Laik Kürt ulusçuluğu sorunu

M. Mücahit Küçükyılmaz
12.03.2016

Laik Kürt ulusçuluğunun İslam düşmanlığı, Diyarbakır’da Kurşunlu Camii’ni kurşunladıktan sonra, cuma namazında saf tutarak unutturulacak bir mesele değildir. PKK’nın efsanevi pragmatizm ve oportünizmi, onun sabıkasını Firavun tövbesiyle sildirmeye veya günahlarını Hüda Kaya gibi vitrin figürlerin başörtüsüyle örtmeye yetmeyecektir.


Laik Kürt ulusçuluğu sorunu

Modern paradigmanın etkisi altında işleyen ulusçuluk serüveninin önemli basamaklarından birini geçmiş, gelenek ve din ile hesaplaşma oluşturur. Kıta Avrupası, Türkiye, Kuzey Afrika örneklerinde yaşanan ulus-devletleşme süreçlerinde ve Arap milliyetçiliğinin yayılması sırasında seküler düşüncenin izleri gayet belirgindir. Zaten Fransız İhtilali sonrası güçlenen ulusçuluk akımının temel motiflerinden biri, gelenek ile aynı çizgiye düşen aristokrasiye ve muhafazakârlığa gösterdiği güçlü tepkidir. Fakat Kıta Avrupasında ulusçuluk ile muhafazakârlık birbiriyle mücadele eden düşman akımlar halinde seyrederken, Türkiye’de normalde aynı kelimenin iki ayrı çevirisi durumundaki milliyetçilik ve ulusçuluk kavramlarının giderek farklılaşan anlam dünyalarında tespit edileceği üzere, din karşıtı ve dini hesaba katan farklı ideolojik pratikler ortaya çıktı. Aslında Fransa, Almanya, İtalya gibi ülkelerde ulusçuluğun taşıyıcı sınıfı olan burjuvazi, uluslaşmanın ön şartı olarak doğal biçimde kendisini sınırlayan monarşi, aristokrasi ile onların düşünce dünyasını inşa eden din, gelenek ve bunlara bağlı ahlak ve değerlerden kopmaya çalışmaktaydı. Böylece, ulus inşası için tarihi de yeniden kurgulayan ulusçuluk akımı, burjuvazi sınıfının elindeki en işlevsel araç haline gelmekteydi.

‘Kürt sorunu laiktir!’

Türkiye’de nasyonalizmin çevirisi olarak Arapça kökenli milliyetçilik, dini de dönüştürerek kendi içine dâhil eden bir ideoloji olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine damgasını vurdu. Milliyet, aynı zamanda din anlamına gelen millet kökeninden gelmekteydi. Aynı kelimenin diğer çevirisi, Moğolcadan ithal edilen ulusçuluk ise, din dışı, profan, seküler, hatta çoğu zaman din karşıtı bir ideoloji olarak milliyetçilikle de çatıştı. Milliyetçilik ile ulusçuluk arasındaki bize özgü ayrışma, Batı’da örneğine pek rastlanamayacak başka ittifakları da getirdi; mesela milliyetçi-muhafazakâr tamlaması bir ortaklığı ve yakınlığı ifade eden bir kimlik şeklinde belirdi. Batı’da, Almanya’daki Hitler ve İtalya’daki Mussolini tecrübelerinde görüldüğü üzere, ulusçuluk ile sosyalizmin izdivacından Nazizm ve faşizm doğdu. Bizde de ona yakın görüntüler sunan ulusalcı solculuk ya da kısaca diyecek olursak “ulu-solculuk” 2000’li yıllarda epeyce etkili oldu. Fakat Türkiye’deki uluslaşma sürecinde, özellikle Cumhuriyetin tek partili ilk yıllarında tohumları atılan seküler-laik anlayış ciddi anlamda etkili olurken, bugün Türkiye’nin yüzleşmek zorunda kaldığı devasa kimlik sorunlarının da temel kaynağını teşkil etti.

Örneğin, tek parti döneminin klasik düşman kategorisini oluşturan tehdit ikilisi, bölücü olarak nitelenen Kürtçü tehlike ile “gerici” olarak nitelenen İslamcılık 21. yüzyıl başında ideolojik karakterlerini de aşarak artık toplumsal-siyasal pratikler bağlamında kendini göstermektedir. Hatta laik Kürtçülük, bir kimlik meselesi olmanın ötesine geçerek güvenlik sorunu halini almıştır. Bu bakımdan “Kürt meselesi değil, laiklik meselesi” diyen PYD Lideri Salih Müslim haklıdır; Türkiye’deki Kürt sorunu da özünde bir laiklik ve dinden kopuş sorunudur!

Bugün, 1789 Fransa, 1870 İtalya, 1871 Almanya ve 1923’teki Türkiye ulus-devletleşme sürecinin neredeyse bir asır ardından gelen geç kalmış bir ulusçuluk girişimi olarak Kürtçülük, kendisine seküler bir çıkış yolu aramaktadır. Daha önce Sovyet destekli Mahabad Cumhuriyeti girişimi ile sonrasındaki Barzan ayaklanmalarının başarısızlığından Kürt toplumunun feodal ve dini karakterini sorumlu tutan seküler Kürtçülük, ilhamını önemli ölçüde seküler Türk ulusçuluğundan ve sosyalizmden alarak Kuzey Irak, Kuzey Suriye, Güneydoğu Türkiye merkezli bir ulus-devlet rüyası görmektedir. Bir yandan feodal yapıyla, diğer yandan dinle hesaplaşan, bunu yaparken benzer saiklerle hareket eden eski Türkiye’nin Türk ulusçuluğu ve Kemalizm’inden destek gören PKK, artık bölgedeki yeni konjonktürün verdiği coşkuyla ulus kurucu aktör rolüne soyunmaktadır.

ABD’nin 1991’de Orta Doğu’ya yerleşmesi nasıl ki PKK üzerinde tetikleyici bir etki yapmışsa, 2003’teki ikinci gelişi Barzani üzerinde benzer bir sonuca yol açmıştı. 2011’de başlayan Suriye krizi sonrası yeniden etkin hale gelen ABD’nin müteharrik varlığı, bu kez PYD/YPG’nin rüyalarını kamçıladı ve onun ortağı PKK/HDP de Türkiye’nin yerli markası çözüm sürecini bitirerek bu rüyaya katılmayı denedi. İran ve Rusya’nın Suriye iç savaşına doğrudan müdahil olmasıyla seküler Kürtçülüğün ulus-devletleşme umutları pekişti. Ancak acı tecrübelerden ve geçmişte herkes evine döndükten sonra defalarca ortada bırakılmış olmaktan ders çıkaran Barzani yönetimi bu kez geride durup kâbusa dönme ihtimali taşıyan bu rüyaya iştirak etmedi.

Sekülerlik ve köksüzlük

Aslında Mesud Barzani pek haksız sayılmaz; zira Kürt ulusçuluğunun silahlı ve siyasal hareketler olarak bölgedeki sürükleyici/taşıyıcı aktörlerinin iki temel özelliğinden bilhassa ilki gayet kırılgan bir görünüm arz ediyor: Bölge dışından yönlendiriliyor olmaları... Diğer özellik ise, bu hareketlerin Kürt toplumunun genel nitelikleriyle uyumsuz biçimde alabildiğine seküler bir formda ve öncelikle İslam karşıtı olarak kurgulanmış olmalarıdır. DAEŞ’e karşı savaşan özgürlük savaşçıları imgesi üzerinden seküler kimliğini vurgulayan PKK/PYD, bu haliyle kendilerine destek veren ABD/Rusya kamuoyu tarafından dünyaya pazarlanmaktadır. Aynı PKK/PYD Türkiye’ye karşı da bir savaş yürütmekte ve böylece ulus kimliğinin inşasında temel faktör olan “öteki” ihtiyacını, görünüşte Türk ulusçuluğu üzerinden inşa etmektedir. Maalesef, İslam çatısı altında bin yıldır mütemmim cüz olagelmiş Kürtlük ile Türklük, modern seküler düzlemde birbirini çatışarak besleyen düşman uluslar olarak yeniden üretilmektedir. Bu bağlamda, “Biz Suriye’de laikliği benimseyen gruplarla iş birliği yapıyoruz ama Özgür Suriye Ordusu laik değil!” diyen Salih Müslim’in dünyaya mesaj verirken “laiklik” vurgusunu sık sık yapması son derece anlamlıdır. Benzer şekilde, gericilik ve İslam ile savaştığını söyleyen Murat Karayılan ya da Kütlerin İslamiyet’i kabul ettikten sonra bittiğini düşünen Kürt aydınların sözleri, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Türklük ile İslam bağını koparma çalışmalarını düşününce doğrusu hiç de kulağa yabancı gelmiyor.

Laik ‘hava’ desteği

Ancak seküler Kürtçüler, burada jeopolitik bakımdan sürdürülmesi mümkün olmayan bir faktörü göz ardı etmektedir. Şu an bölge dışından gelen laik ABD ve Rusya’nın konforlu oksijen çadırında “hava” desteğiyle nefes alıp veren seküler Kürtler, yarın herkes evine dönünce Ortadoğu’nun toz duman havasıyla tekrar baş başa kalacak. Kürtlerin Türkiye, Irak, Suriye, Şiiler, Sünniler, Araplar, Türkmenler gibi pek çok değişkenin neredeyse tamamıyla düşman haline gelerek payidar olmayı bırakın, hayatta kalmaları mümkün olacak mı?

Bugün havadan atılan silah paketleri sayesinde mücadele edip ABD ve Rus uçaklarının bombalarla açtığı güvenli koridorlarda dolaşan Kürt savaşçılar, gelecekte bir Kürt ulus-devleti kurulmuş olsa bile, kendilerine vaat edilen topraklarda, yani arz-ı mev’udda yine havadan atılacak gıda paketleriyle mi devleti yönetecek? Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’deki Kürt nüfusun kültürel, tarihî, coğrafi ve iktisadi bakımdan Moskova’dan çok Ankara, Bağdat ve Şam’a; Washington’dan çok İstanbul, Basra ve Halep’e yakın oldukları gerçeği hesaba katılırsa, başkalarının koltuk değnekleriyle yol alan Kürt ulusçuluğunu zor bir istikbalin beklediği anlaşılır.

Laik Kürt ulusçuluğunun İslam düşmanlığı, Diyarbakır’da Kurşunlu Camii’ni kurşunladıktan sonra, cuma namazında saf tutarak unutturulacak bir mesele değildir. PKK’nın efsanevi pragmatizm ve oportünizmi, onun sabıkasını Firavun tövbesiyle sildirmeye veya günahlarını Hüda Kaya gibi vitrin figürlerin başörtüsüyle örtmeye yetmeyecektir. En başta dindar Kürtler, Kürtleri Ortadoğu’da yalnızlaştıracak ve hatta nefret objesine dönüştürecek olan bu “İsrailleştirme” projesine razı olmayacaktır! Zira seküler Kürtçülüğün gerçek ötekisi seküler Türkçülük değil, Müslümanlıktır ve bunu da en iyi Müslüman Kürtler bilmektedir!

[email protected]