Laiklik dış politika için de mi çıpa?

Dr. Murat Yeşiltaş - Sakarya Üniversitesi Öğr. Üy.
21.12.2013

Dış politika yapıcılarına ve dış politika hakkında yazanlara, küçümseyici ve oryantalist bir kodlama biçimiyle bakanlar laikliği kurtarıcı bir çıkış strateji olarak önermelerine rağmen hükümetin böyle bir hamle yapmasının siyasi ontolojisi bakımından neredeyse imkansız olduğunu iddia etmektedirler.


Laiklik dış politika için de mi çıpa?

Türkiye dış politikasına yönelik eleştiriler, özellikle Ortadoğu’da büyük bir değişime neden olan Arap Baharı’nın aldığı halihazırdaki olumsuz seyir nedeniyle son dönemde daha da yoğunlaştı. Bu eleştirilerin birleştiği nokta, dış politikanın reelpolitik mülahazalardan uzak bir biçimde yürütülmesi ve bölgesel realiteyi yanlış okuyan siyaset yapıcıların tercihleri nedeniyle Türkiye’nin ‘esnekliğini’ giderek yitirmesine yol açtığı iddiasıdır. Söz konusu eleştirilerden bir kısmı bu esneklik kaybını, Türkiye’nin özellikle Ortadoğu’da geleneksel dış politika paradigmasında hakim ilke olarak belirginleşen ‘seküler’ ajandasından hızla uzaklaşarak, sadece siyasal bir değer olarak değil aynı zamanda yapmış olduğu ittifak tercihleri bakımından da dış politikanın İslamlaşmasına, hatta mezhepleşmesine bağlamaktadırlar. Dış politikanın muhaliflerine göre, bu durumun giderek farkına varan hükümet, dış politika paradigmasında ‘fabrika ayarlarına’ dönmek zorunda kalarak bölgesel ve küresel ‘tecritten’ kurtulmaya çalışıyor. Bu eleştirel okumalardan bazıları, dış politika paradigmasının zaten başından beri yanlış kurgulandığını ve dolayısıyla tamirin artık imkansız olduğunu ileri sürerken, bazıları da verilecek ‘yeni bir ayarla’ zararın kontrol altına alınabileceğini savunuyorlar. Birinci gurup için çıkış yolu laiklik ilkesinin hakim dış politika paradigması olarak merkeze alınması, ikinci grup eleştiriler, küresel sistemdeki merkezi aktörlerin peşine takılarak/eklemlenerek özellikle Ortadoğu’dan kademeli bir geri çekilme siyasetiyle bunun mümkün olacağını savunuyor. Diğer bir grup ise dış politikanın ideolojiden arındırılmasını çıkış yolu olarak gösteriyor. Bu eleştirilerin ortak noktası dış politikanın başarısızlığı. Ortadoğu’daki dönüşümün nasıl bir seyir aldığını ve bu durumun Türkiye’yi ne tür meydan okumalarla karşı karşıya bıraktığını tahlil etmeden yapılan bu eleştiriler, bir tasnif yapmayı kaçınılmaz kılıyor. Genelleme riskini de göze alarak mevcut konjonktürde dış politikanın muhaliflerinin dış politikayı kodlama biçimlerini üç başlıkta ele alabiliriz. Kodlama diyorum, çünkü bu eleştirilerin amacı dış politikaya ufuk açmak yerine, kavramsal kodlar üzerinden dış politikayı gayri meşru ilan etmektir. 

Kronik tatminsizlik 

Türkiye’nin geleneksel dış politika paradigmasının kuruculuğunu üstlenen cumhuriyetçi güvenlik ve dış politika kültürünün en önemli saç ayaklarından birini kuşkusuz sekülarizm oluşturur. AK Parti’nin dış politika ilkelerinin bütünü, bu güvenlik kültürünün merkezi konumunun yerinden edilmesinde son on yılı aşkın bir süredir son derece önemli rol oynadı. Bu durum büyük ölçüde agresif Kemalist laikliği kurucu bir dış politika paradigması olmaktan da çıkardı. Bu durum özellikle Türk dış politikası eleştirilerinde, bütün gelişmeleri bu ilke üzerinden okuyan kronik tatminsiz muhalif bir kitlenin de oluşmasına neden oldu. Bu grubun en temel özelliği, dış politikadaki sorunların, AK Parti’nin ‘ilkelerinin’ kendisinden kaynaklandığını ileri sürmeleridir. Bu tür eleştiriler, dış politikanın performansından hiç bir zaman memnun olmadılar. Eksen kayması tartışmasında, Arap Baharı, Mısır ve Suriye krizinin derinleşmesinde bu kesimin bütün eleştirileri İslamlaşma ve mezhepleşme tezi üzerine inşa edildi. Dış politika yapıcılarına ve dış politika hakkında yazanlara, küçümseyici ve oryantalist bir kodlama biçimiyle bakan bu grup, laikliği kurtarıcı bir çıkış strateji olarak önermelerine rağmen hükümetin böyle bir hamle yapmasının siyasi ontolojisi bakımından neredeyse imkansız olduğunu iddia etmektedirler. Bu eleştiriler, sorunun kaynağı olarak gördükleri İslamcılığın dış politika alanında terk edilmesiyle aşılabileceğini, ancak bunun da mümkün olmayacağına inandıkları için tam bir ikilem içindedirler. En temel sorunları da hayli ideolojik bir tanımlama olan ‘laik dış politika’ ütopyasını, ideolojik davrandıkları gerekçesiyle eleştirdiklerine yeni bir ideoloji olarak sunmalarıdır.

Dış politikayı, değer ve ideolojiden yoksun biçimde çıkarların maksimizasyonu işine yarayan salt bir strateji sorununa indirgeyen maksimalist realistlerin en temel özelliği ise, anlık ve tekil dış politika resimleriyle uzun dönemli makro jeopolitik tahlil yapma eğilimleridir. Dış politikada başarısızlık, ya ideolojik tercihlerin ya da entelektüel romantizm sonucudur. Maksimalist realistlerin, biri kullandıkları metodolojilerinden diğeri de beklentilerinden kaynaklanan iki temel sorunları vardır. Birincisi, süreçler yerine dış politikada sadece ‘o ana’ odaklanan bu tür, görünen resim üzerinden kalıcı sonuçlar çıkarma temayülünde olan bir metodoloji benimseyerek, dış politikanın bütünü üzerinde konuşurlar. O anda çektikleri resim, doğru veya yanlış, bütün bir dış politika hikayesini anlatmak için yeterlidir. En çok sevdikleri şey, dış politikasının başarısızlığını gösterecek işlevsel bir kavramı keşfederek dolaşıma sokmaya çalışmaktır. İzolasyon, tecrit, yalnızlık, romantizm ve ideolojik takıntı bu türün en sık kullandığı kavramsal kodlamalar arasında yer alır. İkinci önemli özelliği ise dış politikadan maksimalist beklentilere sahip olmalarıdır. Ortadoğu’nun içinden geçtiği siyasi ve toplumsal kırılmayı donuklaştırarak hatta görmezden gelerek, Türk dış politikasının kusursuz, istikrarlı ve güvenli bir siyasi atmosferde vuku bulduğunu varsayarak ‘muazzam bir başarısızlık’ ortaya koyduğunu tartışırlar. Halbuki bu durum, büyük bir illüzyondan ibarettir. Zira bölgesel dönüşümlerin temel parametrelerinden Türkiye’yi ayrı düşünmek neredeyse imkansızdır. Örneğin, önü çok kestirilemeyen ve sonuçlarını tam olarak ortaya çıkmamış İran-Batı yumuşamasının kaybeden tarafının Türkiye oluğu kuşku götürmez bir gerçektir bu tür için. Suriye krizinin çözülmemesinin bütün yükü Türkiye’nin omuzlarındadır, Irak’ın kendi içinde yaşadığı istikrarsızlığın sebebi Türkiye’nin ideolojik takıntılarıdır, Mısır’da darbe sonrası derinliğini kaybetmeden demokrasiye geçişi sağlamlaştırma arayışında olan ABD ya da Avrupa Birliği karşısında Türkiye yalnız kalmıştır. Dolayısıyla, sistemik bir depremin artçı şoklarının hala devam ettiği küresel ve bölgesel sistemde maksimalist beklentileri kendileri oluşturularak neden bunların gerçekleşmediği üzerinden eleştirel hikayelerini yeniden kurarlar. 

Küskün liberaller ve ötekiler

Üçüncü grup ise benzer eleştirilere sahip olmakla birlikte temel özellikleri iç siyasi mülahazalardan sıyrılarak bir türlü dış politikanın bölgesel ve küresel bağlamına odaklanamıyor olmalarıdır. İç siyasetin antagonizmalarını dış politika diline tercüme etme konusunda son derece ustadırlar. Ancak dış politika üzerinden de içerdeki mücadeleyi şekillendirmeye ya da ayar vermeye çalışmayı ihmal etmezler. Demokrasi, ekonomi, insan hakları ve insani diplomasi gibi liberal dış politika doktrinin temel unsurlarını her an terk etmeye hazırdırlar. Önemli olan dış politikanın ideoloji dışılaştırılmasıdır. Örneğin, Türk dış politikasının ‘Ortadoğulaşmasını’ bir tehdit olarak görürken, ilginç bir biçimde İran nükleer anlaşmasının Türkiye’nin yalnızlığına işaret ettiğini ileri sürerler. Onlar için artık Türkiye için çalacak tek bir kapı dahi kalmamıştır ve yalnızlık AK Parti dış politikasının elinde kalan tek ‘değerli’ şeydir. Eleştirilerinin temelinde ise siyaseten küskünlükleri vardır. Kabaca üç ana guruba ayırabileceğimiz dış politika eleştiricilerin Türkiye’nin dış politika performansını kodlama biçimleri bu şekildedir. Elbette bu eleştirilere bambaşka bir anlatı üzerinden pozisyon alan Kürtleri de dahil etmek mümkündür. Eleştirel bir aşırıcılığın son derece belirgin olduğu bu durum Türkiye’nin Ortadoğu’daki dönüşümün ortaya çıkardığı meydan okumaları nasıl bir tepki vereceği konusunda pozitif katkı yapma konusunda son derece başarısızdır. Örneğin bu muhalif grupların zihinlerinde nasıl bir Ortadoğu düzeni tasavvurunun olduğunu anlamak neredeyse imkansızdır. Dönüşümün ana parametreleri nelerdir? Dönüşen ve dış politikada zorluklar yaşayan acaba sadece Türkiye midir? Bu soruların cevaplarına tatmin edici bir şekilde vermedikleri sürece Türkiye dış politikasına pozitif bir katkı yapmaları oldukça zordur. 

@muratyesiltas