Kutuplaştırma bumerangı

Yunus Şahbaz/ Kırıkkale Üniversitesi
16.02.2019

Kılıçdaroğlu hem tabanını konsolide etmek hem de seçimler öncesinde bir heyecan yaratmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığını kullanmak istiyor. Bu yeni bir strateji değil; ‘otoriterleşme’, ‘diktatörlük’, ‘kaçak saray’ gibi envai çeşit kavram kümesiyle son 3-4 seçimdir aynı stratejiyi uyguluyor muhalefet kanadı. Ve fakat seçim sandıklarından çıkan sonuç tam bir hayal kırıklığı. Yani kutuplaştırma söylemi bir bumerang gibi dönüp dolaşıp yine CHP’yi vuruyor.


Kutuplaştırma  bumerangı

Türkiye yerel seçimlerin yerel gündemin ötesinde bir anlam yüklenen bir seçimine daha gidiyor. Bu seçim sürecinde de 24 Haziran öncesi oluşan ittifaklar kabaca tesis edilmiş durumda ve seçmenin karşısına büyük oranda Cumhur ya da Millet İttifakının ortak adayı olan isimlerle çıkılıyor. Cumhur ittifakı aday belirleme ve kritik belediye başkanlıklarını paylaşma noktasında daha pürüzsüz bir süreç yaşarken Millet ittifakında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve İyi Parti (İP) arasındaki aday belirleme süreci daha sancılı geçti. Bazı ilçelerde iki parti de güçlü adaylar çıkarabilirken, Ankara’daki Mansur Yavaş adaylığında görüldüğü gibi ortak adayların belirlenmesi bile epeyce tartışmalı oldu. Bunların üstüne bir de CHP’nin kendi içindeki klik çatışmaları eklenince CHP son seçimlerdeki en sert krizlerinden birini yaşadı. Parti genel sekreteri Akif Hamzaçebi’nin istifa etmesi ve Gürsel Tekin’in en üstten partiyi ve doğrudan parti yönetimini hedef alan beyanatları bu anlamda ilk akla gelen örnekler. Aday belirlemedeki bu hareketlilikten ortak bir seçim söylemi ve stratejisi üretilip üretilemeyeceği oldukça tartışmalı.

Tarihî misyon 

CHP’de yaşanan tartışmaları tek bir boyuttan değerlendirmek aslında çok da mümkün değil. Zira CHP ne aşağı yukarı ortalama bir aday profili ortaya koyabilmiş durumda ne de tartışmaya sebep olan isimler aynı sebeplerle tartışılmakta. Tartışmaların en genel anlamda odaklandığı noktaları CHP’nin bir kimliğinin olmaması, seçmene bir alternatif sunamaması ve aday belirlemede liyakate, parti örgütünün tercihlerine göre değil de 1 Nisan’a göre hareket edilmesi şeklinde özetleyebiliriz. Buradaki CHP kimliğinden kasıt, CHP’nin Kemalizm’le iltisakı ve olduğu iddia edilen tarihî misyonundan uzaklaşıp uzaklaşmadığı meselesi. Özellikle HDP’ye yakın isimlerin aday gösterilmesinin geleneksel Kemalist tabandan sert eleştiriler aldığını görüyoruz. Ulusalcı kesimden İP’ye bir oy kayışı olduğu 24 Haziran seçimlerinde de görülmüştü zaten. Ancak CHP yönetiminin uzun süredir bu tarihi misyonla, partinin kurucu kimliğiyle münasebetlerinin epeyce zayıfladığını söyleyebiliriz. Bunu sadece HDP’ye yakın isimlerin aday gösterilmesi anlamında söylemiyorum; CHP 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden itibaren adeta bir kimlik türbülansına girmiş durumda.

Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP artık daha çok pratik/pragmatik gayelerle hareket eden, daha genel ve ulusal değil de parti içi, il ve hatta ilçenin yerel dinamikleri gibi son derece tekil saiklerle hareket eden bir parti hüviyetinde. Hem İP ittifakı hem de HDP’nin 24 Haziran öncesinde örtülü desteklenmesi, yerel seçime giden süreçte çok da gizleme gereği duymadan HDP’yle temasa geçilmesi bu pragmatik siyaset tarzının bir sonucu. Cumhurbaşkanlığı sisteminin ittifakları icbar ettiği bir gerçek; ancak CHP merkezinde kurulan ittifak cephesinin neredeyse hemen hiçbir rasyonel temeli yok. En büyük ittifak ortağı İP’le bile 24 Haziran seçimlerinden sonra neredeyse tamamen ayrılmışlardı. Fakat yerel seçimlerde aynı pragmatik saiklerle ve üstelik de aday paylaşımında epey tartışmalar yaşasalar da ittifakı tesis edebildiler. Bu pragmatik siyaset anlayışının ne kendisine atfedilen tarihi misyonla ne de Kemalist merkezilikle bir irtibatı kalmıştır. Yani artık CHP siyasal ve kimlik anlamında merkezi ve temel dayanağı olmayan bir harekete dönüşmüştür. CHP’deki bu yörüngesizlik durumunun en bariz örneği de aday belirleme sürecinde yaşandı; bir taraftan Fatih Mehmet Bucak gibi aşiret lideri, bir taraftan sol/sosyalist bir partinin yöneticisi Alper Taş ve diğer taraftan Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş gibi isimler aday gösterildi. Bu isimlerin hepsi bir araya getirilse muhtemelen Türkiye’ye dair 10 sorunun 9’unda ortak bir noktada buluşamazlar.

Kafalar karışık 

Şayet 19 Şubat’a kadar bir sürpriz olmazsa CHP’deki aday belirleme tartışmalarının harareti şimdilik sönmüşe benziyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu seçim manifestosunu da açıklayarak partililere seçim çalışmalarına hemen başlamaları için kesin talimatını verdi. Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı manifestoya bakıldığı zaman ekonomi unsurlarının yoğunluklu olduğu ve daha eşitlikçi, ‘sosyal’ nitelikte bir belediyecilik vaat edildiği görülmekte. Özellikle enflasyon göstergeleri ve gıda fiyatlarının son dönemdeki artışlarını değerlendirmek isteyen CHP liderliğinin halka daha çok ekonomik temalarla dokunmaya çalışacağı öngörülüyor. Ve fakat bunların son derece genel ve içerik olarak tatmin edici olmaktan uzak vaatler olduğunu da tespit etmek gerek. Söz gelimi bu seçimde kullanılacak ‘derman belediyeciliği’ gibi bir sloganın halkta bir karşılık bulması nerdeyse imkânsız. Ekonomik anlamda yaz aylarından itibaren halkı doğrudan etkileyen gelişmelerin olduğu aşikâr; bir ana muhalefet partisinin de halktaki bu tedirginliği kullanmak istemesi gayet normal. Ancak CHP’li belediyelerde asgari ücretin 2020 yerine 2200 TL olması dışında somut, halkta karşılığı olan bir vaat ya da söylem üretilemediği de bir gerçek. ‘Derman belediyeciliği’, ‘Martın Sonu Bahar’ gibi genel, içerikten yoksun söylemlere başvurulmasını da özellikle büyükşehirler başta olmak üzere, yerel yönetimlere yönelik CHP’nin somut proje ve programlarının olmayışıyla açıklayabiliriz ancak.

CHP’nin manifestosunda öne çıkan bir diğer tema da ‘eşit belediyecilik’ söylemi. Bu da daha çok sol/seküler tabana bir mesaj olarak değerlendirilebilir. İstanbul, Ankara ve İzmir’de HDP’nin Millet İttifakı adaylarını yani CHP adaylarını desteklemesini ve Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) gibi bir partinin yöneticilerinden Alper Taş’ın Beyoğlu’ndan aday gösterilmesini sol temaların öne çıkarılmasını meşrulaştıran gelişmeler olarak değerlendirebiliriz. Yani CHP büyükşehirlerde sol/seküler taban adına tek geçerli alternatif olarak durmaktadır. Ancak işin ironik tarafı tam da burası; CHP İstanbul ve Ankara’da muhafazakâr kesimden oy alacağı düşünülen isimleri aday olarak belirledi. Bir tek İzmir’de, o da HDP’nin de destekleyebileceği bir aday olması hasebiyle Tunç Soyer ismi milliyetçi/muhafazakâr bir profil olarak kabul edilemez. Yine Mansur Yavaş’ın seçim sloganının 1970’lerdeki sağ hareketlerde ancak görülebilecek bir tonda ‘İzan, Nizam, İrfan’ olduğu düşünülürse CHP’deki koordinasyonsuzluk ve kafa karışıklığı daha iyi görülebilir. Yani CHP’nin gösterilen adaylarla açıklanan manifestodaki dilini karşılaştırdığımız zaman ortada bariz bir tutarsızlık olduğunu tespit etmek mümkün.

Bu söylem kazandırmıyor

CHP’nin seçimlere dair stratejisinin öne çıkan bir diğer boyutunu da manifestonun açıklandığı toplantıda Kılıçdaroğlu izhar etti. Kılıçdaroğlu konuşmasının yarısında AK Parti’yi ve fakat çoğunlukla da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef aldı. Kılıçdaroğlu’nun bu seçimlerde de büyük oranda anti-Erdoğanizm üzerinden bir kampanya yürüteceğini söylemek mümkün. Bu açıkça kutuplaştırıcı bir üslup olarak değerlendirilebilir ancak buradaki ilginç nokta CHP liderinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kutuplaştırma siyaseti izlemekle suçlaması. Aynı toplantıda da Kılıçdaroğlu kendi adaylarına kutuplaştırma siyaseti yapmayın talimatı verdi. Ancak en başta kendisi, kendi seçim manifestosunu açıkladığı bir toplantıda Erdoğan’ı hedef alarak, belediyeciliği eleştirirken ‘saray belediyeciliği’ gibi kavramlara başvurarak bu siyaseti yürütüyor. Bunun sebebi ise, Kılıçdaroğlu’nun kendi tabanında karşılık bulduğunu düşündüğü Erdoğan karşıtlığından yararlanmak dışında bir sermayesinin olmaması.

Seçimlere 40-45 gün var; ne CHP merkezinin ne de CHP’nin büyükşehir adaylarının kendi illerine dair dört başı mamur plan ve projelerini henüz göremedi kamuoyu. Ayrıca bu seçimlerde 24 Haziran öncesinde, özellikle sosyal medyada görülen coşkunun da muhalefet kanadında pek görülmediğini söylemek mümkün. İşte Kılıçdaroğlu hem tabanını konsolide etmek hem de seçimler öncesinde bir heyecan yaratmak için Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığını kullanmak istiyor. Ancak bu yeni bir strateji değil; ‘otoriterleşme’, ‘diktatörlük’, ‘kaçak saray’ gibi envai çeşit kavram kümesiyle son 3-4 seçimdir bu stratejiyi uyguluyor muhalefet kanadı. Ve fakat seçim sandıklarından çıkan sonuç ise tam bir hayal kırıklığı. CHP liderliğinin bu hayal kırıklığını görmezden gelmesi mümkün değil. Ancak, zaten aday belirleme sürecinde hayli itibarı sarsılan, teşkilatlarında radikal kırılmalar yaşayan bir partinin tabanını konsolide edebilecek başka bir aracı ya da daha doğru bir deyişle planı, projesi de yok. Dolayısıyla da kutuplaştırma söyleminin bir bumerang gibi dönüp dolaşıp CHP’yi vurduğu seçim sonuçlarından çıkan bir gerçek.

CHP liderliğinin bu seçimlerde de anti-Erdoğanizm üzerinden propagandası kurması özellikle büyükşehirlerde işini zorlaştıran bir husus olacaktır. Çünkü İmamoğlu ve Yavaş gibi isimler de daha çok somut projelerden ziyade kişisel PR’larına dayanarak bir kampanya yürütmeye çalışıyorlar. İkisinin de vaatleri partili olmayan, toplumun her kesimine ulaşabilecek bir aday olduklarını ispat etmek. İmamoğlu’nun kampanyasına başlarken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ziyaret etmesi ve Yavaş’ın ısrarla partili görünmemeye çalışan söylemleri CHP liderliğinin üst perdeden açtığı anti-Erdoğanizm bayraktarlığıyla uyuşmayan gelişmeler olarak değerlendirilebilir. Dolayısıyla CHP’nin parti merkezinden belirlenmiş bütünsel bir söylemi ve stratejisinden yoksun olduğunu söylemek gerekir. Parti merkezi kendisine söylem alanı bulduğu Erdoğan karşıtlığına hemen her fırsatta başvururken Yavaş ve İmamoğlu gibi adaylar daha mutedil ve kapsayıcı bir söylem kullanmaya çalışmaktadır.

Yönetilen değil, idare edilen

Türkiye siyasetine damga vuran isimlerden Süleyman Demirel deyişleriyle meşhur bir isimdir. Demirel’e atfedilen şöyle bir söz vardır; “Türkiye yönetilemez; ancak idare edilebilir”. Yönetim ve idare etme idare hukukunda aynı anlamlara gelecek şekilde kullanılsa da, idare etmenin ‘günü kurtarmak, göz yummak, örtbas etmek’ gibi anlamları da vardır. Bu anlamda CHP’nin mevcut durumunu göz önünde tutarak şöyle bir şey söyleyebiliriz; CHP artık genel merkez tarafından ‘yönetilen’ değil, ‘idare edilen’ bir partidir. Söylemi ve stratejisiyle kendi örgütü içinde bile bir bütünlük ve ortaklık bulamayan bir parti söz konusu.

Çıkarılan aday profilleri de bu bütünlük yoksunluğunu göstermekle beraber bir şeye daha işaret ediyor; Kılıçdaroğlu’nun maharetli siyasal mühendisliğine. Kılıçdaroğlu açısından bu kadar benzemezi bir araya getirmek de aslında bir başarı sayılabilir. En azından kendisi her yerde parti aidiyeti ve örgütünü pek dikkate almaksızın AK Parti karşısında en güçlü olduğu adayları çıkarmaya çalışıyor. Böyle bir stratejinin seçimlerde başarılı olma şansı yok. Çünkü Ankara’daki CHP genel merkezinden, masa başından yapılan siyasal mühendisliklerin halkta da bilfiil karşılık bulacağını söylemek pek mümkün değil. Kaldı ki, Kılıçdaroğlu halkla doğrudan buluşma açısından bu seçimlerde miting bile yapmayacak. Bu yüzden CHP propagandasındaki çok başlılık ve tutarsız söylemleri seçimlere kadar fazlasıyla görebiliriz. Ne zamanki CHP, idare edilen değil de yönetilen bir parti hüviyetini tekrar kazanırsa, ancak o zaman etraflı bir CHP seçim stratejisinden söz etmek mümkün olacaktır.

@Yunussahbazz