin birbirine alternatif olabileceğini konuşmak bir cinnet hali. Çünkü bu zafer, Millî Mücadele’nin bir parçası: “Millî Mücadele Sultan Reşad’ın 1914’te verdiği ‘Seferberlik emri’ ile yürütülmüştür. Pejoratif bir söylemle Kut’ül Amare’nin Osmanlı zaferi olarak tahkir edilmesi acı vericidir.”


Kut’ül Amare Milli Mücadele’nin bir parçasıdır

29 Nisan 1916’da, Irak Cephesi/ Kut’ül Amare’de, kuşatılmış olan bir İngiliz Tümeni, Halil Paşa komutasındaki kuvvetler tarafından esir alındı. İngiliz tarihinde örneğine az rastlanır bir hezimetti bu ve Osmanlı açısından savaşın seyrini değiştiren önemli bir zaferdi. Aradan tam bir asır geçti, Kut’ül Amare 100. yaşında, yapılacak bir kutlama ile gündeme geldi. Bazı çevrelerde rahatsızlık uyandıran, ‘mürteci Nurettin Paşa’nın zaferi diye aşağılanan Kut’ül Amare meselesini, ‘23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’na ikame edilecek’ söylemiyle ilginç bir boyuta taşıyanlar oldu. Peki Kut’ül Amare Zaferi neden bu kadar önemliydi? Kutlanması neden rahatsızlık uyandırıyordu? Ve en önemlisi böyle bir zaferimiz vardı da neden tarih kitapları bundan birkaç cümleyle bahsedip geçti?  

Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönem siyasi tarihi konusunda uzman olan Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hasip Saygılı sorularımızı yanıtladı.

Kut’ül Amare muharebesinde neler oldu? Bu zaferin önemi nereden geliyor? 

Basra ile Bağdat arasında Dicle nehri üzerinde Kut’ül Amare’de kuşatılmış olan bir İngiliz Tümeni, 29 Nisan 1916 günü Halil Paşa komutasındaki kuvvetler tarafından esir alındı. Beş general, 500’ye yakın subay ve 13 bin civarında erden oluşan bu kuvvetin teslim alınması Halil Paşa’nın ifadesiyle “200 yıldan beri tarihimizde okunmayan bir vaka”dır. Yine İngiliz harp tarihi açısından da bu çaplı büyük bir birliğin esir olmasının da pek fazla örneği yoktur.

Teslim olan İngiliz birliklerinin İngilizlerden değil, Hintlilerden meydana geldiği iddiası doğru mu?

Generallerin tamamı ve subayların çoğunluğu ve üç bine yakın er İngiliz idi. Erlerin çoğunluğunun Hintlilerden meydana gelmesi sonucu hafifletmez.

İngilizler bu mağlubiyeti nasıl görüyor?

İngilizler Türkler karşısındaki bu hezimeti coğrafya, iklim, ikmal sıkıntıları gibi faktörlere atfetmeyi tercih etti. Yetenekli komutanların emrinde sebatkâr şekilde muharebe eden Türk askerinin harp kabiliyetine bir pay vermeyi kabul etmediler. Çünkü onların gözünde Türkler artık bitmişti, sonları gelmişti. Bu kanaatin isabetli olmadığını Millî Mücadele göstermiştir.

Bu zafer Osmanlı açısından nasıl bir kazanımdı? Savaşın seyrini ne yönde etkiledi?

Kısa bir süre önce Balkan Harbi’nde neredeyse Osmanlı Avrupasının tamamını mukavemet etmeden düşmana terk eden bir ordu, geçirdiği köklü dönüşümle yetenekli genç subaylarının etkin sevk ve idaresi ile kimsenin kendisinden beklemediği başarılara imza atıyordu. ‘Hasta Adam’ı defnetmeye gelenler hastanın mezara girmeye razı olmadığını görecekti. Bu başarı Osmanlı İmparatorluğu’na Çanakkale’den hemen sonra büyük bir moral ve motivasyon bahşetmişti. Kut’ta durdurulamamış olsaydılar İngilizler Bağdat ve kuzeyine aynı yıl ilerleyecek Erzurum ve Trabzon’u ele geçirmiş olan Ruslara birleşeceklerdi.  Bu da henüz daha Çarlık çökmediğinden Türkiye için felaket olacaktı.

Çanakkale de bir zafer ve her yıl adına törenler düzenleniyor. Bu ikisi arasındaki en temel fark nedir?

Belki önce şunu söylememiz gerekir. Erken Cumhuriyet döneminde bugün anladığımız manada Çanakkale için tören ve anma merasimleri yapılmıyordu. 1930’lu yılların başında bir grup öğrencisi ile Atsız Bey’in “Çanakkale’ye yürüyüş” diye isimlendirdiği harp sahasına yaptığı anma gezisi resmi bir mahiyet taşımasa da bilebildiğimiz kadarıyla ilk sivil anma girişimidir. Çanakkale’nin hak ettiği ölçekte anılmaya başlanması daha sonraki dönemlerde başlayacaktır. Kut’ül Amare’ye göre şüphesiz Çanakkale muharebeleri daha önemlidir. Kurucu liderimizin Çanakkale’de komutanlık görevlerinde kritik başarılar kazanmış olması herhalde önemli bir faktör olmuştur. Bir de Millî Mücadele sonunda Çanakkale’nin kurtarılması ile Kut’un artık siyasi hudutlarımızın epey uzağında kalmasının anma açısından belirleyici diğer faktörler olarak işaret etmemiz gerekiyor.

Müfredatımızda yeri neredeyse yok. Birkaç cümleyle okuduysak da hatırlamıyoruz. Kut’ül Amare’ye neden bu muamele yapılıyor?

Siyasi tercih yüzünden denilebilir. Halil Paşa menkub (gözden düşmüş) bir kişilik olduğu için onun sevk ve idaresi ile kazanılmış önemli bir zafer hatırlanmak istenmemiştir. Zaferde önemli katkıları olan Nurettin Paşa ile Ali İhsan Sabis Paşa’nın da siyasi olarak muhalif  görülmeleri de diğer faktörlerdir.  

Unutuldu ya da unutturuldu... Buna dair farklı iddialar var; İlki İngilizlerle iyi ilişkiler kurmak adına yok sayıldığı.

Kanaatimce iç faktörler baskın olmuştur. Yukarıda işaret ettiğimiz iç faktörlerin zihni arka planında İngilizlerle iyi ilişkiler kurmak için de bir vasıta olarak görüldüğü söylenebilir. İstanbul’un 500. Fetih yıldönümünde Yunanistan’ı gücendirmemek için devletin resmi törenlere hemen hemen hiçbir görüntü vermeme çabasını hatırladığımızda bu iddiayı kolaylıkla yabana atamayız. Ama Halil Paşa’nın kazandığı bu zaferin hatırlanmaması için yeterince iç politik gerekçe vardır. İngilizlere diplomatik taviz hiç düşünülmemiş olsa bile maslahat gereği “unutma” tercih edilmiş görünmektedir.

Bir diğer iddia: “Zaferi Mustafa Kemal veya etrafından biri değil tarihten silinmek istenen Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa kazandı. Bu nedenle unutturulmak istendi.” 

Olabilir. İsmet İnönü günlüklerinde, 1937 yılında başbakanlıktan ayrıldıktan sonraki Lozan Andlaşması’nın yıldönümünde, ne Lozan’dan ne kendisinden hiç kimsenin söz etmediğini yazmıştır. Bu durumda yukarıdaki iddiayı yalanlamak doğru görünmüyor.

Bir iddiaya göre de bu zafer, Türkiye’de 1952’ye kadar kutlanıyordu. Ancak Türkiye’nin NATO’ya üye olmasının ardından İngilizler, bayramın kaldırılması için baskı yaptı ve Türkiye, bayram kutlamasına son verdi. Doğru olabilir mi?

Hayır, kesinlikle doğru değildir. Ne 1944 yılına ne 1952 yılına kadar bu zafer yukarıda bir kısmına işaret ettiğimiz gerekçelerden ötürü resmi olarak kutlanmamıştır. Arşiv uzmanı Sn. Muzaffer Albayrak’ın şifahi kaynaklardan tespit ettiği kadarıyla Kastamonu ve Devrekâni’de Kut’ül Amare gazileri tarafından gayri resmi bazı anma törenleri dışında resmi bir anma yoktur. Belki münferit olarak 52. Tümen’in kendi tarihçesi kapsamında bazı küçük törenler düzenlediğini tahmin edilebilir. Ama ben şahsen çok gayret etmeme rağmen tüm orduda resmi bir anma yapıldığına dair herhangi bir karineye ulaşamadım.

Bu çerçevede kendi ihmallerimizin bile dış tesirlerden kaynaklandığını ileri sürmek doğrusu bizi rahatlatsa bile baş etmek zorunda olduğumuz meselelerin hallinde bize yardımcı olmazlar.

Diğer taraftan haklı davaların çarpık ve mesnetsiz iddialarla dile getirilmesinin savunduğumuzu sandığımız tezlerimize zarar verdiğini de ifade etmeliyim.  

Peki, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde Kut’ül Amare Zaferi nasıl algılanıyor?

28 yıl önce Harp Akademileri giriş sınavında sorulan sorulardan birisinin Kut’ül Amare Zaferi olduğunu hatırlıyorum. Harp Okulları ve Harp Akademisinde bu zaferin okutulduğunu sanıyorum. Geçtiğimiz ay ise Harp Akademileri büyük bir sempozyum ile zaferi andı. İlginçtir, Kut Zaferi sempozyumu “Unutulan Zafer” üst başlığı ile yapıldı. Akademik yönden bazı eleştiriler yapılabilirse de bu tarz akademik faaliyetlerin ordumuzda da yapılması kesinlikle olumlu bir gelişme olarak görülmelidir.

Sakallı Nurettin’in bu zaferdeki rolünden bahseden yazılar kaleme alındı bazı gazetelerde geçtiğimiz günlerde. Kimdir Sakallı Nurettin ve neden öne çıkarılan isim oldu?

Sakallı Nurettin Paşa, Büyük Taarruzu yapan iki ordudan asıl taarruzu yapan 1. Ordu’nun komutanıdır. İzmir’in işgalinden önce bölgede milli teşkilatlanmada yoğun emeği geçen bir kişiliktir. Yine Millî Mücadele’nin kritik bir safhasında Merkez Ordusu Komutanı olarak bölücü mütegallibe eşkıyanın çıkardığı isyanı bastıran kişidir. Kut’ül Amare zaferinin hazırlayıcısıdır. 1915 sonlarında Bağdat güneyinde Selman-ı Pak’ta İngiliz Ordusu’nu mağlup ederek Kut’a çekilmeye icbar etmiştir. Halil Paşa, başka bir göreve tayin edilen Nurettin Paşa’nın (o zaman Halil Bey gibi albay rütbesinde) hazırladığı plana sadık kalarak İngiliz Tümeni’ni teslim almıştır.

Atatürk’ün Nutuk’ta, Nurettin Paşa’dan eleştirel bahsetmesi de bununla ilişkilendirildi...

Nutuk’ta Nurettin Paşa çok ağır bir dille eleştirilmektedir. Ama bu eleştiriler siyasi gerekçelerden dolayıdır. Kurucu lider Nurettin Paşa’yı da kendi projeleri için uygun bir kişi olmadığı için siyasi hayattan tasfiye etmiştir. Vefatına kadar diğer muhalif şahsiyetler gibi polis kontrolünde yaşamak zorunda kalmıştır.

Yine Nutuk’ta Kut’ül Amare Zaferi’nin Gazi Mustafa Kemal tarafından anılmadığı iddia ediliyor... Buna ne diyorsunuz?

Kaynak göstermemek şartıyla hemen her şeyi ileri sürmek mümkündür. Memleketimizin mevcut kültür ve izan seviyesi bu çeşit iddiaların kamuoyunda ciddiye alınması sonucunu doğuruyor.  Oysa 1927 tarihli Nutuk, I. Dünya Harbi cepheleri için harp tarihi değerlendirmelerinin yapıldığı bir metin değildir. Aksine keskin polemiklerle dolu, içinde tek bir nüktenin dahi bulunmadığı siyasi bir metindir. Şevket Süreyya Aydemir’in ifadesiyle “hadiselerin kendi menşurundan (prizması) izahı”dır. Ağırlıklı olarak Millî Mücadele’nin ve kısmen Cumhuriyet’in ilk birkaç yılının kurucu lider tarafından yorumudur. Bu yüzden I. Dünya Harbi’nin 1916 Irak Cephesi’ne dair bir değerlendirmenin Nutuk’ta bulunmaması zaten işin tabiatı gereğidir.

Kut’ül Amare Zaferi’nin 100. yılında tekrar gündeme gelmesi bazı çevrelerde rahatsızlık uyandırdı. İngilizler bundan rahatsızlık duyar bunu anlamak kolay ama bizim vatandaşımız bu kutlanmadan neden rahatsız olsun?

Efendim, bu bir cinnet halidir. 29 Nisan 1916 Kut’ül Amare Zaferi ile Anadolu’da Millî Mücadele’nin dönüm noktalarından birisi olan Meclisin açılış günü olan 23 Nisan 1920 birbirinin alternatifi olabilir mi? Şehit Sadrazam Said Halim Paşa’nın şehadetinden önce ifade ettiği gibi Millî Mücadele’nin başlangıcı I. Dünya Savaşı’dır. Millî Mücadele Sultan Reşad’ın 1914 yılında daha harp başlamadan verdiği “Seferberlik emri” ile yürütülmüştür. Bu emir 1922 yılındaki Büyük Zafer’den aylar sonra kanunla kaldırılacaktır. Durum bu haldeyken pejoratif bir söylemle Kut’ül Amare’nin Osmanlı zaferi olarak tahkir edilmesi acı vericidir. Maalesef bu bölünmüşlük hayra alamet görünmüyor. İzanlı, insaflı, mantıklı ve tu
tarlı bir bakış açısına hemen hepimizin ihtiyacı olduğunu kabul etmeliyiz. 

[email protected]